Add new comment

Bir Baba İnsan: AKİF BABALI

Tamer YILDIRIM*

Kendisiyle ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Sık gördüğünüz veya görmek istediğiniz insanlarla ortaya çıkan ilişkilerde böyle bir nitelik vardır. Yakın akraba veya arkadaşlarınızın çoğunu ilk ne zaman gördüğünüzü hatırlayamazsınız. Hatırlamanıza gerek yoktur çünkü sürekli bir birlikteliğiniz vardır. Tıpkı içinde yaşadığınız yeri sürekli veya uzun süreli orada kalacağınızdan dolayı çok fazla araştırmamanız gibi. Bundandır İstanbul’da doğup büyüyen ve orta yaşlarına gelmiş olmasına rağmen Sultan Ahmet’i, Ayasofya’yı Topkapı Sarayını görmemiş olanların varlığı. Bir gün gideriz deyip oralara gidemeden bu diyardan gidenler çoktur.

1961’de İstanbul’da doğan Akif Babalı’yı tanımlamak için iç içe olduğu ve içselleştirdiği dolayısıyla ilave bir şeye ihtiyaç duymadığı şeyi tek kelimeyle özetleyebiliriz: Eğitim. Çünkü kendisiyle her karşılaştığımda bununla alakalı ya bir anısını anlatır ya izlediği bir olayın değerlendirmesini sunar veya o anda kendiliğinden gelişen bir olayda mevzunun kendisini uygulamalı olarak gösterirdi. Dolayısıyla adının gönül bağının bulunduğu bir okulun mescidine verilmesini en çok o hak etmektedir. Her ne kadar kendisi mimarlık eğitimi almış olmasına rağmen insanların içinde yaşadıkları yapılarla değil, insanların içlerinde bulundurdukları kalplerinin yapılandırılmasıyla ilgilenmiştir. 

Darbelere alışkın bir toplum olarak postmodern biçimini yaşadığımız 28 Şubat sürecinin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı dönemlerde yatılı yaz kuran kursları dini bilincin kavranması noktasında oldukça işlevsel bir yere sahipti. Özellikle imam-hatip okullarının dışında kalan çocukların eğitiminde kurslar önemliydi. Gerçi İmam-Hatipler içinde durum çok farklı değildi. Akif Babalı da bu tür yerleri bilir ve imkân kabilince ziyaret etmeye çalışırdı. Kendisini uzun zamandır görmediğimden onu her zaman güleç olan yüzüyle benimde uğradığım bu yerde görünce sevindim. Fakat uzun süre kalamayacağını geçerken uğradığını söyleyince artık olduğunca konuşuruz diye düşünürken kendisi hemen izlediği bir izcilik programından hareketle öğrencilerin topluca hareket etmelerinin olumlu davranışları onlara kazandırmanın tekniklerini anlatmaya başladı. Hem onunla görüşme isteği hem içinde bulunulan ortam bir de onun anlatım tekniğiyle birleşince anlattıklarının hepsi bugün dinlemişim gibi aklımda kaldı. Olay şu; televizyondaki izcilik programı nelerin nasıl yapıldığıyla alakalı idi. İzcilik kamplarına çocuklarını gönderen veliler kampla ilgili olumlu kanaatlerini açıklıyorlardı. Kimisi benim çocuğum ıspanak yemezdi ama kamptan sonra yemeye başladı. Diğeri benim çocuğum sofradan tabağını kaldırmazdı, şimdi kardeşlerininkini bile kaldırıyor. Bir diğeri benim çocuğum odasını, yatağını toplamazdı ama artık düzenli bir hale geldi. Bu şekilde olumlu kanaatler daha sonra kamptaki hocalara sorulunca onlar bunları zorlamayla değil topluluğun bir parçası olma şuuruyla kazandırıldığını belirttiler. Yani izcilikte her on kişilik grup bir birliği ifade ediyordu. Her birliğinde puan tablosu vardı. Mesela o grupta bulunan biri o gün yemeğini yemezse veya yatağını toplamazsa bu onların puanın eksik olmasına ve diğerlerinin gerisinde kalmasına neden oluyordu. Akif Babalı da bu sistemin kurstaki çocuklar üzerinde de uygulanma ihtimalini anlattı. Bunun hem çocuğun olumlu ve kalıcı davranışlar geliştirmesinde hem de ailelerin olumlu kanaatlere sahip olmasında etkili olabileceğini belirtti. Toplamda 15 dakikadan fazla kalamadı ama kaldığı vakitte de orada bulunan bütün sorumlulara bunları anlatmaya ve uygulama konusunda dikkatli olmaları hususunda uyarıda bulundu.

Akif Babalının, ortaokul ve lise döneminde öğrenci evlerinde kalan arkadaşlarımızı yaz yaklaşmakta olduğu bir dönemde ziyaretinde ben de oradaydım. Yine güleç çehresiyle bugün çok önemli olduğu belirtilen ama o dönemin neredeyse kendisini gösteremediği cami yaz kuran kurslarına bir anısını anlatarak dikkat çekti. Kendisi de öğrencilik yıllarında cami kuran kurslarında görev yaptığını anlattı. Tabi sadece kuran okumayı öğretmediği aynı zamanda çocukların ortamı sevmeleri için beraber futbol maçı yaptıklarını, piknikler düzenlediklerini de belirtti. En son gittikleri piknikte birde üzerinde “İstikbalİslam’ındır” yazan bir bez afiş hazırlattı ve pikniğin sonunda bütün çocuklar bu afişin arkasında durarak resim çektirdiler. Akif Babalı yakın bir zamanda bir sohbettensonra tanımadığı bir gencin yanına gelip kendisinin tanıyıp tanımadığını sorduğunu ve tanımadığını söyleyince bu genç o yaz kuran kursunu anlatıp kendisini hatırlaması için İslam’ın İ’si olduğunu söyleyince bu durum çok hoşuna gitti ve bizlere de yaz kurslarına önem vermemizi bu gibi aktivitelerle öğrencilerin zihninde güzel izler bırakmamız gerektiği söyledi. Çünkü zihin ard alanında olanlar bir dönem dikkate alınmasa da daha sonrasında mutlaka ön plana çıkarlar ve insanın hayatını şekillendiren unsurlardan biri olurlar. Tıpkı imam-hatip yıllarında kaba tabirle serseri diye nitelendirilen zıpır çocukların, gençlerin ilerde istenen, arzulanan davranışlara sahip kişiler haline gelmesi gibi. Tabi yine görüşme kısa sürdü.

Bir arkadaşımla bir gün Kadıköy’de işimiz vardı bu arada fırsat bu fırsat işyeri burada bulunan Akif Babalı abimize bir selam vermek amacıyla uğradık. Akif Babalı o dönemde fazla yaygın olmadığından bilgisayar da yazı yazılması ve çıktı anması gibi işlerle de uğraşıyordu. Bu selam verme esnasında da şöyle bir olaya şahit oldum: Görünüşünden muhafazakâr bir yapıda olmadığının anlaşıldığı bir üniversite öğrencisi ödevinin yazımından sonra almaya geldiğinde Akif Babalı adını, nerede okuduğunu, ne yaptığını ayaküstü sordu devamında öğrenci olduğundan normal ücretin daha altında bir ücret aldı. Öğrenci mütebessim bir çehreyle oradan ayrıldı. Akif Babalı yine bir şeyler anlatmak istedi. İnsanlarla tek sefer değil farklı zamanlarda karşılaşmak amacıyla ilişki kurulur. İsteseydi diğer pek çok işletmenin yaptığı gibi normal ücretlendirme ne ise onu alır, sanki bir daha mı gelecek şuuruyla tanışmaya kalkışmazdı. Yani yaptığı işi de yine insanlara anlatmak istediği olguların toplandığı bir hareket alanı haline getirmişti.

Akif Babalı ile sanırım en son bir arkadaşın düğününde görüşmüştük. Bana ne yaptığımı sorunca 28 Şubatın izlerinin devam ettiği bu dönemde işsiz olduğumu ve işsiz olduğumdan dolayı yüksek eğitime başladığımı söylediğimde bana o zaman için beddua gibi gelen bugün için ise dua makamında olan şu sözleri söylemişti. “İnşallah profesör oluncaya kadar iş bulamazsın”. Güldüm ama bir yandan da içimden yok o kadar da sürmesin demiştim. Çok şükür şimdi o yolda yürüyorum lakin yürürken yolların sevilen dostlarla ayrılması insanı üzüyor. Fakat son görüşmemiz de yine bir şekilde eğitim üstüne oldu.

Onu tanıyan ama ondan şikâyetçi olan muhtemelen hiç kimse yoktur. En azından ben tanımıyorum. Bazen canınız sıkkın olduğunda görsem, konuşsam dediğiniz insanlar vardır ve onlarla görüşünce olumsuz ruh halinden kurtulursunuzya Akif Babalı öyleydi işte. Her zaman güleç ve aydınlık bir yüz, asla ötekilemeyen, ötekileştirmeyen, itici olmayan bir üslup, işleri kolaylaştıran, sevdiren, kendine çeken bir tavır. Rabbimin işinden elbette sual olunmaz. Ama 2006 yılında dönüş yurduna giden Akif abi sanki erken gitti. İnsanlar senden razıydı, ruhun şad mekânın cennet, ulaştığın uğruna yaşadığın Allah’ın rızası olsun.

 

*Sakarya Üniversitesi – İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.