Add new comment

Meşhur akâid kitaplarımızda miraç hadisesine yaklaşımlar

Son günlerde tüm dünyanın maruz kaldığı salgın hastalık sebebiyle birçoğumuz vaktimizin büyük bölümünü evlerimizde kalarak geçiyoruz. Ancak zaman bizimle birlikte durmuyor; bilakis akıp geçiyor, bereketli üç aylar devam ediyor, aralarda kandiller güzel yüzlerini gösteriyor ve ileride mâh-ı mübarek olan Ramazan-ı şerîf tüm göz kamaştırıcılığıyla bizleri bekliyor.

Her kulun olabildiğince hakkını vererek değerlendirmesi gereken bu kıymetli zaman dilimlerini gelin birlikte ilmî bir konuyu inceleyerek değerlendirelim ve akâid kitaplarımız üzerinden özet mahiyetinde bir "Miraç okuması" yapalım. Böylece vaktimizi ilmî bir faaliyete ortaklık etmenin ecir ve sevabına nâil olmaklıkla geçirelim.

Bu yazıda miraç hadisesi hakkında kadim ulemânın görüşlerini bir kaç ana başlık altında kısaca inceleyeceğiz. Fayda hâsıl olmasını niyâz ederim.

1. Akâid ne demektir?

Biraz sonra akâid kitaplarından iktibaslar yapacağımız için öncelikle akâidin ne demek olduğunu iyi bilmemiz gerekiyor.

Akaid, "düğümlemek" mânasındaki "akd" kökünden türemiş bulunan "akîde" kelimesinin çoğuludur. Aynı kökten türetilen ve "iman" ile eş anlamlı olarak kullanılan "itikâd" kelimesi ise "düğüm atmışçasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, gönülden benimsemek" demektir. Bu durumda "akîde" "gönülden bağlanılan şey" anlamına gelir; bir terim olarak da “inanılması zaruri olan ilke” (iman esası, mü’menün bih) diye tarif edilebilir. Buna göre "akâid", "İslâm dininin temel kaideleri, inanılması zaruri hükümleri" mânasına gelmektedir. Bu temel kaidelerden bahseden ilme de "akâid ilmi" denilmiştir (Geniş bilgi için bkz: Ahmet Saim Kılavuz, "Akaid", DİA, TDV yay., İstanbul, 1989, c. 2,  s. 212-216).

2. Selef âlimlerinin görüşleri neden önemli ve belirleyicidir?

"En çok ısınanlar ateşe en yakın olanlardır." denmektedir. Yani bir şeyin kaynağına kimler en yakınsa ondan en çok istifade edenler yine onlardır, bu oldukça doğal ve akla yatkın olandır.

Kaynağından yol bularak akıp giden bir nehir düşünelim; kaynağa en yakın olanlar en temiz suyu içenler olacaklardır. Çünkü nehrin yatağı uzadıkça içine düşenler sebebiyle suyun bulanması muhtemeldir.

Akâid kitaplarının yazımına hicrî birinci asrın sonlarında başlanmıştır. Vefat eden son sahabenin de yine hicrî birinci asrın sonlarında vefat ettiğini düşünürsek; akâid kitaplarımızın içerdiği bilgilerin henüz İslâm'ın ilk dönemlerinde, İslâm'ın ilk muhataplarından öğrenilen bilgilerle derlendiğini göreceğiz. Yani selef ulemâmız kaynağa bizden daha yakındır ve nübüvvet pınarından en berrak suyu içenler onlardır.

Dolayısıyla akâide dair konuları Hz. Peygamber'in (s.a.s) arkadaşlarından öğrenip derleyen kadim ulemâyı; yani dinin menbâ-ı aslîsine en yakın olanları hiçe saymak, mevzuları onlardan iyi bilip anladığını iddia etmek en hafif tabirle had bilmezliktir, gülünç duruma düşmektir.

Evet, selef ulemâmız efendimizin (s.a.s) yaklaşımlarını en iyi bilen, kendi birikimlerinin de yardımıyla rivayetleri doğru değerlendirme yöntemlerine vakıf olan, en önemlisi de düzgün çalışan bir İslâmî kafa yapısına sahip olan kimselerdir.

Konuya şöyle bir örnekle açıklık getirmemiz mümkündür:

Malikî mezhebine mensup bir hanımefendi bir gün içinden çıkamadığı bir hususta fetva almak için bölgesindeki kadıya müracaat eder. Kadı kendisine; "Sana Kur'an'a göre mi hüküm vereyim yoksa İmam Mâlik'in söylediğine göre mi?" diye sorar. Hanımefendi bunun üzerine; "Bana İmam Mâlik'in fetvasını söyle." der. Aldığı cevaba biraz içerleyen kadı bu defa; "Sen ne biçim Müslümansın ki ben sana Allah'ın kitabıyla hüküm vereceğimi söylüyorum sense ısrarla İmam Mâlik'in fetvasını istiyorsun!" şeklinde sitem eder. Hanımefendi de kadıya son olarak şu cevabı verir; "Hayır, ben yine Allah'ın kitabında yazanı istiyorum ancak biliyorum ki İmam Mâlik bu kitabı senden daha iyi anlamıştır."

Ne kadar da yerinde bir yaklaşım değil mi?İşte anlatmaya çalıştığımız budur. Zaten düzgün çalışan bir aklın varacağı sonuç da budur. Peygamberlik nuruna daha yakın olan, en hayırlı nesle en yakın olan elbette dinî konuları bizden daha iyi bilmelidir. Zira zihni henüz bulanmamış, mevzuları Hz. Peygamberin (s.a.s) arkadaşlarından bizzat talim etmiştir.

3. Meşhur akâid kitaplarımızda miraç hadisesine yaklaşımlar

Akâidin ne olduğunu ve neden selef alimlerimizin görüşlerinin önemli olduğunu öğrendikten sonra şimdi bazı meşhur akâid kitaplarımızda geçen miraçla ilgili bölümlere hızlıca göz atabiliriz.

a) el-Fıkhu-l ekber/ İmam-ı Azam Ebû Hanîfe (ö. 150/767)

"Miraç olayı haktır.. "

b) el-Akîdetü't- Tahâviyye/ Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme et-Tahâvî (ö. 321/933)

"Mirac haktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) isrâ yapıp, bizzat ve uyanık bir şekilde göklere yükseldi. Ondan öte de Allah'ın dilediği yüceliklere erdi. Allah tealâ O'na dilediğince ikramlarda bulundu ve O'na vahyedeceğini de etti.. "

c) Kitâbü'l-menâhic/ Ebû Mansûr el-İsfahânî (ö. 418/1027)

"Nebî (s.a.s) ruh ve bedeniyle bir gecede miraç etmiştir. Cenneti, cehennemi, melekleri ve tüm peygamberi görmüştür. Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya yürümüştür..  "

d) Akâidü'n-Nesefî/ Ömer b. Muhammed en-Nesefî (ö. 537/1142)

"Resulullah'ın bizzat ve uyanık olarak göklere yükseldiği, Allah'ın dilediği en yüce makama çıktığı miraç hadisesi haktır.."

5) el-Emâlî/ Ali b. Osman el-Ûşî (ö. 575/1179)

"Miraç hadisesi haktır, doğrudur. Hakkında nas ve haberler mevcuttur.."

e) el-Kasîdetü'n-nûniyye/ Hızır Bey(ö. 863/1459)

"O'nun miracı bedeniyle ve uyanık halde iken olmuştur. Bu da ayet-i kerîme, meşhur ve âhâd haberlerle sabittir.. "

f) Cevherü't-tevhîd/ Ebû İshak İbrâhim b. İbrâhim el-Lekānî (ö. 1041/1631)

"Miraç mucizesine kesin bir şekilde, rivayet edildiği gibi inanmak gereklidir…"

Esere aynı yaklaşım hakim

Hicrî ilk yüzyıllardan başlayarak hicrî on birinci yüzyıllara kadar her yüzyılın en önemli akâid eserlerinde özetle alimlerimizden bize intikal edenler işte bu şekilde. Tüm eserlerdeki ortak görüş ittifakla miraç hadisesinin hak olduğu ve Efendimizin (s.a.s) cism-i mübârekleriyle miraç ettiği yönündedir.

Hal böyle olunca bizlere alimlerimizden geldiği şekilde miracın hak olduğuna inanmak, inkara varan görüşlerden uzak durmak düşmektedir.

Burada bir de arı-duru, anlatımların pîri Yunus Emre hazretlerinin, hepimizin ezbere bildiği, miracı anlatan şu güzel dizelerini hatırlatmakta fayda var:

"Yedi kat gökleri seyrân eyleyen,

Kürsînin üstünde cevlân eyleyen,

Miraçta, ümmetin Hak’tan dileyen,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed…"

Son olarak belirtelim ki tüm bunlara hiç dalmadan Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin mısralarındaki gibi tertemiz bir inanışa sahip olmak en güzelidir. Söz konusu mısralar şöyledir:

"Ol cihanın fahrinin sırrına kurbân olayım,

Hutbe-i levlâk inen şanına kurban olayım.

Kâb-ı kavseyni ev ednasına kurban olayım,

Ben onun ilm ile irfanına kurban olayım,

Ben onun esrar-ı miracına kurban olayım…"

Tüm İslâm âleminin kandilini tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dergâh-ı ilâhîden niyaz ederim.

Kaynak: dünyabizim.com

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.