Rasûlullah (sas) Gibi Namaz Kılmak

İslâm’a girmenin ilk şartı Tevhîd yani “Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de O’nun rasûlü olduğuna” iman etmektir. Bu ilk şartın ardından ise namaz emri gelir. Önce Tevhid, sonra Namaz.

“İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar.” (İbrahim/31) 

Namazın vakitli olarak (4/103), devamlı ve huşû içinde kılınması (23/2,9) emredilir. Namazın kaç rekat, nasıl kılınacağı, kıyam, rükû, secde ve kadenin nasıl yapılacağı ve nelerin okunacağı ise Peygamberimizden (s.) öğrenilir. O, “Beni namaz kılarken nasıl görüyorsaniz öyle namaz kılınız!” buyurmuştur. (Buhari, Ezan, 18/60)

Peygamberimiz (s.), Kur’ân’ın işaret ettiği beş vakitte ve bildiğimiz rekatlar sayısınca namazı huşû içinde, cemaatle kılar, bir sonraki namazı özlemle beklerdi. Nihayet vakit geldiğinde Hz. Bilâl’e (r.a) “Erihnâ yâ Bilâl: Bizi rahatlat ey Bilâl” derdi. Namazla bu dünyadan kopar, bir başka âleme geçerdi.

Namazda Fatiha’yı ve diğer Kur’ân âyetlerini/sûrelerini, Allah’ın emrettiği gibi (73/4), tane tane, düşüne düşüne ve yavaş yavaş okurdu. Onun tertîl üzere okuduğu bir kısa sûre, daha uzun bir sûre okuyanınkinden daha fazla sürerdi. Her ayetin sonunda bir miktar durur, onu sonraki ayete eklemezdi.

Namazda ta’dîl-i erkana çok önem veren Rasûlüllah (s.) bir gün mescitte iken, bir adam mescide girdi ve namaz kıldı. Sonra gelip Peygamberimize selam verdi. Nebiy-i Ekrem (s.) selamını aldıktan sonra ona, “Dön de namazını (yeni baştan) kıl; çünkü sen namaz kılmış olmadın!” buyurdu. O da dönüp (evvelce) kıldığı gibi namazı (tekrar) kıldı. Sonra gelip Rasûlüllah’a selam verdi. Yine, “Dön de namazını (yeniden) kıl; çünkü sen namaz kılmış olmadın!” buyurdu. Bu üç kez oldu. (Nihayet) o kimse, “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki, bunun başka türlüsünü bilmiyorum. Bana doğrusunu öğret!” dedi. Bunun üzerine Nebi(s.) şöyle buyurdu: “Namaza durduğunda, önce tekbir al. Sonra Kur’ân’dan kolayına geleni oku! Sonra rükû‘a var, eklemlerin yerli yerinde (mutmain) oluncaya kadar dur! Sonra başını kaldır, ayakta büsbütün doğruluncaya kadar dur! Sonra secdeye var, mutmain oluncaya kadar kal! Sonra başını kaldır, mutmain oluncaya kadar otur! Bunu namazının bütününde böyle yap!” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, h.no:423)

Namazdaki her hareketin mutmain olarak yapılması, o esnada yapılan dua ve zikirlerin anlamını düşünerek huşû duymak bakımından çok elzemdir. Acele ile, daha rükû‘a tam varmadan doğrulmak, tam doğrulmadan secdeye gitmek ve hemen secdeden kalkmak, daha oturmadan tekrar secdeye gitmek... bütün bunlar, namazın şeklî unsurlarını eksik bıraktığı gibi, namazın manasını ve ruhunu da zedeler. Bu yüzden Rasûlüllah (s.), namazda horozun gagalaması gibi gagalamayı, köpek oturuşu gibi oturmayı ve tilki bakışı gibi sağa sola bakmayı yasaklamış, bunu “hırsızlık” saymıştır. (S.Sabık, Fıkhu’s-Sünne, c.1, s.175)

Böyle huşû içinde günde beş vakit kılınan namaz mümini her türlü kötülükten uzak tutar, arındırır: “Kuşkusuz namaz, insanı iğrenç ve kötü şeylerden alıkoyar.” (Ankebut/45) Bu bağlamda Rasûlüllah(s.): “Beş vakit namaz kılan, evinin önünde bol miktarda akan tatlı bir suya günde beş defa dalıp yıkanan gibidir. Bu adamda kir namına bir şey kalır mı?” diye sormuş; sahabe  “Hayır, bir şey kalmaz!” deyince de, “Suyun kiri giderdiği gibi, beş vakit namaz da günahları yok eder.” buyurmuştur. (Nesai, Salat, 7)

Her namazı “dünyaya veda eden kişinin son namazı gibi” kılmamızı hatırlatan Rasûlüllah(s.) “Kıyamet Gününde kendisinden hesaba çekileceğimiz ilk amelin namaz olacağını” ikaz eder.

İmdi; Müslümanlar, namazlarını “yazıklar olsun o namaz kılanlara ki...” (Maun/4) konumundan kurtarıp “tevhid eylemi” düzeyine yükseltmedikçe, duâlarını söylemden eyleme geçirip gerçek îman, salih amel, ihlas, huşû, ittikâ, davet, sabır, sebat, istikamet, hicret, cihad... ile bütünlemedikçe, oruçlarını mide orucu olmaktan kurtarıp kalp, göz, kulak orucu haline getirmedikçe, haclarını turistik seyahat olmaktan çıkarıp ümmetin vahdet ve diriliş toplantısına dönüştürmedikçe, zekâtlarını gösteriş ve riyanın karışmadığı bir arınma vesilesi kılmadıkça, Kur’ân’ı sevap maksadıyla değil, anlama-anlatma ve yaşama-yaşatma niyetiyle okumadıkça... kısaca mevcut hayat tarzlarını Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in (s.) tanımladığı düzeye yükseltmedikçe, Allah da onların durumunu değiştirecek değildir, vesselam:

“Bir toplum kendi nefsinde bulunan özellikleri değiştirinceye kadar, Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad/11)

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.