Add new comment

Allah'ın Ulûhiyetini Her An Hissedenler, Ubudiyetin Zirvesinde Olanlardır

Mekke, taşına toprağına karalar bağlamış, için için inliyor… Bir tarafta Ammar b. Yâsir ve ailesi, bir başka yanda Bilâl b. Rebah, bir köşede Habbab b. Eret, başka bir yerde Zübeyr b. Avvam… İşkenceler acımasızca birbiri ile yarışıyor… Ziyadesinde açlık, susuzluk, hastalıklar, maddi imkânsızlıklar kol geziyor… 

Mekke sıcak… Yer, gök, güneş sıcak… Bir de kızgın iklimlerde dağlanan vücutların sinelerinde saklı iman aşkı sıcak… Tenleri yakıp kavuran; yakıcı güneş midir, vücudu lime lime doğrayan demir taraklar mıdır yoksa sahabi efendilerimizin gönüllerinde alev alev yanan iman ateşi midir? Alınlarda kabaran ter damlaları hangisinin sebebi ile süzülüyor? Sadece tahayyülünün tesiri altında dahi çıtırdayan kemikler, hakikatte maruz kaldığı bu eziyetlere nasıl göğüs geriyor? Kâinat, işkenceler altında inleyenlere şahitlik etmekten dahi sıkıntı duyarken, son nefesini veren yüzlerdeki tebessümün sırrı ne? Hangi kutsî tercih bu mutluluğun sebebi olabilir? Canlarının bu denli yanmasına rağmen onlar(r.anhüm),  ruhlarındaki İbrahimî teslimiyeti ve serinliği nasıl yakalamışlardı?

“Allah şüphesiz kendi yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe 9/111)

Yüreklerine “Elif” çekilmiş yiğitler… Muhabbetullah’ı öyle derin yaşadılar ki onu masivanın ciğerine inen bir hançer yapıverdiler… “Elif” dediler… Bu tatlı iksiri tüm letâifleri ile içlerine çektiler, âdeta emdiler… Gök kubbe huşu ile dinledi ve asla unutmadı bu kutsî sedayı: Allahu Ekber!

 İşte her zerresinde Rabbi’nin varlığını hissederek büyüyen isimlerden birisi: Abbâd b. Bişr (r.anh). Zâtu’r Rikâ Gazvesi’nde Müslüman ordusunun gece nöbetini tutmaktadır. Namaza durduğu sırada kendilerini takip eden bir müşriğin okuna hedef olur. Oku çıkarır ve kıyamda sabit kalır. Atılan ikinci ve üçüncü okları da vücudundan alıp kıyama devam eder. Rükû ve secdeyi tamamlayıp arkadaşını uyandırır. Arkadaşı ona niçin ilk okta kendisine haber vermediğini sorduğunda verdiği cevap, sahabi efendilerimizin ne yüce bir makam ve mevkide bulunduklarını özetler mahiyettedir: “…Bana art arda ok atmaya devam edince rükûya gittim ve seni uyandırdım. Allah’a yemin olsun. Rasûlullah’ın (sas) beklememi emrettiği bir gediğin korunması söz konusu olmasaydı, okuduğum sureyi terk edip kesmeden ruhum bedenimi terk ederdi.”

Sahabi efendilerimiz Kur’an okumak ve namaz kılmaktan bu denli büyük haz ve tat alıyorlar, canları pahasına da olsa bu duyguyu kaybetmek istemiyorlardı. Tüm benlikleri ile Allah’a bağlanmışlardı… Çünkü onlar eğitimlerini bizzat Fahr-i Kâinat olan Efendimizden (sas) almışlardı. O’nun (sas) billur sedası ile tepeden tırnağa değişmiş, feyzi ile halden hale geçebilmişlerdi.  Böylece tedrislerini tamamlamışlar ve gönüllerini ardına kadar hakikate açmışlardı. Meselenin esrarına sahip olunca aradaki perdeler birer birer açılıyor olsa gerek… Sanırım bu yüzden onların tek bir tespihlerinin tesiri bizim senelerce yapacağımız ibadetlere denk gelmektedir…

Onlar, (r. anhüm) pervanenin ışığa koşması gibi, nefislerini bilerek ve isteyerek cennet karşılığında Allah’a teslim etmişlerdir. Duydukları hazzın büyüklüğü ve aldıkları tadın sermest etkisi altında canlarının acımasının hiç önemi yoktur. Hem sonuçta şehadet şerbetini yudumlamak ihtimali de var ki; bu da her zevkin üstündedir…

 “Elif-Lâm-Mîm. İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece, “iman ettik” demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekilerini de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebût 29/1-3)

Rasûl-i Ekrem (sas)’in eğitim ve tenvirinden geçerek kemâl bulan sahabi efendilerimizin gönül dünyalarında en hâkim duygu Allah katındaki değerlerinin yüksek olması idi. Bu uğurda cefaya katlanmak, sözlerinde ne denli sebat ettiklerinin de bir göstergesi olacaktı.

Bizimle onlar (r.anhüm) arasında hayatın algılanması, yaşanması ve değerlendirilmesi mevzuunda ne denli farklılık olduğu ortadadır. Nefsinin tatminini tek mutluluk kaynağı yapanın; Allah’a yakınlığını artırarak yaşamayı seçene nispetle ne büyük gaflet içerisinde olduğu açıktır. Dünya hayatının sıkıntılarına “Allah’a verdiğimiz sözde sebat etmemizin delilidir.” gözüyle bakmadıktan sonra nasıl tahammül gösterilebilir? En küçük sıkıntıda velveleler koparan nefsim… Allah’a karşı yalancı çıkmaktan daha tehlikeli ne var?  

Mü’min olmak, malı ve canı Allah için feda edebilmeyi gerektirir. Allah’ın adını yüceltmek ve cihad etmek bir kulun en önemli vazifeleridir. Ubudiyet ancak bu şartlarla mümkündür. Şüphesiz sözünde doğru olanlar, bu esaslara sıkı sıkıya bağlanır. Maruz kaldıkları işkenceler Allah’ın adını yaymak ve yüceltmek uğrunda çektikleri sıkıntılardır. Bu sebeple sabır göstermek kullukta ne kadar sadık olunduğunun da bir göstergesidir.

 Sahabi efendilerimizin en önemli gördükleri husus kullukta daha ileri gidebilme gayretidir.  Bu bilinç onları ubudiyette zirveye taşımıştır. Çünkü onlar (r.anhüm) bilmektedir ki; Allah’a karşı kulluk, Allah’ın ulûhiyetinin gereğidir. O halde bizim kul olmaktan öte ne vazifemiz olabilir…

“Sizden önce gelenlerin durumu, sizin başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler: Allah’ın yardımı ne zaman, diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.” (Bakara 2/214)

Kulluğunun bilincinde olanlar asla ondan taviz vermeyecektir. İmtihanı da kul olmanın bir gereği olarak görecek ve sabredecektir. İşte o andan itibaren ilahî rahmeti celb ederek manevi ikramlara mazhar olacaktır. Bir kul için Rabbini yanında hissetmek ve O’nun rızası yolunda ilerlediğini bilmekten daha büyük bir neşe kaynağı olamaz.

Yüreklerine “Elif” çekilmiş yiğitler… Allah için kendilerinden geçtiler… Kul oldular… Yüceldiler… İsimleri yazıldı kâinata… Mücadelelerinin büyüklüğü hayran bıraktı… Onlar yataklarında ölmeyi ar kabul edip şehadeti yudumlayamamaktan hicap duydular…

Ve biz bir manevî kementle bağlandık onlara… Daha sıkı sarılalım, takip edelim izlerini… Kulluğu öğrendiğimiz bu kapıdan nasibimiz; bir “Elif” olsun… Yüreğimize çizilsin ve bir daha da silinmesin…

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.