Add new comment

Manevî İklimimizi İhya Edecek İlahî Nefes: Sünnet – I


Meşhur zâhid Bişr b. el-Hâris el-Hâfî (ö. 227/842) Sünnet’i, ‘İslam’ olarak tarif eder[1]. Bu bakımdan Sünnet, havaya, suya duyduğumuz ihtiyaç kadar kaçınılmaz ve hayatî bir önemi hâizdir. Özellikle de en büyük zaafları yaşadığımız ve en çok kayıp verdiğimiz manevi iklimimizin, Sünnet’in her daim tazelenen ilahî esintisiyle ihya edilmesi tartışılmaz bir değerdedir. Zira “kalb”e sahip bir insan ferdiyiz. Kalp ise “evirilip çevrilmek, tersyüz olmak” demektir. Çevremiz, kalbimizin yönünü çevirecek, itaat ayarını bozabilecek ve ibadet sebatını sarsabilecek potansiyel tehlikelerle dolup taşmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimizin (sas) bizlere: “Ey kalpleri evirip çeviren (Allah’ım)! Kalbimi, Senin dinin üzere sâbit kıl[2] duasını öğrettiğini görmekteyiz. Bu gerçeğin işaret ettiği en önemli husus ise, insanın her zaman aynı manevî haz ve kuvvette olamamasıdır.Konuyla ilgili olarak saadet asrından günümüze ışık tutan ilginç örneklerden biri şöyle:

Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerinden Hanzala el-Üseyyidî anlatıyor:

“Bir gün Ebû Bekir’le karşılaştım bana: ‘Hanzala, nasılsın?’ diye sordu. Ben de: ‘Hanzala münafık oldu’, dedim. Ebû Bekir: ‘Sübhanallah! Sen ne diyorsun böyle?’ dedi. Ben de: ‘Resûlullah’ın (as) yanında olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemi baş gözümüzle görüyormuşçasına anlatıyor ve bize uyarılarda bulunuyor ama O’nun yanından ayrılır ayrılmaz hemen çoluk-çocuk ve çarşı-pazar telaşına dalıp gidiyor ve öğrendiklerimizin çoğunu unutuveriyoruz’, diyerek meseleyi izah ettim. Bunun üzerine Ebû Bekir: ‘Vallahi ben de aynı şeyleri hissediyorum’, dedi. (O da aynı dertten muzdarip olduğu için) beraberce Hz. Peygamber’in huzuruna çıktık ve ben: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Hanzala münafık oldu’, dedim. Resûlullah: ‘Nedenmiş o?’ diye sorunca ben de: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Senin huzurundayken, gözümüzle görürcesine bize cennet ve cehennemden bahsediyorsun ama Senin yanından ayrılır ayrılmaz hemen çoluk-çocuk ve çarşı-pazar telaşına dalıp gidiyor ve öğrendiklerimizin çoğunu unutuveriyoruz’, şeklinde durumu anlattım. Bunun üzerine Resûlullah (sas): “Canımı elinde tutana yemin olsun ki, eğer dışarıda da benim huzurumda olduğunuz hâl üzere devam edebilseydiniz, melekler sizinle, yataklarınızda ve yürüdüğünüz yollarda tokalaşırlardı. Ne var ki Hanzala, (insanlık hali) kimi zaman böyle, kimi zaman da böyledir.[3]buyurdu.

Belki de Kur’ân-ı Kerim’de insanların, “nefislerine zulmedenler, orta yolu tutturmuş gidenler ve hayırda öncülük edenler[4] olmak üzere üç sınıfa ayrılmasını da bu hakikat çerçevesinde bir kez daha okumak gerekir.

Ne var ki bu kaçınılmaz gerçek, manevî iklimimizi büsbütün çorak kılmayı, ezelî ve azılı düşmanımız şeytanın ayartmalarına açık olan yüreğimizi tamamen denetimsiz bırakmayı gerektirmez. Hadisimizden hareketle söylersek, Sevgili Peygamberimiz (sas), iman makamında en derin gönül coşkusuna sahip Hz. Ebû Bekir ve Hz. Hanzala’nın hissettikleri nifak endişesinin yersiz olduğunu beyan ederken, kendi mübarek huzurunda bulunmaya devam etmelerini de takrir ve tavsiye etmiş olmaktadır. Bir diğer ifadeyle, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem‘in huzurunda duydukları hazzı her zaman ve mekânda hissetmemeleri, onları, O’nun kutlu meclisinden bütünüyle uzaklaşmaya itmemeliydi; her halükârda bu meclise devam etmeliydiler… Nitekim öyle de olmuştur. Zira meleklerle musâfaha şerefine nail olabilmek, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk bilincine erebilmek, “eli kârda gönlü yârda” ufkuna ulaşabilmek için ve belki de ömrümüzde bir defa gelip kapımızı çalacak o cennet muştusu misafirin hatırına kapıların daima açık tutulması lazımdı…

Sâdıklarla Beraber Olmak

Bu çerçevede hadis-i şerifin, manevî hazzın korunması ve hatta güçlendirilmesi için âyet-i kerimede buyrulduğu gibi “sâdıklarla beraber olmayı[5] ve gönül meclislerinden ayrılmamayı işaret buyurduğunu söylemek yanlış sayılmaz. “Kişi (ahirette) sevdiğiyle beraberdir.[6] sırrınca dünyada kimlerle beraber olduğumuza ve kimleri daha çok sevdiğimize dikkat etmekle mükellefiz. Bu sebeple “ O gün, zalim kimse ellerini ısıracak: “Eyvah!” diyecek, “Keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım! “Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydim.”[7] şeklindeki derin bir pişmanlık acısı çekmemek için “Kişi dostunun dini üzeredir. Herkes kiminle dostluk ettiğine bir baksın![8] hadisini yeniden düşünmek icap eder. Zira “İyi arkadaşla kötü arkadaş, misk taşıyanla körük çeken insanlara benzer. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu hissedersin.”[9]

Dünyaya Bakışımızı Düzeltmek

Gönül, hakiki coşkusuna ancak mana deryasından taşan dalgalarla varabilir. Madde planında varılan hiçbir zirve, doyuma ulaşmış hiçbir haz ve zorlukların üstesinden gelmiş hiçbir başarı sonsuz mutluluklar vaat etmez. Çünkü bunlar dünyaya dair ve oraya aittir. Cennetlerden çıkıp dünya hapsine girerek esarete düşen gönül kuşumuz, bir gün yeniden cennetine dönme arzu ve özlemiyle çırpınır… Bu çırpınış, Sevgili Efendimizin (sas): “Dünyada tıpkı bir yabancı, hatta bir yolcu gibi ol.”[10] hadisinin sırrını barındırır içinde. Çünkü yabancı, hasretin ilmek ilmek ördüğü muazzam bir sevda taşır yüreğinde… Öz vatanına dönüşün hayalleriyle süsler hayatını. Yolcu ise, yolu ne kadar uzun olursa olsun, her adımında giderek büyüyen bir heyecanla yürür hedefine… Yabancı, yaban ellerde kalmaya niyetli değildir, olamaz da. Yolcu da yatırımını yola yapamaz. Çünkü yol, sadece yürünmek, katedilmek için vardır. Yorulduğunda dinlenmek, acıktığında yemek yemek ve susadığında susuzluğunu giderecek kadar yol üzerinde hakkını almak içindir. Tıpkı bir kara tren yolculuğu gibidir hayat; içinden geçtiğimiz harikulâde güzellikteki mekânlar, bütün ihtişamına ve cazibesine rağmen, hedefimizdeki yer kadar önem arz etmez bizim için… Fırsat bulduğumuz ilk istasyonda inip oralara yerleşmeyi değil, her şeye rağmen yolu katetmeyi isteriz.

Yürek Binamızı Yükselten Tuğlaların Harcı: Sevgi

Sevgili Peygamberimiz (sas) imanın tadına varabilmenin yolunun şu üç şeyden geçtiğini haber verir bizlere:

  1. Allah ve Resûlü’nü, herkesten fazla sevmek,
  2. Sevdiğini Allah için sevmek,
  3. Ve ateşe atılmaktan korktuğu gibi tekrar küfre düşmekten sakınmak.[11]

Demek ki iman heyecanını yitirmemek, öncelikle sevgiye bağlıdır. Ama sıradan bir sevgi değildir bu…

Bu sevgi;

Hakk’ın hatırını her şeyden yüce tutmaktır…

Allah (cc) ve Resûlü (sas) söz konusu olunca hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmemeyi göze alabilmektir…

İnsanları, dünyevî menfaatler, amaçlar vs. adına değil Hak adına sevebilme becerisidir…

Ve asıl kaygı, küfre düşme kaygısıdır. Ateşe atılmakla eşdeğer sayılan bu tasaya hiçbir şey denk olamaz Müslüman hayatında…

Yersiz İki Endişe: Ölüm Korkusu ve Rızık Kaygısı

İnsanoğlu, hayat yolculuğunu nice kaygı ve endişelerle sürdürür. Bu kaygıların çoğu, ağzımızın tadını kaçıran, gönül pencerelerimize kalın perdeler çeken dünyevi kaygılardır. Aslında hepsinin ana kaynağı, ölüm ve rızık endişesinden başka bir şey değil… Müslüman ise ölümün de rızkın da Allah’ın elinde olduğuna inanır; kaderin cilvelerini bu gönül genişliğiyle karşılayan, dolayısıyla meseleyi ‘sorun’ olmaktan çıkaran bir iman anlayışına sahiptir. “Allah var, tasa yok.” düsturu, bu anlayışın bir göstergesidir. Zira Müslümana göre hayat, ya sabrın yahut şükrün imtihan sebepleriyle bahşedilmiştir bizlere. O sebeple üçüncü bir hal imkânsızdır Müslüman için… Bunların her ikisinde de hayır olduğunu Efendimiz (sas) ne güzel dillendirir:

Müminin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”[12]

Kaldı ki hiçbir tasa, Allah’ı kaybetme tasasından büyük olamaz. Onun için “Allah’ı bulan neyi kaybetmiş, O’nu kaybeden ise neyi bulmuştur?” denmiştir… Sadece bu gerçeği idrak etmiş olanlar “Allah bes, bâki heves” deme cesaretini gösterebilirler.

Tarihte ve günümüzde nice hakikatlerin bu endişeler sebebiyle gizlendiğini veya çarpıtıldığını ibretle görürüz. Gönül dünyamızdaki iman nuru, kendini görünür kılmak; Allah’ın nurundan aldığı kuvvet ve enerjiyle, yüreğimizin devamlı azad kalması gayreti içindedir. İşte ölüm ve rızık endişeleri, bu nurun önünü kesen ve iman heyecanını sıradanlaştıran en büyük tehlikelerdir. Sevgili Peygamberimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde bu konudaki bütün korkuları bertaraf edecek eşsiz bir ilkeyi ortaya koyar: “Biriniz, insanlardan korktuğu için, bildiği veya gördüğü bir gerçeği söylemekten çekinmesin. Zira bu durum, onun ne ecelini yaklaştırabilir, ne de rızkını uzaklaştırabilir[13].

Küçük Şey Yoktur

Manevi iklimimizin canlılığı, belki de bizleri mutlu edecek küçük şeylere bağlıdır… Bu sebeple imanımızı artıracak, bizleri bir Müslüman olarak mutlu edecek şeylerin kıymetini bilmek ve hakkını vermek gerekir… Zira cennetin de, cehennemin de yolu küçük gibi görünen şeylerden geçebilmektedir. İşte o kutlu beyanlardan birkaç çarpıcı örnek:

Kötü yola düşmüş bir kadın, sıcak bir günde, kuyunun etrafında dönen ve susuzluktan dilini çıkarmış soluyan bir köpek gördü. Kadıncağız mestini çıkardı (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret olundu.[14]

“Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek ona yiyecek vermemiş ve onu yeryüzünün haşerâtından yemesi için de salmamıştı.”[15]

“Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz.” [16]


Manevî İklimimizi İhya Edecek İlâhî Nefes: SÜNNET – I

Manevî İklimimizi İhya Edecek İlâhî Nefes: SÜNNET – II

Dr. Mustafa GENÇ



 

[1] İbn Ebî Ya’lâ, Tabakâtü’l-Hanabile, II, 41.

[2] Tirmizî, Kader 7.

[3] Müslim, Tevbe 12-13; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame 59; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 346.

[4] Fâtır, 35/32-35.

[5] Tevbe 9/119.

[6] Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr-165.

[7] Furkan 25/27-28.

[8] Ebû Davûd, Edeb 19; Tirmizî, Zühd 45.

[9] Buhârî, Zebaih 31; Müslim, Birr 146.

[10] Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Zühd 25.

[11] Buhârî, Îmân 9; Müslim, İmân 67.

[12] Müslim, Zühd 64.

[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 50.

[14] Müslim, Tevbe 9/155.

[15] Buhârî, Bed’ü’l-Halk 17; Müslim, Birr 151.

[16] Buhârî, Zekât 10; Müslim, Zekât 66.

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.