Add new comment

Aç Kalmamıza Kimin İhtiyacı Var?

Hak-batıl ekseninde hakkın üstün gelebilmesi için Allah Teâlâ sürekli olarak hakka yardım etmiştir. Batıl bulaşıcı bir hastalık gibidir. Süratli bir şekilde etrafa yayılır. Bunun karşısında hakkın ayakta kalabilmesi için mutlaka ona yardım edilmesi şarttır.  Allah Teâlâ her şartta ve her durumda hakka yardım etmektedir. Rabbimiz peygamberleriyle, kitaplarıyla, melekleriyle ve bizim bilmediğimiz birçok şekilde hakkı desteklemektedir. Tüm inananların da hakka yardım etmesini emretmektedir.

Bizim hak ehli ve haksever olarak hakkın yanında olmamız Allah’ın kesin emridir. Olmazsa olmaz, mutlaka yapılması gereken kesin Allah’ın emirlerine de “farz” denir. Eğer bu farzlar yerine getirilmezse hak sever olunamaz. Hakkı destekleyecek bir basiret oluşmaz. Bu durum, insanın batıla kaymasına ve dünyevileşmesine yol açar. Bunu da Rabbimiz bizlere haram kılmıştır. 

İşte ibadetler, hak ehlini yetiştirip güçlendirerek hakka yardım edecek ve her şartta, batıla karşı direnebilecek bir kuvvet kazandırmak için Allah tarafından emredilmiştir. Hiçbir ibadet yoktur ki; insanın ruhunu beslemesin. Emredilen her ibadet, insan ruhunu geliştirip besleyerek onu haksever, hakkın yanında ve hakka yardım eden bir karaktere bürür. Bu ahlaki özelliği olan insanlar, hiçbir fedakârlıktan çekinmezler. Gerekirse hak için canlarını seve seve verirler. Onlar şunu çok iyi bilmektedirler: Mallar ve canlar Allah’a satılmış ve karşılığında cennet alınmıştır. Bu bilinçte olanlar, mallarının ve canlarının hak uğrunda ve Rabbimizin Kitabı’nda gösterdiği şekilde kullanılacağını bilirler.

Bu ibadetlerden birisi olan oruç, daha önceki kavimlere farz kılındığı gibi bizlere de farz kılınmıştır.[1] Rabbimiz, korunmamızın oruçla olabileceğini belirterek bu ibadetlerin ruhlarımızda ve hayatımızda bize kazandıracağı ulvi değerlerden bahsetmektedir.

Bugün bizler gerek namaz, gerekse oruç ve diğer ibadetleri -olması gereken bir anlayışla- yerine getirebiliyor muyuz? Sahabe gibi ibadetlerimizden huzur duyabiliyor, dünyevi sıkıntılarımızı ibadetlerle giderebiliyor muyuz? Hakkın yanında sahabe misali yer alabiliyor muyuz? Peygamberimizin davetine bugün de aynı tazelikte heyecan duyarak teslim olabiliyor muyuz? Yoksa gizlenmeye, sinmeye kendimizi bin bir bahaneyle kamufle etmeye mi çalışıyoruz?

Ciddi sancılarımızın olduğu besbelli. Hakka gereği gibi destek veremediğimiz, yaşadığımız dünyada hakkın ayaklar altında çiğnendiğinden belli. “Tekme yerim, çifte yerim, hakkı tutar kaldırırım.” diyenlere karşı bizler neyi tutup kaldırıyoruz? Bağışlayın beni; takımları tutup flamalarını kaldırmak, spor kulüplerini beş yaşındaki çocuklarımızın zihnine kadar indirmek ve bütün bu yapılanları iftihar vesilesi kılmak, ibadetlerimizi amaçlarından uzaklaştırmak değil midir?

Bizler gerçek anlamda iman ehli bir insan olarak kulluğumuzun gereklerini yerine getirrip kimsenin kınamasından korkmadan “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker” ilkesi üzere yaşamalıyız. Allah’ın razı olduğu bir kul olmak için bizlere emredilenleri titizlikle yapmakta ısrarcı olmalıyız. Bütün bunların, ibadetin gerçek anlamıyla uygulanması halinde mümkün olduğunu biliyoruz.

Yüce Rabbimizin korunmamız için orucu emretmesindeki hikmet de bu olsa gerektir. Zira Allah’ın bizlerin aç kalmasına asla ihtiyacı yoktur. Orucun, yemeyi içmeyi belli bir müddet terk etmekle sınırlı olmadığını, bize Sevgili Peygamberimiz açıklıyor: “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki; kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.”[2]

 Oruç Farsçadaki “rûze” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Arapçası “savm” ve “sıyâm” dır. Savm, temelde en tabii ihtiyaçlardan olan yeme, içme ve yürüme türünden bir fiil yapmaktan kendini tutmak, geri durmak anlamındadır. Terim olarak; mükellefin, niyet ederek Allah için imsakten iftara kadar yemekten, içmekten, cinsi münasebetten kendini geri tutmasıdır.

İmsak; kendini tutmak, engellemek anlamındadır. Kişinin yaşamını sürdürmesini sağlayan yemekten, içmekten ve cinsi münasebetten ulvi bir amaç için bilinçli olarak kendini tutması, engellemesine denir. İftar; oruçlunun orucunu Allah’ın emriyle sona erdirmesidir. Tabii haline dönmektir.

Oruç, İslâm’ın beş temel esasından biridir. İnsanı mükemmelleştiren ibadetlerden biri olduğuna göre oruç tutmanın, insana ciddi hasletler, güzellikler ve yücelikler kazandırması gerekir.

Bunun için insanın, yemesini içmesini kesmekle; nefsini temizlemek, terbiye etmek, efendileştirmek, arzu ve isteklerini terk etmek arasında ciddi bağlantı vardır. Böylece kişi dedikodu, gıybet, haset ve çekememezlik gibi çirkin işleri terk etmek suretiyle tam bir ay bunlara dikkat ederek yaşar. Böylece orucun gayesi gerçekleşmiş olur. Çünkü oruç, sadece iştah ve şehveti dizginlemek değildir. Aynı zamanda ağzını ve dilini korumaktır.

Bedenin beslenmesiyle ruhun beslenmesi arasında çok ciddi bir alaka vardır. Bedeni, arzu ve istekleri konusunda serbest bırakmak ruhu zayıflatır. Ruh zayıflayınca insanın çenesi düşer, rastgele konuşur. Dedikodu, gıybet, haset, iftira insanın karakteri haline gelir. Tembellik ayrılmaz bir mesleğe dönüşür. Bedenin serbest bırakılmaması ruhun güçlenmesi için önemlidir. Bir Kızılderili hikâyesi vardır:

“Bir gün ihtiyar Reis torununu yanına alır. Oturduğu çadırın önünde biri beyaz diğeri siyah iki köpeğin dövüşünü seyrederken torununa sorar: ‘Sence hangisi galip gelir?’ Torunu şaşkınlık içinde cevap verir : ‘Bilmem ki!’ Reis, cevabı verir: ‘Hangisini iyi beslersen o galip gelir. Evlat, insanların içindeki iyi ve kötü de aynen böyledir. Hangisini beslersen o galip gelir.”

 Kötüyü besleyen, ruhunu öldürmüş gibidir. Azgınlaşan nefsin karşısında cılız bir hale gelen o ruh, galip gelemez. İşte oruç ile ruhların beslenmesi, güçlendirilmesi gerçekleştirilmiş olmaktadır. Yeme, içme ve cinsi ihtiyaçlardan uzaklaştırılan nefis zayıflamaya başlar. Ayrıca tam bu süreçte zihni besleme başlamalıdır. Bunu da bizler ramazan mektebinin kitabı Kur’an-ı Kerim’i okuyarak gerçekleştirmeliyiz. Böyle oruç tutan kişilerin ağız kokusu, Allah’ın yanında “misk kokusu” olma özelliğine kavuşur. Çünkü bu amel hakkı desteklemeye, hakikat sevdalısı olmaya dönük bir iştir.

Yine nefis, oruç ile zayıfladıkça gücünü yitirecek ve kavga etmek isteyenlere karşı “Ben oruçluyum.”[3] yani “Ben nefsimi terbiye etmek istiyorum.” demek suretiyle kavgadan, çirkin davranışlardan kaçınacak; aynı çirkinlikte asla cevap vermeyecektir.

Bütün bu davranışlarda insan iradesi esas rol oynamaktadır. Bir gün boyu irade eğitimi yapmakla da oruç bunu sağlayacaktır. Sevgili Peygamberimiz bizlere “Oruç kalkandır.” buyurmuştur. O hâlde bizler de irademizi iyi kullanarak kalkanı asla deldirmemeliyiz.

Rabbimiz oruç hakkında bir hadis-i kutside: Allah, “Oruç benim içindir; onun karşılığını ben vereceğim.”[4]buyurmaktadır.

Orucu gereği gibi ihya etmek kâmil bir mümin olmaya en iyi kapıdır. İbadetlerin amacı da budur. Rabbim bizlere güzel ramazanlar ve kabul olunmuş oruçlar nasip etsin.

 

                                                                                                               

[1] Bakara 2/183.

[2] İbn Mâce, Sıyâm, 21.

[3] Buhârî, Savm 9, Müslim Sıyâm,30.

[4] Müslim, Sıyâm 30.

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.