Hicretten Medeniyete Yürüyen Kadın Sahabiler

Bir yerde medeniyet oluşması için emniyet gerekliydi. İmanın satırlardan sadırlara (gönüllere) inmesidir emniyet. Dilinden, elinden, kalbinden emin olunandır Müslüman. Onun için hicret, medeniyete yürüyüşün adıdır. Sedide Akbulut yazdı.

İnsanın varoluş süreci ile başlayan ilahî sınav; iman. Aynı zamanda varlığının mayasına yerleştirilmiş bir öz. Onu eman ve güven sofrasına oturtacak teslimiyet. Zor olmayan ama zarurî olan bir gerçek. Allah var. Ve üflediği ruhuyla beraber yâr. Var olan, yoktan var ettiği insanoğlundan değer bulması (eşrefi mahlûkat) için inanmasını ister, bir olana. Nuh’a iman edip tufanı inkâr eden, İbrahim’i tanıyıp Nemrud’a gönül açan, Yusuf’a doğru deyip Züleyha’ya meyleden bir iman değildir beklenen. Gönlün kabul ettiği ikrara, beden şehadet eder. Bundan sonra başlar sınav. Kimi zaman yanmamak için ateşe atılmaktır, İbrahim’ce. Kimi zaman ıssız bir çölde yalnız kalmaktır, Hacer’ce. Kimi zaman dağ başlarında kuru dallar altında İsa’yı beklemektir, Meryem’ce. Şehadete iki ayrı beden olup yürümektir, Sümeyye’ce.

Zaman, vahyin yeryüzüyle buluştuğu zaman; mekan, Hira’dan Mekke sokaklarına uzanan; nübüvvet Muhammed’e (SAV) sunulan… İnsanlık bir müjdeyi beklerken, bir inkara gebedir. Muhammed (SAV) “El Emin” iken günler işkenceye döner, tarihe “boykot yılları” diye şerh düşer. İnanmak, yoksula ve yoksuna isyan, gücün ve zulmün hissesine pay olur. Korku ölüme değil, imana zeval gelir. Eller dua dua birleşirken, göklerden bir karar gelir. Hicret…

Hicret, yakîn’e varmak için ırak olmak, acıyı ve zulmü bir bohça yapıp omuzlamaktır. Dirilmek için ölmek, kıyam için bitmek gerekiyorsa, inanmak için yaşamak… Yepyeni bir davet, zor bir kabuldür hicret. Şimdi yolculuk izni alan peygamber sevdalılarının gizli bir telaş zamanı. Sahip oldukları varlıklarını bırakıp, inandıkları değerleri sırtlayan Allah dostları, tarihin bütün sayfalarında bulunabilecek bir müjde ile müjdelenirler. “Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek birçok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Resulü uğrunda evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa;100)

“Ailesiyle birlikte Allah’a ilk hicret edenlerden oldular”

Mekke’de zulüm, sabahın aydınlanmasına izin vermiyordu. Her gün güneş daha yakıcı doğuyordu, özellikle kadınlar ve anneler için. Hz. Peygamber’in (sav) kızı Rukiye de aydınlığa yol tutmak istedi. Eşi Hz. Osman ile Habeşistan yoluna koyuldular. Kutlu Nebi’nin diliyle “Lut ve İbrahim’den sonra ailesiyle birlikte Allah’a ilk hicret edenlerden oldular.” Varış yurdu, bıraktıklarını onlara unutturamadı. Yanlış haberler, duymayı istedikleri gerçeklere dönüşmekteydi. Mekke artık güvendeydi ve dönebilirlerdi. Aynı çetin yollardan geçerek, Kureyş’in inkâr ve zulüm kokan insanlarıyla yeniden karşılaştılar. Bu sefer başka hüzün karşılamıştı Rukiye’yi. Çok sevdiği annesi Hz. Hatice’yi kaybetmişti. Ona düşen sabır ve bekleyişti.

Günler ikinci hicret yurdunun kapılarını aralayınca, yolculuk bu sefer Yesrib’e idi. Rukiye… Peygamber kızı, ilgi ve iltifatın adresi olmalıydı. Babası onu himaye etmeli, yoklukla değil, varlıkla donatmalıydı. Belki de, etrafında babasına inananlar, etten bir duvar örmeli, yemeyip yedirmeliydi Peygamber ailesini. Ne O inananlardan bir şey bekledi, ne de inananlar onu kendilerinden başka gördü. Hakikat; “Ben Kureyşli, kuru et yiyen bir kadının oğluyum” diyebilmekti.

“O’nun gösterdiği bir çıkış kapısı ile yola dökülüyoruz”

Aklını ve kalbini vahiy ile buluşturan Kureyş’in asil kadınlarından Leyla binti Ebi Hasme. Kocası Amr ile Allah ve Resulüne ilk inananlardan. Şu kısacık zaman diliminde en yakınlarından gelen büyük eza. İşkence dayanılmaz hal alınca, Allah’ın elçisine müracaat ederler. Dayanacak güçlerinin kalmadığını ifade ederler. Efendimiz (sav) sükût eder ve sabır diler. Bir müddet sonra sıkıntılar daha da arttığında, “Kim dinini kurtarmak için bir yerden başka bir yere göç ederse, cennet ona vacip olur. Siz şimdi yeryüzüne dağılın. Yüce Allah sizi yine bir araya toplar” buyurarak, Habeşistan yolunu gösterir.

Hazırlıklar başlayınca hem korku hem sevinç sarmıştı onları. Ne ile nasıl gideceklerdi? Yolculuk ihtiyaçları için dışarı çıkıldığında henüz müşrik olan Ömer dikilir karşılarına, “Ey Ümmü Abdullah, bir yolculuk mu var?” “Evet.” dedi Leyla sessizce, “Bize eziyet ettiğiniz Allah’ın topraklarından, onun gösterdiği bir çıkış kapısı ile yola dökülüyoruz.” der, sanki Ömer bin Hattab’ı yaralamak istercesine. “Allah sizinle beraber olsun” diye cevapladı Ömer, hiç olmadığı kadar rikkatle. Oysa adı bile korku verirdi etrafa; sesindeki başkalık, vahyin müjdesine işaret. Ve birkaç ay sonra bu müjde ile döndüler Habeşistan’dan. Ömer Müslüman olmuştu.

Bildiğine ve güvendiğine yol almak

Ama zulüm kol gezmeye devam ediyordu Mekke sokaklarında. Leyla’ya yeni hicret yolları…. Yesrib… Annesi Erva binti Kureyz Allah Resulünün (sav) hala kızı, babası Ukbe bin Ebimuayt, Rahmet Peygamber’inin hakkında ölüm emri verdiği, inananların en azılı düşmanı. Ve inanmış pırıl pırıl bir genç kız Ümmü Gülsüm. Akıllı, kendine güveni tam, inandığının peşinde olan Ümmü Gülsüm. Önünde müreffeh bir yaşam, kalbinde gurbet. Allah Resulü Medine’ye hicret etmiş, Mekke adeta boşalmıştı. Onun için hayat daha da çekilmez bir hal almıştı. Her yeni bir gün, dünü aratacak kadar karanlık ve çetin geçiyordu. Aslında hicret onun için çoktan başlamıştı. Acı hissedilmez, işkence korkutmaz olmuştu artık. Dayanılmaz olan ise; Allah Rasulü ve mü’min kardeşlerden uzaklık. Ahh, sılada gurbet…

Günlerini Mekke yakınlarında Ten’im civarındaki bahçelerinde geçiriyordu. Bir, iki, üç bazen de günlerce kalırdı. Ev halkı artık alışmıştı onun zaman zaman yok oluşuna. Bu yolculuklar, ona başka bir yolu gösteriyordu. Hasret uzun zaman sürmüştü. Gönlü “Artık zamanı geldi” diyordu, zamanı geldi. Ve yine bir sabah Ten’im’e diye çıkılan yol, Medine’ye yöneldi. Yol, iz bilmeyen ama inandığına güvenen bir genç kız, çöl şartlarında günlerce sürecek bir bilinmeze ama bildiğine ve güvendiğine yol alacaktı.

Henüz şehrin çıkışında iken yabancı bir adamla karşılaştı. Adam “Nereye gitmek istiyorsun?” diye sorar. Ümmü Gülsüm, “Sen kimsin ki yolumu soruyorsun?” deyince adam, Huzaalılardan olduğunu söyler. Ümmü Gülsüm bir an düşünür. Bu kabilenin Allah Resulü ile antlaşma yaptığını ve sadakat gösterdiğini hatırlar. “Ben Kureyşliyim, yolculuğum Medine’ye” der.O da, “Biz Huzaaalılar yolu iyi biliriz. İstersen sana kılavuz olabilirim.” der ve devesini onun önüne çöktürür. Ümmü Gülsüm duraksamadan deveye biner. Huzaalı devenin yularından tutarak, Medine yoluna koyulurlar. Asırlar önce kilometrelerce bir yol, tanımadığı bir rehber, yorucu olduğu kadar korkutucu olan yolculuk. Neye güvenmişti ki bu adamın ardına düşmüştü. Yoksa beklemeye tahammülü olmayan bu kutlu sefer, ya olacak, ya da ölecek miydi? Belki de ona, kabilesinin Allah Resulüne sadakat göstermesi güven vermişti.

Uzun yolculuk nihayete erdiğinde, kendisine en ufak bir rahatsızlık bile vermeyen yol arkadaşı için “Huzaa kabilesi ne güzel bir kabiledir. Allah o yoldaşı hayırla mükâfatlandırsın.” diye dualar etmekteydi. Sevinç ve heyecan iç içe, mutluluk ve telaş üst üste. Hane-i Saadet’e kabul edildiğinde, Ümmü Seleme validemiz karşılar Ümmü Gülsüm’ü. Sevincine tedirginlik bulaşmıştır yolcunun. Ya Allah Resulü onu iade ederse… Hudeybiye Antlaşması gereği, Mekke’den Medine’ye kaçıp gelen Müslümanların Mekkelilere verilmesi kuralını hatırladı. Endişe yerini korkuya bırakmıştı. Ev sahibi teşrif etti. Hoş sefalar edildi. Yolculuk dillendi, endişeler dile getirildi. Allah Resulü, Ümmü Gülsüm’ü sakinleştirecek söylemlerle sabır tavsiye etti. Muhakkak ki Allah, kadınlar hakkında ahdi düzenlemeye bir hüküm gönderecekti. Çok geçmedi, “İmtihan edilen kadın” Mümtehine suresi 10. ayet müjdelendi. “Ey iman edenler… İman eden kadınlar, hicret ederek size geldiklerinde onları sorgulayın. Allah onların imanlarını iyi bilir. Eğer siz onların iman etmiş olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü Müslüman kadınlar kâfirlere helâl değillerdir.”

Muradına ermişti Ümmü Gülsüm;; tıpkı Leyla binti Ebi Hasme, Rukiyye binti Muhammed gibi. Mekke’nin inanmış kadınlarıyla birleşince Medineli hanımlar, Yesrib Medine oldu. Bir yerde medeniyet oluşması için emniyet gerekliydi. İmanın satırlardan sadırlara (gönüllere) inmesidir emniyet. Dilinden, elinden, kalbinden emin olunandır Müslüman. Onun için hicret, medeniyete yürüyüşün adıdır.

Ne mutlu dünün hicretiyle bugüne çığır açan kadınlara. Ne mutlu hicretini yitirmeyen sevdalılara…

 

Sedide Akbulut

Kaynak: dünyabizim.com