Cennet Yolcusu
ﻋﻦ ﺍﺒﻲ ﻫﺮﻳﺮﺓ ﺮﻀﻲ ﷲ ﻋﻨﻪ ﻘﺎﻞ: ﻘﺎﻞ ﺮﺳﻭﻞﷲ ﺼﻠﻲ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻮﺴﻠﻢ : ﻤﻥ ﺴﻠﻚ ﻄﺮﻴﻘﺎ ﻴﻠﺘﻤﺱ ﻔﻴﻪ ﻋﻠﻤﺎ ﺴﻬﻞ ﷲ ﻠﻪ ﻄﺮﻴﻘﺎ ﺍﻠﻲ ﺍﻠﺠﻨﺔ
Hz. Ebû Hureyre(ra)’den nakledildiğine göre Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur: ” Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennet yolunu kolaylaştırır.” (Tirmizî, İlim 2; Ebû Dâvûd, İlim 1.)
İlim Yolu Cennet Yoludur
Yolculuğu çekilir kılan, gidilen menzilin güzelliğidir. İlim yolunda ilerleyenin varacağı son nokta cennet olacağından bu uğurda çekilecek çilelere seve seve katlanmak gerekir. Bu yolda çekilen zahmet rahmettir. Ayağımıza batan dikenler, cennet gülleridir. Mümin için cennet Cemâlullah demektir. Kulun Rabbini görmesi en büyük saadettir.[1]Sonra cennette, En Sevgili (sas) ile vuslat vardır. Nebîler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle arkadaşlık vardır. Onlar ne güzel arkadaştır.[2] İşte bütün bu güzelliklere ulaşmamızı kolaylaştıran en önemli vesilelerden biri, ilim yolunda yürümektir.
İslâm, ilmin ve âlimin şanını yüceltmiş; hevaya, hevese, zanna ve taklide dayalı cahiliyeyi yermiştir.[3] Küfür ve zulüm üzerine kurulu cahiliye, çirkin yüzünü saklamak için hep cehaletin karanlığını tercih etmiştir. Günümüzde modern cahiliyenin, sözüm ona bilim adına yaktığı ışık, sahnenin sadece bir yanını aydınlatan, diğer tarafı karanlıkta bırakan loş bir ışıktır. Sahnenin karanlıkta kalan kısmında cahiliyenin hurafe, ahlakî çöküntü, sosyal dengesizlik, bunalım ve türlü haksızlıklar olarak kendisini gösteren çirkin yüzü vardır. İslâm ise, bütün güzelliği apaçık ortaya çıksın diye, ilmin en parlak ışıkları altında kendisini insanlığa takdim eder. Tam bir özgüven içinde ilmî araştırmaları destekler. İslâm hakkında yapılacak önyargısız, objektif ve kapsamlı bir ilmî inceleme, onun hakikate dayalı, gerçekçi, evrensel, kolaylaştırıcı, esnek, kuşatıcı ve mükemmel yapısını gözler önüne serecektir.
İslam ve İlim
İlim, günümüzde kutsal kitap olarak takdim edilen hiçbir kitapta, Kur’ân-ı Kerim’deki kadar yüceltilmemiştir.[4]Öyle ki, Allah’ın son elçisi Ümmî Peygamber(sas)’in şahsında insanlığa verilen ilk mesaj, “Oku!..” olmuştur: “1-Yaratan Rabbinin adıyla OKU. 2- O, İnsanı bir alaktan (embriyodan) yarattı. 3- Oku. Rabbin en büyük kerem sahibidir. 4- 0, kalemle öğretendir. 5- İnsana bilmediğini öğretti. (Alak 96/1-5) Bu âyetlerde, ilmin en önemli unsurları olan okuma, yazma ve öğretim söz konusu edilmektedir. Yine yüce Allah’ın insanı, -bilmediklerini öğretmek suretiyle- şereflendirip üstün kıldığına dikkat çekilmiştir. Birinci âyetle, ilmin sözle ifadesine, dördüncü âyetle yazıyla kayıt altına alınıp korunmasına ve beşinci âyetle de öğrenilmesine işaret edilerek ilmî faaliyetlerin olmazsa olmaz aşamalarına değinilmiştir.[5]
Yüce Rabbimiz, yazıya yabancı ilk muhataplarına[6] ve bütün insanlığa karşı ilmin sembolü olan kalemi yüceltmiştir: ”Nûn. Kaleme ve yazdıklarına and olsun!” (Kalem 68/1)
Bizi Kurtaracak İlim
İncelediğimiz âyetlerde Rabbimiz bizi genel olarak ilme; fakat özellikle de sonsuz âhiret hayatını kazanmaya vesile olacak din ilimlerine teşvik etmektedir. Sevgili Peygamberimiz(sas)’in, “İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır” buyurmuştur.[7] Burada farz kılınan ilim, yaratılış amacımızı, içinde bulunduğumuz şartlarda en güzel şekilde gerçekleştirmemizi sağlayacak din ve ilmihal bilgisidir. Efendimiz Aleyhisselam, “(Öğrenilmesi farz olan asıl) İlimler üç tanedir. Bunların dışındaki (dinî ve dünyevî diğer ilimler ise) fazladan (olarak bu üç ilme ve Müslümanların ihtiyaçlarına bağlı olarak) öğrenilir. Bu ilimler ise, muhkem; yani manası apaçık olan âyetler, sabit; yani Peygamber Efendimiz(sas)’e ait oluşu kesin olan sünnetler ve âdil miras taksimidir” buyurmuştur.[8] Demek ki, âyet ve hadislerle teşvik edilen ilim, en başta Kur’an ve sünnet ilimleriyle onlara dayalı diğer ilimlerdir. Kur’ân ve sünnetin teşvik ettiği ilk ilim ise tevhid ilmidir: “İyi bil ki Allah’tan başka ilah yoktur…” (Muhammed 47/19) Kur’ân-ı Kerim, Allah’ı birlememizi isterken, O’nu (cc) sıfat ve fiilleriyle de tanımamızı ister.[9] Efendimiz Aleyhisselâm’ın pak sünnetinde, iman öğretimi Kur’an öğretiminden öncedir: Sahabeden Cündeb b. Abdullah (ra) şöyle der: “Biz bir grup genç Hz. Peygamber(sas)’in yanındaydık. Kur’an’ı öğrenmezden önce imanı öğrendik. Sonradan Kur’an’ı öğrendik. Böylece ona olan imanımız iyice arttı.”[10] İman bilgisi, bilgilerin en şereflisidir. Sağlayacağı yarar ve emin kılacağı zarara göre ilimler arasında bir önem sıralaması yapılsa en başta tevhid ve iman ilmi gelir. Çünkü o, sonsuz mutluluk yurdu cennete ulaştırıcı; ebedî azap zindanı cehennemden kurtarıcı en önemli vesiledir. Aslında mümin, dünyasını da âhiretini de ilimle imar eden hikmet ehlidir. “(Allah) Hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse muhakkak ona çok hayır verilmiştir. Akıl sahiplerinden başkası ibret alıp düşünmez.” (Bakara 2/269)
Rütbelerin En Üstünü
Sevgili Peygamberimiz(sas)’in, ilmin fazileti ve âlimin üstünlüğüyle alakalı bir çok hadisi vardır. Onlardan biri şöyledir: “Kim ilim tahsil etmek için bir yola gidecek olursa, Allah da onu cennet yollarından bir yola sokmuş olur. Şüphesiz ki melekler ilim yolunda olan bir kimseden hoşnut oldukları için (onun geçtiği yollara) kanatlarını sererler. Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar; (hatta) suda bulunan balıklar bile (Allah’tan) âlimin bağışlanmasını dilerler. Şüphesiz ki âlimin âbide üstünlüğü, ayın ondördüncü gecesindeki dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler, Peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak altın ve gümüş bırakmazlar, ilim bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse çok büyük bir nasip elde etmiş olur.”[11] Bu hadis, âlimlerin varlık dünyasındaki manevî saltanatlarını ve ilimce insanların en zenginlerine mirasçı olmakla kazandıkları bol hayrı ne de güzel ifade ediyor.
Diğer bir hadislerinde Efendimiz Aleyhisselâm, âlimleri yol gösterici hidayet yıldızlarına benzetir: “Yeryüzündeki âlimlerin benzeri, gökyüzündeki yıldızlardır. Karanın ve denizin karanlıklarında doğru yön onlarla bulunur. Yıldızlar kaybolacak olsa, neredeyse yol gösteren kılavuzlar bile yolu şaşırır.”[12] Sevgili Peygamberimiz (sas) bir defasında kendisini ve ashâbını, gökyüzünün emniyet kaynağı olan yıldızlara benzetmiştir.[13] Temsilde, Hz. Peygamber (sas) ve ashâbıyla (r.anhüm) aynı benzetmenin içinde yer almak, âlimler için ne büyük şereftir.
Âlimler, yüce Allah’ın özel ikramını elde etmiş bahtiyar kullardır: Hadis-i şerifte, “Allah, hakkında hayır dilediği kimseye fıkh; yani dinde derin bir anlayış yeteneği verir.” buyrulmuştur.[14] ” Fakîh; yani dinde derin anlayış sahibi tek bir âlim ise şeytana (ilmi olmayıp sırf ibadetle meşgul olan) bin âbidden daha çetindir.”[15] Âlimler, yüce Allah’ın kendileri hatırına diğer kullarını rızıklandırdığı zümrelerdendir. Asr-ı saadette, sanatla uğraşan bir sahâbî, Efendimiz Aleyhisselâm’ın yanından hiç ayrılmayıp O’ndan ilim öğrenen kardeşini şikâyet ettiğinde Peygamberimiz (sas) ona şöyle buyurmuştu: “Belki de sen onun sayesinde rızıklandırılıyorsundur.”[16] Efendimiz (sas) bu sözüyle, ilim talebelerine yardım edenlerin bu yardımla onları minnet altında bırakmalarını doğru bulmamıştır. Belki de ilim öğrenenler, onların maddî ve manevî rızıklarının vesilesi kılınmıştır. Dolayısıyla onlar velinimet bilinip desteklenmelidir. İlim, İslam’da iktidar ve liderliğin vazgeçilmez bir şartıdır. Kur’an’da yüce Allah, Tâlût’un İsrâiloğullarına lider yapılmasının hikmetini açıklarken, “…Allah ona ilim ve vücutça üstünlük vermiştir.” (Bakara 2/247) buyurmuştur.
İslâm dininde uzmanlığa saygı yüceltilmiş; dinî, dünyevî her branştan âlim, kendilerine danışılan ve fikirlerine itibar edilen otoriteler olarak kabul edilmiştir. Yüce Allah, peygamberlikle ilgili bir meseleden dolayı[17] Yahudi ve Hıristiyan bilginlere bile danışılabileceğine, “…Eğer bilmiyorsanız zikir (Tevrat ve İncil) ehline (bilginlere) sorun.” (Nahl 16/43; Enbiya 21/7) âyetiyle işaret etmiştir. Aynı şekilde, ihtiyaç hâsıl olduğu zaman her gruptan uzmanın bilgi ve tecrübelerine başvurmak da İslâm’ın şiarlarından olmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sas) bir hadislerinde, “Hikmet, müminin yitiğidir. Nerede bulursa onu almaya en layık kimse odur.” buyurmuştur.[18]
Rabbim İlmimizi Arttır!
İlim hazinesinden daha çok pay almanın olmazsa olmaz şartı, samimi bir gayret gösterip çalışmaktır. Yüce Rabbimiz, “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm 53/39) buyurmuştur. İlim uğrunda yorulmak, sıkıntılara katlanmak gerekir. Bu konuda Hz. Mûsâ Aleyhisselâm bize güzel bir örnektir. Nitekim O (as), Allah’ın kendi yanından rahmet verip ilim öğrettiği bir kul olan Hızır Aleyhisselâm ile buluşup ondan ilim öğrenmek için hiç durmadan yürüyeceğini ve (yolculuğun zahmetlerine aldırmayacağını) kesin bir dille ifade etmiştir.[19] Böylece Hz. Mûsâ (as), ilim için yolculuğa çıkma sünnetini de ortaya koymuştur. Altın nesil sahâbîler ve onlara tabi olan diğer Müslüman nesiller, İslam’ın ilme verdiği önemi çok iyi kavramıştır. Onların hayatları iman ve ibadetin yanı sıra, cihad ve ilim yolunda adanmışlığın en güzel örnekleriyle doludur. O zamanın şartlarında ilim için son derece meşakkatli yolculuklara çıkmak, ilim yolunda yorgunluğa, uykusuzluğa, açlığa ve türlü eziyetlere katlanmak onların karakteri olmuştur. Ömürlerinin her anını en verimli şekilde değerlendiren geçmiş âlimlerimiz bizlere çok büyük bir ilim hazinesini miras bırakmıştır. Allah onlardan razı olsun. Bizleri de onların yolundan ayırmasın.
İlimle ilgili bu araştırmamızı İmam Şâfiî(rh.aleyh)’nin, cennet yolcusu ilim talebelerinin önünü aydınlatacak şu dörtlüğüyle bitirmek istiyoruz:
“Kardeşim! Ulaşamazsın ilme altı şey olmadan,
Onları sana açık açık edeceğim beyan:
Zekâ, hırs, çalışmak ve kabiliyetli olman,
Hocadan ayrılmamak bir de uzun zaman.”[20]
[1] Yunus 10/26 ; Ayrıca Bkz.: Müslim, İman 297,298.
[2] Nisa 4/69.
[3] Necm 53/23; Bakara 2/170 .
[4] Kur’an’da, yaklaşık 750 yerde ilim kökünden türeyen kelimeler kullanılmıştır. (Bkz.: M Fuad Abdülbâki, el- Mu’cem “’a-l-m” maddesi)
[5]Bkz.: İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm “Alak Sûresi Tefsiri”
[6] Cuma 62/2.
[7] İbn Mâce, Mukaddime 17.
[8] Ebû Dâvûd, Ferâiz 1.
[9] Bkz.: Maide 5/98; Bakara 2/235.
[10] İbn Mâce, Mukaddime 9.
[11] Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19.
[12] Ahmed: III/157.
[13] Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe:207.
[14] Buhârî, İlim 10; Müslim, İmâret 175.
[15] Tirmizî, İlim 19.
[16] Tirmizî, Zühd 33.
[17] Bu mesele, onlara gönderilen Peygamberlerin insan mı yoksa melek mi olduğu meselesidir. Çünkü müşrik Araplar, Allah’ın Peygamberinin insan olmasının Allah’ın şânına uygun düşmeyeceğini iddia ediyorlardı.(Bkz. İbn Kesîr, a.g.e. Nahl:43. Âyetin tefsiri.)
[18] Tirmizî, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 15.
[19] Kehf 18/60.
[20] Divânü’l-İmâm eş-Şâfiî, Şerh: Muhammed Abdürrahîm, Beyrut 1420/2000, Dâru’l- Fikr, s.378.