Temizlik ve Mutluluk Algısını Temizlemek

Yaşadığımız dönemde, hemen her konuda niceliğin egemenliğine boyun eğen, maddiyatı ön plana çıkararak, hayatı sadece görünen âleme indirgeyen bir anlayış hüküm sürüyor. Gündelik hayatta zaman, dakikaların hızına ayarlı. Teknoloji hayatı çok kolaylaştırdı, insan geçmişe göre çok hızlı hareket edebiliyor ama daima koşturmasına rağmen yine de yetişemiyor. Rakamlarla boğuşuyor sürekli. Hayatı, bir mücadele olarak algılıyor. Her şey hazlara endekslenmiş. Mutluluk, anlık ve maddi lezzetlerle sınırlanmış. Kısa vadeli geleceklere yatırım anlamında emeklilik ve sigorta öncelenirken, ebedi hayatın sigortaları unutulabiliyor. İnsanoğlu, güya hep gelecek endişesiyle yaşıyor. Ama “yaklaşmakta olup da yaklaşanı” hep öteliyor. Koşturmaktan düşünmeye vakit bulamıyor. 

Durup dinlenme ve az da olsa düşünme imkânı bulduğunda bazı şeylerin yolunda gitmediğini görüyor. Mesela çevre kirliliğinin bir sorun haline geldiğini tespit edebiliyor. Ama burada bile hâkim paradigma onun gözünü yine maddi çevreye, toprağa, suya, havaya, yiyeceklere, giyeceklere odaklıyor ve ötelere bakmasına engel oluyor.

Günahlar ve kötülükler sebebiyle başta kalplerimiz olmak üzere manevi çevremizin kirlendiğini, bereketin kesildiğini, kanaat ve tevekkülün kalmadığını görmüyoruz, görmek istemiyoruz. Kalp hastalıklarının çoğaldığını görüyoruz ama sebeplerini göğüs boşluğunda taşıdığımız organın maddi unsurlarında arıyoruz. Huzursuzluğun, sıkıntıların, streslerin arttığına şahit oluyoruz ama tedavisi için asıl başvuru adreslerini ıskalayıp, kendisi tedaviye muhtaç insanların kapısına koşuyoruz. 

Temizlik dediğimizde ilk aklımıza gelen maddi kirler, yani necaset. Elbiselerimizin temiz ve ütülü olmasına, dış görünüşümüze, evimizdeki eşyanın bakım ve temizliğine belki de gereğinden fazla özen gösteriyoruz. Bunlar da olmalı tabii ama hadesten taharet olmadan necasetten taharet yalnız başına yetmiyor. Aklının ve kalbinin yaralarını göz ardı edip de maddi kirlerle uğraşan kişi, özü bırakıp da kabuğa takılan kişi benzetmesine ne kadar da uyuyor.

Oysa asıl yapılması gereken, aklı, zihni ve kalbi, manevi ya da hükmi kirler diyebileceğimiz kirlerden ve pisliklerden temizlemek. Tevbe ve istiğfarla, dualarla ve ubudiyetle, zekat, sadaka ve infakla, hayır ve hasenat işlerindeki gönüllü hizmetlerle arınmamız (tezkiye) isteniyor bizden. Ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olan kalplerimize manevi gıdalarını vermemiz gerekiyor.

Gönül tabiblerimizden Şah Veliyullah Dihlevi, insanın mutluluğa erişebilmesini dört haslete bağlıyor: 

Birinci haslet, temizliktir. Ona göre bu temizlik, hem manevi kirlerden hem de maddi kirlerden taharet anlamında olmakla beraber, öncelikle manevi kirlerden arınmak anlamındadır.

İkinci haslet, Allah’a teslimiyettir. İnsan, Allah’ın kudsiyeti karşısında aczini anlayarak, her yönüyle ona teslim olmalıdır ki, kemal yolculuğunda gereken ön hazırlıkları yerine getirebilsin ve huzura layık hale gelebilsin.

Üçüncü haslet, semahattir. Şah Veliyullah, semahati nefsin çeşitli durumlarına göre bir hal olarak değerlendirmektedir. Mesela nefsin mal karşısındaki durumunda cömertlik; yeme, içme ve cinsel arzular karşısındaki durumunda iffet; sıkıntı ve meşakkatlerden uzak olmak isteği durumunda sabır; günahlar karşısında takva, semahat kavramının olumlu taraflarını ifade ederken, cimrilik, şehvet düşkünlüğü, tahammülsüzlük ve fasıklık olumsuz tarafları olarak karşımıza çıkmaktadır. Ona göre semahat; cömertlik, iffet, sabır ve takva neticesinde ulaşılan bir haslettir.

Dördüncü haslet, adalettir. “Allah Teâlâ, dini yerleştirmek, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, insanlar arasında adaleti hâkim kılmak için bir peygamber gönderdiğinde, kim bu nurun yayılması için çalışır, insanlar içerisinde ona bir yer hazırlarsa, o rahmete ulaşır. Kim de onu reddetmek, sindirmek ve yok etmek için çalışırsa, o, melun ve rahmetten taşlanarak kovulmuş olur. Adalet vasfı, insanda yer ettiği zaman, o kişi ile Arşı taşıyan büyük melekler, ihsan ve bereketin inmesine aracı olan ve Huzur’a yaklaştırılmış bulunan (mukarrabîn) melekler arasında bir müştereklik peydah olur ve bu, onunla sözü edilen melekler arasında açılmış bir kapı halini alır; böylece bu kapıdan onun üzerine meleklerin boyası iner de, kişi meleklerin rengini alır; nefsi meleklerin ilhamına ve onların verdiği işaretlerle harekete geçmeye kabiliyet kazanır.”

 
Şah Veliyullah’a göre bu dört hasleti taşıyan kişi fakih olur ve bu hasletlerle oluşan halete fıtrat denir. (Şah Veliyullah Dihlevi, Hüccetullahi’l-Baliğa, Mutluluğun Hakikati bölümü)

Bu mevzuda diğer bir kalp uzmanının ifadeleri de söylemek istediklerimizi tamamlar mahiyettedir. 
İmam Gazzalî’ye göre temizliğin dört mertebesi vardır:

Birinci mertebe: Zâhirî necaset ve pisliklerden temizlenmektir.
İkinci mertebe: Azaları günahlardan temizlemektir.
Üçüncü mertebe: Kalbi çirkin ve rezil sıfatlardan temizlemektir.
Dördüncü Mertebe: Sırrı mâsivadan temizlemektir. Bu tür temizlik, temizliğin en yüksek derecesidir, ancak peygamberlere ve sıddîklara mahsustur.

Kalp amelinin en büyük hedefi; kalbi, güzel ahlâk, sahih ve meşrû inançlarla süslemektir, Kalp, bu iyi ahlâk ve meşrû inançların zıtlarından temizlenmedikçe onlarla sıfatlanamaz. Fâsıklık ve rezil inançlar atılmadıkça öbürleri kalpte yerleşemez. Bu bakımdan kalbin temizlenmesi, kalp amelinin yarısı ve ikinci yarısının da tamamlanmasında şart koşulan birinci parçasıdır. İşte temizlik, bundan dolayı ve bu mânâ ile imânın yarısı veya parçası olmaktadır.

Evet, basiret gözü kör olup, bu derecelerin farklılığını idrâk etmeyen bir kimse, taharetin mertebelerinden ancak, istenilen öze nisbetle kabuk mesabesinde bulunan en alt derecesini anlayabilir ve ötesine çıkamaz. Bu bakımdan, basireti kör olan bir kimse, ancak taharetin en basit mertebesine dalar ve onun mecralarını teker teker arar, bütün vaktini istincâ yapmak, elbise yıkamak, zahirin temizliğini yapmak ve bolca akan suları aramakla geçirip zayi eder.

Vesvese ve hayâlin hükmüyle, Allah tarafından istenilen şerefli taharetin sadece bu olduğu zannına kapılır. Selef-i sâlihînin sîretini bilmediği gibi, onların bütün vakitlerini kalbin temizlenmesine ve tefekküre sarfettiğini de bilmez. (İmam Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, Temizlik bölümü)

Efendimiz’in (s) “Taharet, imanın yarısıdır.” hadisini günümüzdeki gibi sadece maddi temizlikle sınırlı olarak algıladığımızda, anlamak zordur. Oysa İmam Gazzali’nin vukufiyetle işaret ettiği gibi buradaki temizlik öncelikli olarak manevi kirlerden, şirkten, küfürden, zulümden, günahlardan, kötülüklerden kalbi temizlemek anlamında olup, kalp amellerinin iki tahliyesinden birincisine atıfta bulunmaktadır. Yani öncelikli olarak kalbi kötülüklerden temizlemek ve boşaltmaktır. İkinci tahliye ise kalbi güzelliklerle, imanla, duayla, şükürle, tefekkürle süslemektir. (Türkçede ikisini de tahliye kelimesiyle ifade ettiğimiz bu amellerin, Arapçada birincisi noktalı, ikincisi noktasız ha ile yazılır.)
İmanın kalbe yerleşerek, insanı hayır istikametinde yönlendirebilmesi için öncelikli olarak kalbin şerlerden, kötülüklerden arındırılması gerekir. (Boşaltma anlamında tahliye). Bu temizlikten sonra kalp, imanın nuruyla aydınlanır ve güzel ahlakla süslenir. (Süsleme anlamında tahliye).
İşte tam da burada günümüzde sıkça kullanılan “kalp temizliği” kavramı da gerçek anlamına kavuşur. Bir kimsenin kalp temizliğinden bahsedebilmesi için doğal olarak şirkten, küfürden, zulümden, hayasızlıktan, fuhşiyattan ve münkerattan uzak olması, imanla, ibadetle, zikirle, şükürle, tefekkürle ve güzel ahlakla kalbini süslemiş olması gerekir. Aksi takdirde “benim kalbim temiz” sözü kuru bir iddiadan öteye gidemez ve sadece amelsizliklerin bahanesi olarak sığınılan aldatıcı bir kapıya dönüşür. 


Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.