Add new comment

Yârenime Nâme 8: el-VELÎ

“Biz onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar. Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar oradan çıkarılmayacaklardır.”(Hicr 15/47-48)

 

Sevgili yârenim,

Bu kez dostluk üzerine hasbihâl edeceğim seninle. Yazarken senin gülümseyen hep gülümseyen simanı, arada onaylayan bir bakışını görür gibi olduğumdan tek taraflı konuşmadan ziyade sohbet tadı veriyor bu nâmeler bana zira.

“Dost kimdir?” sorusuna pek çok cevaplar bulunmuş tarih boyunca: “Öteki bendir, iki ayrı vücuttaki tek bir ruhtur, yanında yüksek sesle düşünebildiğin kişidir” diyen de olmuş;  “rahatlık veren bir merhem”e benzeten de. En ünlü aşığımızsa: “Dünyaya gelmemde maksat ne idi/ Bir sadık dost bulup dem sürme idi” diyerek meseleye olmazsa olmaz cepheden giriş yapmış.

Sen ne dersin? Sana her hitapta “yârenim” diyorum ya, dostluğumuz iyiden iyiye palazlandığında, birbirimize acı söyleyip kırılmayacağımız demler geçirecek miyiz? Seninle daha samimîleştiğimiz, kâh benim seni nazladığım kâh senin beni şımarttığın anlar yaşayacak mıyız? Ben söylemeden içimden geçenleri yüzümden okuyacak, sıkıntılı olduğumu hissedip, ben aramadan henüz, sen arayacaksın belki. Belki kalpleri evirip çeviren Rabbim bir gün farklı hissetmemizi murat edecek, bilmiyorum. Kırılıp güceneceğiz birbirimize. “O da anlayamadı beni.” diyeceğiz. Sonra bu imtihan yurdundaki bütün ilişkilerin, yanlış anlamalara gebe olduğunu, “kuluz, kusurluyuz” idrakiyle kavrayacak, gerçek dostluğun içimizden kinlerin söküldüğü yurtta olduğu bilinciyle, o yurtta olmayı niyaz ede ede, istiğfar çekerek birbirimize koşacağız.

Özlemini çektiğim nitelikte ahbabım oldu, olmadı değil. Ama ben hep bir adım ötesini düşledim. Sözsüz cümlelerin kurulduğu, derin sükûtların muhabbet ettiği dostluklar. İzah etmeye çalışayım, dilime düşen sınırlı kelimelerimle. Kelimelerim? Emanet sözcükler bunlar, benimsemek pek doğru görünmüyor ya neyse…

Bir arkadaşımla güzel bir telefon muhabbetimiz vardı ama yan yana gelince konuşacak bir şey bulamazdık. Bir başkasıyla harika ders çalışırdık. Vize ve final dönemlerinde öyle uyumlu bir birlikteliğimiz vardı ki… Âdeta cümlelerimizi tamamlardık ders notlarını okurken. Ama kötü bir sohbet arkadaşıydım. “Arkadaşıydı” demiyorum, ben ayak uyduramazdım onun sohbetine. Hatırlar hatırlamaz gülümsediğim bir diğer dostun, espri dili o kadar içime işlerdi ki bayılırdım onunla komedi filmi izlemeye. Hayatımızdaki benzer tipleri beraberce hicvetmeyi pek severdik. Lakin duygusal filmlere gidemezdik birlikte. Romantik damarımın arkadaşı, başkasıydı. Kahramanların ne kadar anlayışlı veya anlayışsız olduğunu masaya yatırıp saatlerce teşrih ettiğimiz o dostun bu yönü tam da ruhuma temas ediyordu. Gezi rehberliğine güvendiğim bir başka arkadaşım, benim yazıya olan aşkımı anlayamıyordu, ben de onun tarihe olan düşkünlüğüne denk bir hayret duyamıyordum sarayları, müzeleri gezerken. En az beş başlıkta tam bir insicâm içerisinde bulunduğumuzu fark ettiğim dostumla ise yemek ve mûsikî zevklerimiz taban tabana zıttı.

            Gün geçtikçe bir kişide adım adım çoğaltacakken benzerlikleri, ansızın fark ettim ki her çiçekten bal alan bir arıya dönmüşüm. Hayatım da rengârenk bir çiçek bahçesine intikal eylemiş. Hercai menekşe mi anlatır bu durumu? Çok arkadaşı olmak hiç arkadaşı olmamak mıdır sence? Arkadaş, dost, yâren sıralamasına inananlardan mısın? Benim biraz evvel sıraladıklarıma katılır mısın?

            Seninle ne şekilde kuracağım dostluk çerçevemi? Zor soru değil mi? Bak, bir duvar yazısından zihnime damlayanlar: “Kendini düşünmeyen insan ararız ama onu kendimiz için ararız.” Ne bencil bir varlığız. İnsan aslında dost değil köle arar, diyen bir özdeyiş de anımsar gibiyim. Sahiden köle mi arıyoruz kendimize? Her derdimizi dinleyecek, her acımızı paylaşacak, her çağırdığımızda koşacak ve her ağladığımızda kucak açacak biri aslında bu dünyada yok. Kısa ve belli bir süre için annemizin omzuna yüklenmiş bir görevdi belki ama o da sınırlı ve geçiciydi. Geçti, büyüdük. Bizler anne yaşındayız şimdi. Ama hâlâ öyle sıcak, sorgulamadan saran bir kucağa ihtiyaç duyuyoruz işte.

Aslında Allah’ı arıyoruz değil mi yârenim. Refik-i âlâ’yı,  “en yüce dost”u… O’na varana kadar bu dünyada kurduğumuz tüm alâkalar özürlü.

İstediğim gibi anlatamadım yine, sözü uzattım. Lâkin sen ne demek istediğimi, emanet kelimelerin yanıltıcı kılıfından soyup anlayıverdin beni dostça değil mi? Dostların en yücesine, el-Veliy’ye emanet ediyorum biriciğimi.

 

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.