Bir Nefes Ümit

 

 

bir nefes ümitRebiülevvel ayları, gülümseyen çehresiyle Efendimizin doğum müjdesini getirir. Gölgesi üzerimize düşen yeni bir Rebiülevvel, gönlümüze taze ümitler serperken bize önemli bir görevimizi hatırlatır: İnsanlara sevgiyle kucak açmak, yeni Rebiülevvelleri yeni mü’minlerle birlikte kutlamak…

İnsanları sevmek, sevindirmek, yüzlerinde tebessüm çiçekleri açmasına vesile olmak Sevgili Efendimizin sünnetlerinden biriydi. Gülleri andıran mübarek yanaklarından bu sebeple tebessüm eksik olmazdı. Müslümanların birbirlerine dostça davranmasını, kardeşçe gülümsemesini isterdi. İçlerindeki iman parıltısının yüzlerine aks etmesini arzu ederdi. Saadetin sevinmekle değil sevindirmekle, gülmekle değil başkalarının yüzünü güldürmekle elde edileceğine inanırdı.

İşin aslına bakarsanız, Peygamber-i Zîşân Efendimizden de önce insanların sevinmesini, gözlerinin ve gönüllerinin aydınlanmasını isteyen, onları gerçekten çok seven ve iki cihanda mutlu olmalarını dileyen Cenâb-ı Hak’tır. Kur’ân-ı Kerîm’in onlarca âyetinde müjde çiçeklerinin rengârenk dalgalandığını görürüz. “Kullarımı müjdele!”, “Mü’minleri müjdele!” şeklindeki âyetler; “Müjde ve sevinç vardır onlara, hem düyada hem âhirette” tarzındaki beyanlar; cennetteki mü’minleri “Korkmayın, üzülmeyin, size va’d olunan cennetle sevinin” diye düğün bayram etmeye çağıran ilâhî ifadeler üzerimize ümit sağanakları halinde inmektedir. Demek ki insanları sevindirmek, gönüllerine ümit tohumları ekmek hem yüce Rabbimizin âdeti hem de Efendimiz aleyhisselâm’ın sünnetidir.

Cebrâil aleyhisselâm gibi bir dostu ve arkadaşı olan kimse, elbette bazı ilâhî sırlara vâkıf olur. Cenâb-ı Hakk’ın müsaadesi nisbetinde ötelerin ötesinden haberler alır ve bu haberleri yine Cenâb-ı Hakk’ın müsâadesi nisbetinde insanlara duyurabilir. Meselâ “Cebrâil aleyhisselâm bana geldi ve ümmetinden Allah’a şirk koşmadan ölecek kimseler Cennet’e girecektir, diye müjdeledi.” (Müslim, Îmân 153) şeklindeki hadisler Cebrâil aleyhisselâm’ın getirdiği ilâhi müjdelere bir örnektir. Peygamber-i Zîşân Efendimiz, bazı sahâbîlerinin âhiret hayatıyla ilgili sevindirici bilgiler aldıkça, bu bilgileri bir ölçüde onlara söyleyip sevindirmekten büyük haz duyardı.

Şimdi size Asr-ı Saâdet’in gönül okşayan o güzelim havasından konumuzla ilgili hoş bir hatıra sunacağım:ötesinden haberler alır ve bu haberleri yine Cenâb-ı Hakk’ın müsâadesi nisbetinde insanlara duyurabilir. Meselâ “Cebrâil aleyhisselâm bana geldi ve ümmetinden Allah’a şirk koşmadan ölecek kimseler Cennet’e girecektir, diye müjdeledi.” (Müslim, Îmân 153) şeklindeki hadisler Cebrâil aleyhisselâm’ın getirdiği ilâhi müjdelere bir örnektir. Peygamber-i Zîşân Efendimiz, bazı sahâbîlerinin âhiret hayatıyla ilgili sevindirici bilgiler aldıkça, bu bilgileri bir ölçüde onlara söyleyip sevindirmekten büyük haz duyardı.

O gün Ebû Mûsâ el-Eş’arî Hazretleri abdest alıp evinden çıktı. Kendi kendine “Bugün Rasûlullah’tan ayrılmayacağım. Bütün gün onunla beraber olacağım.” dedi. Mescid-i Nebevî’ye geldi. Peygamberler Sultanı’nı orada göremeyince nerede olduğunu sordu. Şu tarafa doğru gitti, dediler. O da o tarafa doğru yürümeye başladı. Yolda rastladıklarına Rasûl-i Ekrem’i görüp görmediklerini sora sora Medine’den tam üç kilometre uzaklıkta ve Kuba Mescidi’nin yakınında bulunan Eris Kuyusu’na geldi.

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Kuba Mescid’ine giderken buraya uğrar, ErisKuyusu’ndan su içer, abdest alır ve ayaklarını kuyuya sarkıtarak dinlenirdi. Ebû Mûsâ bahçe kapısına gelince Efendimizin abdest almakta olduğunu gördü. Kâinatın Güneşi daha sonra kuyunun kenarındaki taşların üzerine oturdu. Mübarek baldırlarını açarak serinlemek için ayaklarını kuyuya sarkıttı.

Ebû Mûsâ orada bulunduğunu arz etmek üzere gelip selâm verdi; sonra dönüp kapının önüne oturdu ve yine kendi kendine “Bugün ben Rasûlullah’ın kapıcısı olacağım.” dedi. Çok geçmedenHz. Ebû Bekir gelerek bahçe kapısını itti. Ebû Mûsâ:

“Kim o?” diye sordu. Kapıdaki:

“Ebû Bekir” deyince, bir kapıcı edâsıyla:

“Hele bekle!” dedi. Sonra Rasûl-i Kibriyâ’nın yanına giderek, “Yâ Rasûlallah! Ebû Bekir geldi. Huzura girmek için izin istiyor.” dedi. Cihan Güneşi’nin verdiği cevap, güneş ışığı gibi gönül aydınlatıcıydı:

“Girmesine izin ver ve kendisini cennetle müjdele!” buyurdu.

Ebû Mûsâ geri dönüp Ebû Bekir’e koştu ve insanı bir anda bahtiyarlığın doruğuna çıkaran haberi verdi:

“Rasûlullah’ın huzuruna girebilirsin, seni cennetle müjdeledi” dedi.

Peygamber aleyhisselâm’ın bu can dostu aldığı müjdenin derin hazzıyla onun yanına vardı. Sağ tarafına geçip kuyunun kenarındaki taşlar üzerine oturdu. Elbisesini toplayarak ayaklarını kuyuya sarkıttı.

Ebû Mûsâ kapı önünde beklerken kardeşini düşündü. Kendisi evden çıkarken o abdest alıp arkasından yetişecekti. Eğer Allah Teâlâ kardeşim hakkında hayır dilerse onu buraya gönderir, dedi. O sırada kapı çalındı. Ebû Mûsâ:

“Ömer ibnü’l-Hattâb” dedi. Ebû Mûsâ:”Kim o?” diye sordu. Dışarıdaki:

“Hele biraz sabret!” diyerek Fahr-i Cihân’ın huzuruna varıp:

“Ömer gelmiş izin istiyor.” dedi.

Gönüler Sultanı, Hz. Ömer’i sevinçten sarhoş edecek bir söz söyledi:

“Girmesine izin ver ve kendisini cennetle müjdele!” buyurdu.

Ebû Mûsâ süratle döndü ve müjdeyi bildirdi:

“Rasûlullah’ın huzuruna girebilirsin, seni cennetle müjdeledi.” dedi.

Hz. Ömer huzura vardı. Rasûl-i Ekrem’in sol tarafına geçerek kuyunun kenarındaki taşlar üzerine oturdu ve ayaklarını kuyuya sarkıttı.

Ebu Mûsâ yerine döndü. Yine kardeşini hatırladı. Bu bereketli ve müjdesi bol günde onun da gelmesini ve ilâhî feyizden nasibini almasını temenni etti. Derken kapı vuruldu. Bu gelen Hz. Osman’dı. Ona beklemesini söyleyerek Rasûl-i Zişân’ın huzuruna varıp Hz. Osman’ın geldiğini haber verdi. Şefkat Pınarı’nın bu defaki izni ve müjdesi ötekilerden farklı görünüyordu:

“Başına gelecek belâ ile birlikte onu cennetle müjdele!” buyurdu.

Ebû Mûsâ geri dönüp Hz. Osman’ın yanına geldi:

“Buyur, gir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başına gelecek belâ ile birlikte seni cennetle müjdeledi.” dedi.

Cennet müjdesine pek sevinen Hz. Osman Allah’a hamd etti. Sonra başına geleceğini öğrendiği belâyı düşünerek derin bir teslimiyetle “Allah yardımcım olsun.” diye söylendi. Kuyunun başına vardığı zaman orada yer bulamadığı için karşılarına geçip oturdu. Gerisini bilemediğimiz sohbetlerine devam ettiler. Bu olay Sahîh-i Buhârî (Fedâilü’s-sahâbe 5,6) veSahih-i Müslim (Fedâilü’s-sahâbe 29) başta olmak üzere birçok hadis kitabında yer almıştır.

Sır Yumakları

Hz. Osman’ın bu mü’min tavrında, Cenâb-ı Hakk’ın kaderine teslimiyetinde ve başına gelecek sıkıntılar konusunda O’ndan yardım istemesinde ne büyük ibretler ve dersler vardır. Başımıza gelmesi takdir edilen bir sıkıntıyı, gayb âleminden haberler alan biri bize bildirseydi, kim bilir ne kadar tedirgin olur, uykuyu tüneği yitirirdik. Fakat Hz. Osman, iman sıradağlarının dizildiği tevhid vadisinde, mütevazı bir teslimiyet tepesiydi. O sebeple hemen Allah’a hamd ve yardımını niyaz etti.

Burada, Peygamber aleyhisselâm’ın mucizesinin aynen gerçekleştiğini belirtmemiz gerekir. Dilediği zaman peygamberlerine gayb hakkında bilgi veren Cenâb-ı Hak, Hz. Osman’ın bazı azgın kişiler tarafından şehid edileceğini Rasûl-i Ekrem’ine bildirmiş, o da hayâ ve edep timsali sevgili damadına bu gerçeği üstü kapalı bir şekilde haber vermiştir.

Tâbiînin ileri gelenlerinden Medineli hadis âlimi Saîd İbni Müseyyeb Rasûlullah Efendimiz ile yakın dostlarının kuyunun başındaki oturuş tarzlarını, onların kabirlerine yorduğunu söyler. Gerçekten de Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in kabirleri Mescid-i Nebevî’de ve Rasûl-i Ekrem Efendimizin sağında ve solundadır.

Hz. Osman’ın kabri ise onların karşısına düşen Cennetü’l Bakî Kabristanı’ndadır.

Kulların Allah Üzerindekİ Hakkı

İnsanlara sadece acı gerçekleri haber vermek için değil, aynı zamanda ilâhî müjdeleri bildirmek üzere gönderildiği Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca belirtilen Rasûl-i Ekrem Efendimiz, ashâbını ve ümmetini sevindirmek, gönüllerini ümit rüzgârıyla doldurup onları saadet iklimine doğru kanatlandırmak için zaman zaman çeşitli müjdeler vermiştir.

Herkesin duymasında fayda görmediği bazı müjdeleri bir kısım sahâbîlerine bir sır gibi söylemiştir. Meselâ bir gün Muâz b. Cebel ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:

“Muâz! Allah’ın kulları üzerindekulların da Allah üzerinde hakkı nedir, bilir misin?”

“Allah ve Rasûlü bilir.”

“Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, O’na ortak koşmayan kimseye azâb etmemesidir.”

Gönül yelkenini ümit rüzgârıyla dolduran bu sözleri duyunca Muâz yerinde duramadı. Sevinçten yıldız yıldız parlayan gözleriyle sordu:

“Bu müjdeyi herkese haber vereyim mi, yâ Rasûlallah?” dedi. Rasûl-i Kibriyâ:

“Hayır, haber verme, buna güvenip ibadeti gevşetirler.” buyurdu (Müslim, Îmân 49).

Kulluğun şuuruna varan her Müslüman’ı sevinçten ağlatacak kadar güzel bu müjdeyi herkese duyurmayı Rasûl-i Zîşân da istiyordu. Onu Muâz’a söylemesinin başka ne anlamı olabilirdi? Fakat bu muştuyu herkes içine sindiremezdi. Bu sevinci herkes kaldıramazdı. Bu sebeple o günün şartları içinde söylemedi. Muâz ise hayatının sonuna kadar içine gömdüğü bu müjdeyi, vebal altında kalmamak düşüncesiyle ölümünden bir müddet önce yanındakilere haber verdi.

Aziz kardeşlerim! Her mü’min kendisini bir mübeşşir, yani bir İslâm davetçisi kabul etmelidir. İslâmiyet’in güzelliğini ve mükemmelliğini bilen, onsuz bir hayatın boş ve manasız olduğuna inanan her mü’min, iman saadetini bütün insanlarla paylaşmayı arzu etmeli ve bunun gerçekleşmesi için elinden geleni yapmalıdır.

Günümüzün insanı huzursuz ve tedirgindir. Gönlünü Allah’a bağlamayan, sırtını O’na dayamayan herkes büyük bir bunalım içindedir. Yanımızdaki yöremizdeki çaresiz insanlara, çeşitli sıkıntılar içinde bocalayan kimselere, bizim sahip olduğumuz değerlerden habersiz bahtsızlara acıyalım.

Onlara asla kızmayalım. Ümitsizlikten boğulan kimselere bir nefes ümit götürelim. Kâinatın Güneşi Efendimizin bize “Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz.” diye emrettiğini unutmayalım. İnsanları sevindirmek, onlara güler yüzle yaklaşıp kendilerini mutlu edecek şeyleri söylemek Peygamber Efendimizin sünnetidir. Bugün bu sünneti yeniden diriltmeye büyük ihtiyaç var.

Dertli, sıkıntılı ve bunalımlı insanımıza bir demet müjde sunalım. Gönül alacak sözler söyleyelim. Dinin güzel ikliminden, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz rahmetinden, Güneş Peygamber’in sevgi, şefkat ve şefaatinden diriltici soluklar ileterek onlara ümit verelim. İmam olarak, hatip olarak, vâiz olarak, yazar olarak, sohbet ehli olarak, kısaca mü’min olarak herkese İslâmiyet’in güler yüzünü gösterip taze can sunalım.


Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.