Mürekkep İle Kalem Arasında

 

Kırmızı gül yapraklarının rengini aldığında güneş, heybetli dağların ardından doğuyordu. Çok uzaklardan seher yeliyle gönderilen selamlar, bir bir ulaşıyordu gideceği yere. Gönderilen bu selamlarda hasret, üzüntü, gözyaşı ve sevgiliye özlem vardı. Yaradan’ın hikmetinde sakladığı sırları bir bir ifşa ediyordu aydınlıklar. Gökyüzünde bulutlar yerini bırakırken güneşe biri gitmemekte ve beklemekteydi, sabırla inatla. Tatlı bir musikiyi andıran rüzgâra kapılanlar oradan oraya savruluyorlardı. Kum taneleri üzerinde yürüyeni incitmemek için, birbirlerinin üzerinden akıp gidiyorlardı.

Yüreğimin sessiz kalp atışları arasında mırıldandığım kelimeler,  bir bir benliğime işliyor. Beni gittikçe ona bağlıyordu. Deryanın başında susuz kalmaktı benimkisi. Güneşli havada donmak gibi. O’na yakın ama O’ndan uzak.

Çaresiz bir seslenişti belki de. O’nun benim için yaptıklarını hatırlayınca hıçkırıklarım düğümleniyor boğazımda. Bu zamana kadar suskunluğumun bedelini

siyah mürekkebin kağıda döktüğü gözyaşı ile kalemin çıkarttığı sese ödetiyordum. Yıllarca anlatamadıklarımı kağıda bir bir yazarken kabaran nefesim gittikçe sakinleşiyor ve benliğim huzur buluyordu. O’nu anlatmak için önce O’nu okumalıydım. Her şeyini ezberlemeliydim ve O’nu en iyi ben bilmeliydim. Sonra yavaş yavaş nakşetmeliydim gönlüme. Acele etmemeli sabretmeliydim.

Bir ressamın saatlerini vererek uğraştığı resmi gibi özenle yazmalıydım onu kağıda. Bir hattat  “hu”’yu yazabilmesi için hissetmeli, sabretmeli ve yıllarını vermeliydi. Ben de O’nu anlatırken yıllara meydan okumalıydım. Boynu bükük bir “vav”  gibi eğilmeliydim Yaradan’ın huzurunda.

Kalemim titriyor…  O’nu anlatmak gittikçe zorlaşıyor. Ama anlatmalıyım. O’na duyduğum özlemi bir nebze olsun azaltmalıyım. Gökyüzüne bakıp onu anlatmak içim bir bahane ararken yerini terk etmeyen o bulut ilişiyor gözüme. Sanki o da benim gibi. Belli ki onun da bir isteği var. Özlediği, tepesinde duran güneşten fazla yakıyor gönlünü. Ne zaman ağlamak gelse içinden, yüreğinden kopan damlalar rahmet olup düşerken yere, yeni bir umut oluyor yerdekine. Tıpkı O’nun gibi. Sonra yeryüzüne dönüyorum. Yüreğimdeki ateşi söndürecek bir damla arıyorum. Bir kuşun sesinde buluyorum O’nun adını. Mecnun gibi takılıyorum ardına. Yuvasındaki yavrularının hıçkırıklarını duyuyorum sonra. Ve yuvaya götürülen bir kaç lokma. Sonra sessizliğe bürünüyor kainat. Beynimdeki düşünce yığınları arasında bulmaya çalışıyorum onun bizi ne kadar çok düşündüğünü. Biz daha bu fani hayata gelmeden bizim için nasıl gözyaşı döktüğünü, gecenin en karanlığında, secdede nasıl yalvardığını. O’nunla olamıyorum ama O’nsuz da olamıyorum. Kelimelerin bile kifayetsiz kaldığı yerde O’nu anlatmaya çalışmak belimi büküyor.

Hava kararıyor. Son bir gayretle etrafı aydınlatmaya çalışan mumu da penceremden gelen rüzgar söndürüyor. Ben yazmaya onu anlatmaya gayret ettikçe bu sefer de  mürekkep mani oluyor. Kalemimin kağıda çıkardığı ses yavaş yavaş kayboluyor. Tüm renkler silikleşiyor. Yanan bir mum gibi onu anlatmaya çalıştıkça eriyor tükeniyorum.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.