Bedrin Kılıçları Kulluğa Ayna İdi

Bedir’de savrulan kılıçlar kulluğun aynası olarak ışıldıyordu. Ashâbın coşkulu yüzü kılıçların parıldayan şavkına yansımış, kalplerinde yer alan ihlasın tezahürü ile bir oraya bir buraya aşk ile salınıyordu.

Bedir’de kulluk her bir neferde farklı farklı dile geliyordu...

Muhacir kulluğunu öne çıkardığı bu demde, İslam’ı  yüceltmenin ya da müşriklerin alay dolu kahkahalarında yok olmanın imtihanında sınanıyordu. Lakin onlar kul olmak ile izzet bulduklarından, mutluluğu kulluğun gölgesinde yakaladıklarından, verdikleri nice imtihan gibi buradan da başarı ile çıkıyorlardı. Onlar her zaman Allah’ın emrine tâbi, Rasûlünün (sas) yanında kenetlenmiş samimi bir duruş sergiliyorlardı. Bu dünyaya dair her şeyden sıyrılmış sade bir kul olarak adeta yeniden dirilmişlerdi. Mekke onların dünyası idi, Medine ise ahiretleri... Muhacir zühd ile zenginleşen kutlu kullardı.

Ensâr ise bambaşka bir şekilde yine kulluk ile sınanıyordu. Onlar varlıklarının ihtişamına kapılmadan verebilmenin onurunu yaşıyorlardı. Rasûlullah (sas) yanı başlarında idi. Her şeylerini yoluna kurban ederek O’nu (sas) koruyup kollayacaklarına söz veriyorlardı. Ancak savaş; bu başka bir şeydi. Sırada canlarını ortaya koymak vardı ki; aslında böyle bir şey için söz vermiş de değillerdi. Lakin Ensâr da biliyordu hakikati. Canı canana teslim eylemedikçe aşktan bahsedilmezdi. Aşk olmadan kul olunmazdı. Kulluk ile insan özgür kalır, aşk kanatları ile makamlar geçilirdi. Yaratanın rızasını hissedip, gönlündeki kulluk mutluluğunu ona karıştırıp coşmanın huzuru neyde vardı ki... İşte o güzelliği kaybetmemek gerekiyordu. Ve Ensâr da kulluk sınavını başarı ile geçiyor, söz konusu savaşta olsa her şeyleri ile Rasûlullah’ın (sas) yanında yer aldıklarını haykırıyorlardı.

Memnun  oluyordu Nebiler Nebisi. Mesrûr bir komutan olarak bu bir avuç insanın Allah’ın dinini yüceltmek için  hizmet  edeceğini biliyordu. Lakin en büyük bedelleri liderler öder. Rasûlullah (sas) da kulluğunun peygamberliğinden önce geldiğini gösteriyordu insanlığa... Çadırında oturmuş mübarek ellerini Hakk’a çevirip dua etmeye başlamıştı. Sarsıla sarsıla, yalvararak, iştiyak ve coşku ile niyaz ediyordu. Zafer istiyordu Mevla’dan... Ashabının her türlü dünyevi kisvelerden arınıp kulluk libasına sarınmasının mükâfatı olarak nusret ve yardım talep ediyordu. İnananların zayi olmaması için İslam’ın dünya üzerinde bayraklaşıp varlığını sürdürmesi için bu zafere ne kadar da muhtaçtık.

Efendimiz (sas) peygamberliği vesilesi ile, savaş meydanında öldürülecek müşriklerin  yerlerine kadar işaret ederken, O (sas) evveliyetle kulluğun gereği olarak duaya sarılmış ve ilâhî rıza ile buluşmanın coşkusunu yaşamıştı.  O önce kul sonra peygamber idi.

 “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”( Zâriyât 56) ilahi fermanı gereğince insanın yaratılış gayesi kulluğunun icrasıdır. İnsanın  varoluş serüveni, hayat mücadelesi, yaşadığı tüm olaylar, ona kulluğunu öğretmek ve kulluktaki samimiyetini artırmak için bahşedilmiş hediyelerdir. İnsanoğlunun mutluluğu, kulluğun edâ ve îfâsında saklıdır. Kulluğa engel olan tek şey nefistir. Enaniyeti, bencilliği, kibri besleyen nefis, ancak kulluk zincirine vurularak serdest edilir, sesi kısılır, nefesi tükenir. İnsanın salah ve refahına yol açılır.  Kulluğumuz dünyada  iken ahireti  satın alacağımız sermayemizdir.

Yaşadığımız çağda birer özgürlük savaşçısı haline dönüşen gençlerimizin hakikati görmeleri, derin mutluluk ve huzuru hissetmeleri, onlara vereceğimiz kulluk bilinci ile mümkün olacaktır.

Bedir’de parıldayan kılıçların şavkında görülen ve yansıyan hakikat, sahâbedeki kulluk idrakinin haykırışlarıdır.

Bu haykırış aksini bulmakta gecikmez. Ve yardım kapıyı çalar. Gelen; beklenen zaferdir...

İnsan vazifesini bilir, aczini idrak eder, Yaratanına yönelip ondan beklerse Mevla sekinetini indirir. Allah’ın murat ettiğinin dışında hiçbir hüküm gerçek olmaz. İnsanın payına düşen sadece kendisinden beklenen niyet ve çabayı ortaya koymasıdır.  Bunu gerçekleştirirse Allah onu destekler ve belki maddi  anlamda imkansız olan sebepler değişir ve sonucu  güzelleştirecek destekler ile farklı tezahürler yaşanır.

Kullukta samimi olan kulların niyetleri hürmetine Allah, az sayıdaki Müslümanları kalabalık olmaları  ve güçleri ile böbürlenen müşriklere üstün kılmıştır.  Melekler ordusu ile Müslümanları güçlendirmiş, kulluk bilincinin ne kapılar açacağını da bu ümmete ibret vesikası yapmıştır.

Mute seferinde iki yüz bin kişilik Rum ordusunun karşısında üç bin kişilik Müslüman ordusu istişaresini gerçekleştirirken Abdullah b. Revâha (r.a) şöyle diyordu:

 “Arkadaşlar! Biz insanlarla ne sayı ile ne de güçlerinin çokluğu ile savaşmayız, biz onlarla sadece Allah’ın bize ikramda bulunduğu bu din adına savaşırız.  Öyleyse yürüyün.  Göreceğimiz iki iyilikten birisi olacak, ya zafer ya şehadet...”

Büyük sahabe bu sözleri ile insanın üstüne düşenin, sadece Allah’ın ona yüklediği kulluk vazifesini yerine getirmesi gerektiğini ifade etmektedir. Sonuç Allah’ın takdirinden öte bir şey değildir. Ya zafer ya şehadet!  Allah zafer takdir etti ise; meleklerini gönderecek ve kullarını destekleyecektir. Zira Allah katından bu yardımın gelmesi de sadece vesilelerin teminini gerçekleştirmek içindir. 

Bedir’de şahlanıp ibret ve ders niteliğinde sembolleşen kulluk, asrı saadet ile ne büyük ulvî mutlulukların sebebi olacağını bizlere göstermiştir.

Aşk ile coşan kulluk insanı şâd eder, Allah’a olan kurbiyeti arttırır.  Bu duygular Mevlana’nın ifadesinde ne de güzel dile gelir:

 “Her kul köle olduğu kapıdan âzâd olunca sevinir, mesrûr olur, bense Senin uluhiyet kapında ne zaman kul köle olursam o vakit sevinir, şâd olurum.”

Allah’ım bizi kapından ayırma.  Kulluğundan öte bir zevki bizde bırakma.  Tüm ümmeti kulluğun özgürlüğü ile serbest kıl... Aziz kıl... Muzaffer kıl... Bizleri sana layık kul eyle... Âmin...

Yazar: