İlim ile Hemhâl Olmak


Kur’ân-ı Kerim’de inanç bakımından birbirinden farklı insan topluluklarının davranış kalıplarından örnekler verilir. Bu örneklerde, hangi davranış kalıbının neye tekabül ettiği ve ne gibi sonuçlar doğurduğu ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Konumuz itibariyle Cuma sûresinin 5. âyetine dikkatle bakalım: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan merkebin durumu gibidir…” Âyet-i kerimede İsrailoğlullarına dair anlatılan bu davranış biçimi, onların haricindeki topluluklarda da görülebilir. Bu, Murâd-ı İlahî’yi anlama sorumluluğu olan biz Müslümanlar için de düşünülmesi gereken önemli bir husustur. İsrailoğullarından bahsedilse de, âyeti okuyan muhatabın dikkatine esas itibariyle onların tutumları ve bu tutumların sonuçları arz ediliyor. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyuruyor: “Kıyamet gününde bir adam getirilir ve cehenneme atılır. Cehennem bu adamı, değirmen taşını döndüren eşeğin sürekli döndüğü gibi ateşin içinde döndürür. Bu durumu gören cehennem halkı bu adamın başına toplanır ve ‘Ey adam, sen bize dünyada güzel şeyleri emredip, kötü şeylerden sakındırmaz mıydın?’ diye sorarlar. Bunun üzerine adam ‘Evet, ancak size iyiliği emreder kendim yapmazdım, kötülükten nehyeder kendim yapardım.’ der.”[1]

Söz konusu âyet ve hadiste genel manada anlatılan ilim-ahlak ilişkisinin “ilmi başkalarına öğretmek” ve “bu ilmi pratiğe aktarmak” şeklinde iki boyutu vardır. Hz. Peygamber, bu iki hasleti kendinde birleştiren kişiye kıyamet gününe kadar ecrinin verileceği ve bilmediklerinin de kendisine öğretileceği müjdelerini vermektedir.[2]

Burada akla şu gelebilir: Madem ilim sahibi olmak insana mesuliyet veriyor o halde ilimle iştigal edilmeyebilir mi? Bu kaçışın mümkün olup olmadığına Hz. Peygamber’in dilinden cevap arayalım: “Kıyamet gününde insanların en şiddetli nedamet duyanı, dünyada mümkün olduğu halde ilim tahsil etmeyen kimse ile ilim öğrettiği kimsenin ilmi ile amel edip de kendisi ilmi ile âmil olmayan kimsedir.”[3] Görüyoruz ki ilim yapma imkânı “ilim yapma sorumluluğunu” ve ilim sahibi olmak da “amel etme mesuliyetini” beraberinde getirmektedir. Bu mesuliyetleri görmezden gelmek, kaçışı olmayan o günde pişmanlığa neden olacaktır. Dolayısıyla ilim yapma imkânı olan kişi, bundan bigâne kalamayacağına göre bu ilmini başkalarına öğretirken kendisinin de bizzat yaşaması elzemdir. Aksi halde sahibi olduğu ilmini fiilen yok sayarak kendi içinde tutarsız bir görünüm verecektir.

Demek ki ilim yapma imkânı bulan kişinin ilk ahlakî sorumluluğu ilimle meşgul olmaktır. İlmin ilk etki alanının ilim yapan kişinin kendisinde gerçekleşmesi de ikinci ahlakî durumdur. Yani ilim yaparken kemal basamaklarını peyderpey çıkmak, ilim-ahlak ilişkisinin ikinci aşamasıdır. Hz. Peygamber’in hayatından örneklerle bunu somutlaştırabiliriz: Çocukluğundan kırk yaşına kadar Allah Teâlâ tarafından yaşatılan tefekkür süreciyle Hz. Muhammed (as) vahiy alacak olgunluğa getirildi. Bu kırk yıllık zaman diliminde Hz. Peygamber, Allah’ın terbiyesiyle yetişmiş ve toplum içinde kendine özgü konumunu, ahlakî duruşuyla hissettirmiştir.[4]

Açık davet emri geldiğinde Hz. Muhammed (as), yakın akrabalarını bir araya toplar ve “Eğer ben size şu tepenin ardında karargâh kurmuş ve şehri istilâ edecek bir düşman var desem, Bana inanır mısınız?” sorusunu sorar. Orada bulunanlar “Sen asla yalan söylemedin ve biz Sen’in her söylediğine inanırız.” cevabıyla Hz. Muhammed’e (as) olan güvenlerini ortaya koyarlar.[5] Dolayısıyla her sözü doğru olduğu kabul edilen kişinin yapacağı davet de hakikat olmalıydı. Bu rivayet, bir tarafıyla Allah’ın Hz. Peygamber’e verdiği ilmin dönüştürücü yönünü gösteriyor. Çünkü biliyoruz ki Allah, vahiyle Hz. Muhammed’i (as) bilgilendirmiş ve aydınlatmıştır.[6] Vahyî ilmin ışığında olgunlaşan benlik, Kur’ân ahlakı[7] şeklinde tecessüm etmiştir.

İlmin pratiğe aktarılması için evvela o ilmin getirdiği değer dünyasını da içselleştirmek gerekmektedir. İçselleştirilmeyen ilim sadece dilde kalır. Ömer b. Hattab’ın (ra) şöyle dediği rivayet edilir: “Benim bu ümmet hakkında en korktuğum şey, bilgili münafıklardır.” Kendisine “bilgili münafığın kim olduğu” sorulunca: “Dili âlim, gönlü cahil kimsedir.” diye cevap verir.[8] İlmin kişiyi olgunlaştırması için -diğer bir ifadeyle ‘bilgili münafık’ olmaması için- Hz. Peygamber’in vazettiği ilim adabı şöyledir: “İlim öğreniniz, onunla birlikte ilim için sekinet ve vakarı da öğreniniz. İlim öğrendiğiniz zata karşı hürmetli olunuz.”[9]

Hulasa ilim-ahlak ilişkisinin iki boyutu olarak ortaya koyduğumuz “ilimle amel etmeyi” ve “başkalarına ilmi öğretmeyi” hayata geçirmek için elzem olan hususlar vardır. Bunlar “imkân olduğunda ilim yapma mesuliyeti” ve ilim adabı diyebileceğimiz “ilim yaparken onunla birlikte sekineti ve vakarı öğrenmek”. Sekinet, müminin kalbini teskin eden ve ona emniyet/güvenlik hissi veren meleke veya şehvetlere meyletmekten ve korkudan uzaklaştırıp teskin eden akıl[10]; vakar, hafifliğin zıddı olarak ağırlık, yumuşak huyluluk, ağırbaşlılık ve ululuk manalarına[11] gelmektedir. Sekinet ve vakar kelimelerinin manalarına bakıldığında ilmin kişiye itminan ve ciddiyet veren yönünün olması gerektiği anlaşılıyor. Tatmin etmeyen ve ciddiyet vermeyen bilgi içselleştirilemez. İçselleştirilemeyen bilgi pratiğe geçemez. Bu bütünlük yakalandığında ilim beraberinde ahlakını da getirecektir. Aksi takdirde kitap yüklü merkeplikten veya bilgili münafıklıktan kaçış olamayacaktır.

“Sizler ilminizle amel etmedikçe âlim olamazsınız.” diyen bir Peygamber’in ümmeti olarak ilim ile hemhâl olmamız duasıyla…

Berra KEPEKCİ



[1] Buhârî, Fiten, 17, Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 10.

[2] “İlim, İslâm’ın hayatı, dinin direğidir. Kim bir ilim öğretirse, Allah onun ecrini kıyamet gününe kadar nemalandırır. Kim bir ilim öğrenir de onunla amel ve hareket ederse, Allah onun bilmediklerini de ona öğretmeyi üstüne alır.” İmam Suyûti, Câmiu’s-Sağir ve Tercümesi, ,Aydın Yayınevi, c. I, s. 88.

[3] Prof. Dr. Servet Armağan, İslm’da İlim ve İlim Adamı, İzmir, Işık Yayınları, 2010, s. 107.

[4] “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel eyledi.” Aclûnî,  c. I, s. 70

[5] Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, 5. Baskı, İstanbul, İrfan Yayımcılık, 1993, c. I, s. 90.

[6] “Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedik mi?” (Duhâ sûresi, 93/7)

[7] “Allah’ın Peygamberi’nin (sallallahu aleyhi vesellem) ahlakı Kur’ân idi.” (Müslim)

[8] Prof. Dr. Servet Armağan, İslâm’da İlim ve İlim Adamı, İzmir, Işık Yayınları, 2010, s. 53.

[9] Ramuzu’l Ehadis, s. 253; Dârimi, Mukaddime 24, 27.

[10] İsfehânî; Müfredât el-Elfâzi’l-Kur’ân, İstanbul, Pınar Yayınları, 2007, terc. Ömer Faruk Ozan, s. 735.

[11] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, Azim Dağıtım, sadeleştirenler: Doç. Dr. İ. Karaçam, Yrd. Doç. Dr. E. Işık, Dr. N. Bolelli, A. Yücel, c. VIII, s. 352.

 

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.