Yârenime Nâme 5: el-BÂSIT

    

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”(En’âm Sûresi 6/32)

 

Selam yârenim,

Daha dün tamamladım bir evvelki mektubu ama uzun zaman oldu sanki sana yazmayalı, ne yaptım bu aralıkta ben de bilmiyorum.

Bazen tıpkı şimdiki gibi hayatın rutin eli beni kavrıyor, önce şefkatle başımı okşayıp usul usul huzur üflüyor dimağıma, kalbime. Böyle zamanlarda annesinin kucağındaki bir bebeğin pembe beyaz yanaklarında oluşan gamzeler gibi rahat hamaklar kuruluyor yaşamımda. Orada Ashâb-ı Kehf’in yüzyıllar süren uykusuna benzeyen bir uykuya dalıyorum âdeta. Rabbimin “Kâbıd” ismi tezahürleri yüreciğimi hiç sıkmamış gibi geniş, öyle serazat. Bu dalgayı kaçırmamak için öyle sıkı sarılıyorum ki düş yorganıma, dünya gözümde küçülüyor, küçülüyor. Oyun ve eğlenceden ibaret kalıyor. Puslu bir camın ardından izliyorum gâilelerini insanların. “Niye koşturuyorlar bu kadar?” diyen küçümser bir algı oturuyor başucuma, biraz da alaycı bir gülüş var dudaklarında. “Nasılsa, önlerine çıkacak, her kılıkta geçimleri, rızıkları.  Belki onu yani kaderlerini tanıyamayıp ıskalamaktan korktukları içindir bu telaşları.” Bu defa, hoşgörülü bir tebessüm, başucumdaki algının dudaklarından havalanıp benimkilere konuyor usulca.

Sana soracaklarımı, hiç yanımdan ayırmadığım çantama dolduruyorum öyle zamanlarda. Beynimin kıvrımlarını başka saatlerde burgu gibi delen sualler, başlarını gizlendikleri yerden hiç çıkarmıyorlar; sanki onlar da rahat yataklarında derin ve hülyalı bir uykuya dalıyorlar. Öyle sessiz, öyle pürazat… Hiç ellemiyorum, bırakıyorum uyusunlar. Nasılsa bir vakit sonra esneyerek kalkacak, gerine gerine meydana çıkacaklar.

Şimdi niye yazıyorum peki? Uyandım mı tatlı rüyamdan? Çıktım mı huzurlu mağaramdan?  Hayır, uzaktan bakmaya devam ediyorum oyuncaklara. Küçümseyen ve alaycı gülümseyiş, eşlik ediyor hâlâ nazarıma. Sadece, bu defa beni bu halimle gör istedim. Hep kıvranan, buhranlı, hüzünlü dostun akıl danışırdı ya sana, bu kez “kalbi sobeleme üzerine” olsun bilmece dedim.

Adım gibi eminim ki bir süre sonra hislerim değişecek. Darboğazlardan geçeceğim yine. İşte o vakit bu düş yatağını hatırlayıp rahatlayacağım bir nebze. Dönüp duran, işi gücü bu olan kalbime misal vereceğim saadet demlerini. Fazla üzülmemesi için, zor günlerinde elinden tutacak hatıralar sunacağım ona. 

Haydi şimdi, müreffeh bir havayı soluyorken tahlil edeyim o lodoslu zamanı: Boğuluyorum, nefesim sıkışıyor, titriyorum, üşüyorum, korkuyorum… En önemlisi duyamıyorum. İlahî üfleyişi hissedemiyorum. En ücra köşedeki ruhî parçama kadar imtihanın farkına varıyorum. Kanallarım açık ama ne içimin zehri akıyor dışarıya, ferahlayabiliyorum ne de dışarıdan rahmet yağmuru doluyor içime, suya kanabiliyorum. Sâfi aklımla kalıyorum o zaman. Haykırıyorum: “Sana inanıyorum, her dediğine, elçinin kalbinden süzüp ağzından söylettiğin her sözüne: Kelâmın özüne… Sana güveniyorum.” Kendi kendime yüksek sesle tekrarlıyorum da bazen, endişeleniyorum diğer kulakların sahipleri yanlış anlayacaklar diye.

Öyle anlarda hayatın meşgalesi sarıyor dört bir yanımdan. Dünya büyüyor, büyüyor… Etrafımda devasa varlıklara dönüşüyor her şey. Oyun ve eğlenceye. Son derece tehlikeli bir oyun ve ölümüne eğlence dolu bir kazanın içinde, küçücük varlığımla o alay ettiğim, küçümsediğim koşuşturmacaya karışıyorum arkamdan itilircesine. Aklım fikrim hep huzurlu yatağımda. Gözüm hep o tatlı bebeğin, gül pembe yanağında.  Gamzeler kayboluyor. Ben Ashâb-ı Kehf’in geçtiği üç yüzyıllık zaman yolculuğunda savrularak geriye gidiyorum: Zalim sultana “Hayır!” deme sahnesi. Şimdi hızla dağa doğru koşmam gerekiyor. Ama gücüm yok. Yolun yarısında arkamdan kovalayan silahlı askerlere son kez dönüp bakacak kadar kuvvet buluyorum. Geliyorlar. Dermanı kesilmiş bacaklarım bükülüyor. Yere kapaklanıyorum, oracıkta dalıyorum bir kâbusun ortasına. Acı çekerek, gözyaşı dökerek, şikâyetler ederek sitemle örüyorum günlerimi.

Açılacağına kapının, dağılacağına koyu dumanın, yine saadetle dolacağına yüreğimin, pembeye boyanacağına âlemin, imanım tam. Müminim o anda da ama beyin itikadıyla daha ziyade. Zira o sırada kalp, diğer uzuvlara teselli hatta vefat zannıyla taziye ziyaretine gitmiş bulunuyor.

Ne dersin sevgili yârenim, sınavı geçer mi böyle hisseden bir talebe? Rahatken şımaran, küçümseyen; dardayken soruların zorluğundan mızmızlanan lâkin aslında sonuçtan ödü patlayan.

Seni, bütün dünyevî ve uhrevî kaygıların doruğunda edilen duaların merciine, el- Bâsıt’a emanet ediyorum.

Yazar: 

Comments

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.