Nefis Terbiyesi ve Ramazan Ayı
Sözlük anlamı ile nefis; bir şeyin varlığı, hakikati, zatı ve kendisi demektir.
Dinî (tasavvufi) bir kavram olarak ise nefis; hakikatte Allah Teâlâ’nın insana üflediği ruh cevherini ifade eder.
Nitekim sufilere göre ruh (nefs-i nâtıka), insan bedeniyle birleşmezden önce çok yüksek, çok latif, çok saf bir cevher olup hakikat nurlarına tamamen açık idi. Fakat bedenle birleşince nefs-i nâtıkanın üzerine yedi perde çekildi ve artık mana âleminden hiçbir ışık sızdırmaz oldu. İşte, ruhun bu yedi perdeli haline nefs-i emmâre adı verilir ve “nefis” denilince ruhun bu en alt kademesi anlaşılır. Beden tabiatına meyleden, hissi lezzet ve şehvetleri emreden, kalbi süfliliklere çeken, her türlü şerrin (kötülüğün) kaynağı ve temeli hep bu nefistir.
Nefs-i emmâreden kaynaklanan kötülükler ve çirkinlikler iki kısımdır: Birincisi kendi iradesi ile kazandığı günahlar ve asilikler; ikincisi de kibir, kıskançlık, cimrilik, tahammülsüzlük, öfke, kin gibi dinen ve aklen yerilen, kötülenen huylardır.
Bunların en belalısı ve en çetini ise nefsin, kendisinin değerli olduğu ve başkaları tarafından kadir ve kıymetinin bilinmesi lazım geldiği vehmine kapılmasıdır. Yahut bu gibi huyların güzel olduğu kanaatine varmasıdır ki bu husus şer’an şirk (şirk-i hafi) sayılmıştır: “Hevâ ve hevesini ilah edineni ve Allah’ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı… kimseyi gördün mü? Şimdi onu doğru yola Allah’tan başka kim eriştirebilir?” (Casiye 45/23).
İnsanoğlunun ayağını kaydıran hevâların ilki lezzet ve şehvet hevâsı, diğeri ise riyaset (halk içinde itibar ve mevki sahibi olma, onları yönetme) hevâsıdır. Hevâ; bir günahı ortaya çıkaran şeydir ki o olmadıkça şeytan kulun gönlünde dolaşmaya imkân bulamaz. Hevâdan bir miktar bulunca da onu süsler, cilalar ve kul için çekici hale getirerek onu saptırır.
Görülüyor ki kulun günaha bulaşmasına asıl nefsi ve hevâsı sebep olmakta, şeytanın rolü sadece hevâsını insana güzel ve cazip göstermekten ibaret bulunmaktadır. Öyleyse şeytan neredeyse kulun nefsinden ve hevâsından ibarettir diyebiliriz. Peygamber Efendimizin (sas): “Ömer hariç şeytanın (hevâsının) yenmediği hiçbir kimse yoktur; sadece Ömer şeytana (hevâsına) galip gelmiştir” sözünün hakikati bu olsa gerek. Nitekim hevâsına uyan Zeliha, kraliçe iken esir hale gelmiş, hevâsını terk eden Yusuf (as) ise esir iken sultan olmuştur.
Nefs-i emmare hiçbir zaman Hakk’ın yolundan yürümez. Bu yüzden nefis; “Batıl olandan başka hiçbir şeyle sükûn bulmayan bir sıfat” olarak da tanımlanmıştır.
Nefs-i emmare hakikate yabancı ve bigâne (kayıtsız) olduğu içindir ki sürekli olarak ondan yüz çevirme ve onu inkâr halindedir, yani münkir ve kâfirdir. Küfrün temelinde ise kulun, nefsinin arzularına göre hareket etmesi yatmaktadır.
Nefs-i emmare haindir çünkü emanete ihanet eder, mânidir çünkü Hakk’ın rızasını talep etmeye engel olur. Emanete ihanet ve rızayı terk etmek ise kişiyi dalalete düşürür.
Nefs-i emmarenin hevâ ve heveslerine uymak Hakk’ın rızasına muhalefet etmektir. Hakk’a muhalefet ise insanın dünyada ve ahirette helakine ve felaketine yol açan her türlü şerrin (hicab, zulmet) sırrı ve başıdır.
Öyleyse Hakk’ın rızasına giden yol nefis ve hevâya muhalefetten geçmektedir. Çünkü insanın kurtuluşu ve selameti nefse muhalefet etmekle mümkün olmaktadır. Bundan dolayıdır ki nefsin isteklerinin aksini yapmak suretiyle ona muhalefet etmek, bütün ibadetlerin başı ve bütün mücahedelerin kemali olmuştur. İnsanı Hakk’ın rızasına ulaştıracak en emniyetli ve sağlam yol da budur. Kaldı ki böyle hareket etmek aynı zamanda ilahi bir buyruktur: “Nefsini hevâsından (kötü arzulardan) uzak tutan kimsenin yurdu şüphesiz cennettir” (Naziat 79/40).“Nefsinizin hevâ ve arzusuna uymayan bir şeyi size getirdiği zaman Peygambere karşı kibirlenip duracak mısınız?”(Bakara 2/87).
Ancak, nefsin hevâ ve heveslerine muhalefet etmek öyle her kişinin kolayca yapabileceği bir iş de değildir. Nitekim Tebük Gazvesi’nden dönüşte Peygamber (sas) Efendimiz; “Küçük cihaddan en büyük cihada dönüyoruz.”buyurduklarında ashabının; “Ya Rasûlallah! En büyük cihat nedir?” sorusuna; “Dikkat ediniz, o nefisle olan mücahededir” cevabını vermişlerdir.
Rasûlullah (as) Efendimizin de ifade buyurdukları gibi, nefisle mücahede gazadan daha zor ve daha çetin, hevâ ve hevese muhalefet etmek suretiyle nefsi kahreylemek cidden daha büyük ve mühim bir iştir. Manevi gelişmemiz için nefis, çok tehlikeli bir düşman ve çok güçlü bir engel. Tabiatında gurur, kibir, hırs, kin, nefret, kıskançlık, tamah, açgözlülük, menfaatçilik gibi pek çok zararlı özellik var. Şeytan da nefsin işlenmeye uygun bu zaaflarını çok iyi biliyor, tanıyor ve değerlendiriyor. Her ikisi de elbirliği ile dünya ve ahiretimizi perişan etmek için durmadan çalışıyor.
Fakat asla ümitsizliğe düşmemeliyiz, çünkü Cenab-ı Allah’ın (cc) bu hususta bizlere apaçık zafer va’di bulunmaktadır: “Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette yollarımıza ulaştıracağız.” (Ankebut 29/69)Rabbimizin iyi niyetle attığımız her adıma, işlediğimiz her güzel fiile, ihlâsla yaptığımız her hayra on misli mükâfat vereceği hepimizin malumudur. Üstelik bu ilahî jestten başka daha nice Rabbanî lütuflar var ki sadece bunların şükrünü edaya ömrümüz yetmez.
Dışımızdaki ezeli düşmanımız şeytanla ve özellikle içimizdeki en zorlu düşmanımız nefisle olan bu en büyük mücahede ve mücadelemizde karşılaşacağımız zorlukları kolaylaştıracak, yükümüzü hafifletecek müstesna ve kârlı zaman dilimleri vardır.
Üç aylar gibi… Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan, üç ayların sonuncusu Ramazan ayı gibi…
Ramazan ayında gizlenmiş olan ve Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi gibi… (Kadir 97/1-3)
Mü’minlerin kardeş olduğunu bir ensar bilinci içerisinde hatırladığımız ve sevinçlerimizi paylaştığımız; siyah-beyaz, yaşlı-genç, kadın-erkek hepimizin Muhammed ümmeti olmanın sürur ve huzurunu yaşadığı bayram günleri gibi…
Deyim yerinde ise, bizleri şeytanın tuzaklarından ve nefsin esaretinden kurtararak Rabbimizin rahmet iklimine, gerçek hürriyete ulaştıracak yollar kandil’lerle adeta ışıl ışıl…
Üç ayların hemen başındaki Receb ayının ilk Cuma gecesini, Regâib kandilinin nuruyla aydınlatarak bütün mesaimizi ve rağbetimizi Cenab-ı Allah’a (cc) ve O’nun hoşnut olacağı işlere hasredebiliriz.
Receb ayının yirmi yedinci gecesinde Peygamberimizin (sas) mi’rac mucizesini anlamaya, o kutlu yolculuğu gönül dünyamızda tecrübe etmeye çalışabiliriz.
Unutmayalım ki yolculuğumuz nefis esaretinden ruh hürriyetine, dünya fenasından ahiret bekasına, madde karanlığından mana aydınlığına olan günahlardan arınma ve temizlenme yolculuğudur.
Şaban ayının on beşinci gecesinde namazlarla, niyazlarla, tesbihlerle, zikirlerle, dualarla ellerimizi semaya uzatarak berat’ımızı almanın sonsuz sevincini yaşayabiliriz.
Böylece Kandillerin nurlarıyla gönül dünyamız ışıldar, yaptığımız salih amellerle, nazargâh-ı ilâhînin üzerine yapışmış bulunan günah kirleri temizlenir, düşüncelerimiz berrak, davranışlarımız zarif, sözlerimiz latif, bedenlerimiz naif olur da mü’min olmanın lezzetine varırız.
Eğer bu ilahî lütuf günlerini gerçekten değerlendirir, Allah Teâlâ’nın ikramı ve ihsanıyla nefs-i emmarenin hevâ ve hevesinden yakamızı kurtarabilirsek şeytanların zincirlendiği Ramazan ayını dupduru ve tertemiz karşılamamız mümkün olur ve cennet kapıları bizler için ardına kadar açılır.
Nihayet Cihet-i Hüdâ’dan Namus u Ekber (Cibril) vasıtasıyla Hz. Muhammed (as)’in masum ve emin ellerine emanet edilen Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı Kadir gecesine Rabbimiz bizleri ulaştırır da, Kur’an’ın nuru ve Kadir gecesinin bereketi ile gönül dünyamız sanki bin ay ibadet etmişçesine mükâfat alarak mana âleminin zirvelerine tırmanır.
Artık sıcak-soğuk, uzun-kısa günler demeden büyük bir iştiyakla tuttuğumuz oruçların; zengin-fakir, tanıdık-yabancı gözetmeden gönül zenginliğiyle verdiğimiz iftarların; cemaat olma bilinciyle sonsuz huşu içerisinde kıldığımız teravih ve vakit namazlarının; hak sahiplerine ulaştırma telaşı içerisinde sol elimizden habersiz verdiğimiz zekât, fitre ve sadakaların; nefsimize zor gelen, şeytanı ise hasedinden çatlatan daha nice güzel ve hayırlı amellerimizin hasadını yapacağımız, güllerini dereceğimiz ve meyvelerini devşireceğimiz günler yakındır.
Artık, nefisle mücahede ve onu tezkiye sadedinde birçok adımlar atmış, böylece “insan-ı kâmil” olma yolunda nice mesafeler kat ederek itmi’nâna ermiş bir nefse sahip olmanın sevincini yaşama, bayram yapma vakti gelmiştir.(Fecr 89/27-30)
Gözümüz aydın, bayramımız mübarek olsun.