Add new comment

Kimlik Krizi

Kimlik, bir ferdin yahut toplumun tanınmasını sağlayan özelliklerini ifade eder. Bu özellikler, onu diğerlerinden ayırır; diğerleri içinde fark edilmesini, bilinmesini sağlar. Kimlik içselleştirilmiş doğal davranış haline getirilmiş hareket tarzı demektir. Tabii ve samimidir, sahibinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ölüm, işkence, hapis, kınama, kötüleme, toplumdan soyutlama ve boykot kimlik sahibi için fark etmez. Her halükârda kimliğine sahip çıkar.

Kullarını irade sahibi kılan Allah Teâlâ (celle celaluhu) hayrın ve şerrin ne olduğunu elçileri vasıtasıyla bildirdikten sonra bütün insanları istedikleri din, hayat tarzı ve kimliği seçme noktasında özgür bırakmıştır. Ancak insan her iki dünyasının mutluluğu ve kurtuluşu için İslamî bir kimlik ve kişilik oluşturmaktan başka bir alternatife sahip değildir. “Onlara dedik ki: Hepiniz oradan inin. Size benim tarafımdan bir hidayet rehberi geldiğinde, kim o hidayetçimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.”[1]

Hz. Muhammed’e(s.a.s) ilk vahyin gelişiyle İslam; bir din, hayat algısı ve yaşama tarzı olarak ortaya çıkmış ve yaşandığı zamanı, coğrafyayı koyu karanlıktan kurtararak yeni bir renge boyamıştır. İslam, doğumundan ölümüne kadar insana bir hayat tarzı önerir ve bunlara uyulmasını ister.

Mü’min, İslamî kimliğiyle cahiliyeye direnebilir ve onu yok edebilir. İslamî kimlik; vahiy tarafından belirlenmiş, hayata nasıl aktarılması gerektiği Resûlullah (s.a.s) tarafından yaşanarak öğretilmiş, muadili ve alternatifi olmayan örnek bir kimliktir. Müslüman kimliği oluşturan bazı unsurları şöyle sıralayabiliriz:

- Kitap ve Sünnete bağlılık

- Vahye uygun düşünüş ve vahyi önceleyen bir düşünce

- Allah (celle celaluhu)  kelamının en yüce olması ve bütün insanlığın kurtuluşu için çabalamak

- Resûlullah’ı (s.a.s) en güzel örnek kabul edip Sünneti hayat tarzı haline getirmeyi hedeflemek

- Ahlaki değerlere sahip olmak

- Bütün Müslümanların kardeş olduğu şuurunda olmak ve onları sevgiyle kucaklamak

- Hakkın ve mazlumun yanında zulüm ve zorbalığa karşı durmak

İslam, riyakârlığı asla kabul etmeyen bir dindir. Özü samimiyet ve ihlâstır. Bu sebeple Müslüman karşılaştığı duruma göre mevzilenir, kişisine göre değil adalete uygun davranır. Çünkü Rabbi ona “Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[2] diye buyurur.

Hazreti Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman ensar ve muhaciri kardeş yaparak İslam kimliğini Medine’ye hâkim kılmış, Yesrib’in karanlığını yok ederek şehri nurlu Medine’ye dönüştürmüştür. Hz. Peygamber (sas) Müslümanlara; diğer dinî topluluklardan farklı bir kimlik bilinci ve kültür değeri kazandırmak için gayret etmiş, bunun için sosyal hayat başta olmak üzere saç-sakal, kılık-kıyafet, yeme-içme adabı gibi pek çok konuda tavsiyede bulunmuştur. İslâm dini bütün insanlığa açık olduğu gibi tüm medeniyetlere de açıktır ve onların güzel ve faydalı yanlarını almaya taliptir. Çünkü Hz. Peygamber (sas) “Hikmet (derin bilgi ve yüksek kavrayış) mü’minin yitiğidir. Onu bulduğu yerden alır.”[3] buyurmuştur.

Sahabe nesli ve onların yolundan yürüyen bütün Müslümanlar, diğer toplumların iyi taraflarını alırken kendilerine mâl etmişler, ne fert ne de toplum olarak kendi kimliklerini kaybetmemişlerdir. Ne zaman ki benlik ve kimlik kaybedilmiş, İslam toplumu savrulmaya başlamıştır. İslamî bir kimliği, kişiliği oluşturmak zor olduğu gibi onu korumak daha da zordur. İslamî bir kişilik, köklerini toprağın derinliklerine salmış bir ağaç misali olmazsa yani imani bir derinliğe sahip olmazsa esen en hafif rüzgâr karşısında oraya buraya savrulur gider. İslam kimliğinin en önemli unsuru inançlardır. İtikâdî değişim, bozulma veya İslam dışı inançlarla benzeşme Müslüman’ın benliğini kaybetmesiyle sonuçlanır. İman konusunda Ehli kitaba uymanın, onlara itaat etmenin küfre neden olduğu açık bir şekilde bildirilmiştir:

“Ey inananlar, eğer kâfirlere itaat ederseniz, sizi ökçeleriniz üzerinde gerisin geri küfre çevirirler.”[4] “Ey inananlar, eğer kendilerine kitap verilenlerden (herhangi) bir gruba uyacak olursanız, sizi imandan sonra küfre döndürürler.”[5]

Başkaların yaptığı bir işi, onlara tabi olarak yapmaya “teşebbüh” denir Müslüman’ın sahip olduğu kimlik, teşebbühle çatırdamaya başlar. Bir millete benzemeye özenenler, benzemek istedikleri derecede onlarla ortak değerdedirler. Yani o değer küfür ise küfürde, isyan ise isyanda, iyi hâl ise iyi hâlde o milletin hükmüne tabi olurlar demektir. Hz. Peygamber, Ehl-i kitaba, mecûsilere veya kâfirlere benzemeyi kesin bir dille yasaklamıştır. “Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir.”[6] “Bir kimse herhangi bir topluma benzerse onlardandır.”[7] Efendimiz ümmetini sert bir şekilde uyarmakla birlikte kaçınılmaz bir sonun geleceğini haber vermiştir. Ebû Saîd el-Hudrî (ra)’nin rivayet ettiği bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak sizler, sizden önceki ümmetlerin yoluna karış karış, arşın arşın uyup gideceksiniz. Hatta onlar bir keler deliğine girmiş olsalar bile (siz de o daracık yere girecek) onlara tâbi olacaksınız.”

Biz: Yâ Resûlallah! Bu ümmetler Yahudilerle Hıristiyanlar mı, diye sorduk.

Resûlullah: Onlardan başka kim olacak, buyurdu. [8] 

Hadisin bir başka rivayetinde taklit edilecek ümmetlerin Farslar ve Rumlar olduğu belirtilmiştir

Hz. Peygamber’in bütün bu uyarılarına rağmen tarihin akışı içerisinde kendi kimliğinden uzaklaşmayla başlayan kriz, son dönemde hızlanarak devam etmektedir. İslâmî kimlikten uzaklaşan kimselerin, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık ve temizlik gibi olumlu değerlerden bahsedilirken batılıları örnek göstermeleri; terör, tembellik, rüşvet gibi olumsuzluklardan İslam dünyasından örnek vermeleri durumu özetlemektedir.

XIX. ve XX. yüzyıllarda Batı toplumunda yaşanan ekonomik ve askeri üstünlük Müslüman ümmetinde yenilgi psikolojisi yaratmıştır. İslam dünyası mağlupların galipleri taklit etmesi olarak tespit edilebilecek bir ruh hâlini yaşamıştır. Fakat günümüzde Batı kültürü bütün yönleriyle taklit edilir hale gelmiştir. İslam dünyası maalesef son iki asırdır içine düştüğü yenilgi psikolojisinin sonucu olarak değerlerini yaşayan bir toplum olmaktan çıkıp taklit eden bir topluma dönüşmüştür.

Bir yandan İslam’dan uzaklaşılırken, diğer yandan ümitsiz bir şekilde, başka bir kültürün kavramlarını ve kurumlarını uyarlama çabası, Müslüman kişinin, kişilik parçalanmasına yol açmıştır. Hayatı Kur’an’a göre algılayıp yaşamayınca, mevcut yaşayış biçimini meşru görmekten ve göstermekten başka avunma yolu kalmamaktadır. Ancak her avunma sonunda bir pişmanlık geleceğinin bilinmesi gerekir.      

Günümüze ait bir örnekle yazımıza son verelim. 2010 yılının Aralık ayının başlarında ve bitiminde iki yılbaşına şahit olduk. Bu iki takvimin başlangıcı İslam açısından pek değerli iki peygamberle ilgili iki olay esas alınarak başlatılmıştır. Hicri takvimde Hz. Muhammed’in(sas) Mekke’den Medine’ye hicreti, takvimin başlangıcı kabul edilmiştir. Miladi takvimde de Hz. İsa’nın doğum günü olup olmadığı bile tartışmalı bir gün yılbaşı olarak kabul edilmiştir. 31 Aralık akşamıyla başlayan yılbaşı kutlamaları yapılmaktadır. Hz. İsa inanmamız gereken peygamber iken Hıristiyanlık tabi olamayacağımız bir dindir. Onların belirlediği günlerde, onların tarzında eğlencelere dalmak, bütün ülkede bugün için özel hazırlıklar yapıp teşvik etmek, 1 Ocak gününü resmi tatil etmek bir Müslüman olarak kabul edemeyeceğimiz bir durumdur.

1 Muharrem günü Hicri takvimin başlangıç günüdür. İslam tarihinin en önemli olaylarından Hz. Peygamberin(s.a.s) hicretinin senesi olan 622 yılı esas alınarak Hz. Ömer döneminde yeni bir takvim kullanılmaya başlanmıştır. Fakat 1 Ocak gününün gelişine gösterilen değer 1 Muharrem günü için verilmemektedir. Miladi yılbaşının sokaklarda, televizyon ve basındaki görülen heyecanı hicri yılbaşında görmek mümkün olmamaktadır. Bir ay içerisinde gerçekleşen ve turnusol kâğıdı gibi kimliklerimizin hâlini ortaya çıkaran iki olay…

Sanırım derdimizi anlatabilmişizdir.

   

 


 

[1]-Bakara, 2/38.

[2]-Nisa, 4/135.

[3]-Tirmizi, İlim, 19 /2688.

[4]-Al-i İmrân, 3/149.

[5]-Al-i İmrân, 3/100.

[6]-Tirmizi, İstizan, 7.

[7]-Ebû Dâvûd, Libas, 4; Müsned, 2/50.

[8]- Buhârî, Enbiya 48; Müslim, İlim 6.

  

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.