Add new comment

Ümeyye bin Halef

Hz. Peygamber’in (s.a.s) tebliğ ettiği mesaj, Mekkeli müşriklerin sahip olduğu ilah anlayışını tamamen yok etmiş, hiçbir şeyin ve hiç kimsenin ulûhiyette Allah Teâlâ’ya ortak olamayacağını bildirmişti. Bu meydan okuma, hemen hemen her Kureyşli müşriği derinden sarsmıştı. Şimdiye kadar düşünmekten kaçtıkları şeyle yüz yüze kalmışlardı. Çünkü onlar Allah’ı tek değil diğer ilahlarla beraber en üstün ilah olarak kabul ediyorlardı. Kureyş liderleri İslam’a ve onun değerlerine düşman kesilmişti. Taşlaşmış kalpleri ve kararmış vicdanlarıyla acıma, şefkat ve merhametten uzak kalmışlar; manen canavarlaşmışlardı. 

İslâm’ın diğer bütün amansız düşmanları gibi Ümeyye bin Halef de böyle bir kalp ve vicdanın sahibiydi. O, İslam’ın ve Peygamberimizin en büyük düşmanlarından, azgın zulüm şebekesinin elemanlarından biriydi. Ümeyye bin Halef ismiyle ya kötülüklerin kurgulayıcısı ve uygulayıcısı ya da destekçisi olarak karşılaşırız. Ümeyye, Hz. Peygamber’in öldürülmesine karar verilen Dâru’n-Nedve’deki toplantıya katılmış, Efendimizin hicret esnasında sığındığı Sevr Mağarası’nın önüne kadar giden müşriklerin arasında yer almıştır.

Bu bedbahtın asıl adı Ümeyye b. Halef b. Vehb b. Huzafe b. Cumah’tır. Cumahoğulları kabilesinden olup Dâru’n-Nedve’deki reislerin arasında bulunuyordu. Cumahoğulları “ezlâm” denen fal oklarını koruma görevini yürü­tüyordu. Ezlam cahiliye Araplarının üzerine “evet” veya “hayır” gibi değişik alternatifler yazdıkları ve bir işe girişmeden önce aralarından birini çekmek amacıyla sakladıkları okları ifade ediyordu.

Ümeyye b. Halef, Hz. Peygamber’i davasından vazgeçirebilmek için müşrik liderler tarafından yapılan faaliyetlerin hemen hemen hepsinde yer aldı. Mekke müşriklerinin gözünde itibarlı bir konuma sahipti. Peygamberliği Hz. Muhammed’e yakıştıramayanlar ona yakıştırmıştı. Bir gün Velid b. Mugîre, dostu Ebû Uhayha Saîd b. Âs ile şöyle konuştu: “Ne olurdu, Muhammed’e gelen bu Kur’an, Mekkelilerden yahut Tâiflilerden bir adama meselâ Ümeyye b. Halef gibi birine inseydi ya!”[1]

Ümeyye b. Halef Hakkında Nazil Olan Bazı Sure ve Ayetler

Ümeyye b. Halef ’in ismi doğrudan Kur’an’da geçmemektedir. Ancak bazı sure ve ayetlerin onun hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. Hümeze Suresi İbn İshak’ın rivayetine göre onun hakkında nazil olmuştur. Ümeyye’nin Hz. Peygamber’i (s.a.s) gördüğü zaman diliyle çekiştirip yüzüne karşı açıkça alay etmesi, arkasından da el kol hareketleri yaparak kendisine hakaret etmesi üzerine Allah Teâlâ onun durumunu ve akıbetini anlatan bu sureyi indirmiştir.

Kafirûn Suresi’nin Ümeyye b. Halef, Esved b. Muttalib, Velîd b. Muğire ve Âs b. Vâil’in Kâbe’yi tavaf etmekte olan Rasûlullah’a: “Ey Muhammed! Biz senin taptığına tapalım, sen de bizim taptığımıza tap. Seninle ortaklık yapalım.” demeleri üzerine indiği bildirilmektedir.[2]

Leyl Suresi’nin de Ebû Bekir (r.anh) ve onun Müslümanlara yaptığı infak ile Ümeyye b. Halef’in Allah’ı inkâr edişi ve cimriliği hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir. [3]

Fecr Suresi’ndeki bazı ayetlerin Ümeyye hakkında nazil olduğuna dair rivayetler de mevcuttur. “Ama insan, Rabbi kendisini deneyip kerem eder ve nimet verirse ‘Rabbim beni şerefli kıldı.’ der. Ama onu denemek üzere rızkını daraltırsa ‘Rabbim beni fakir düşürdü.’ der.”(Fecr, 15- 16) Mukatil b. Süleyman’a göre bu ayet Ümeyye ibn Halef hakkında nazil olmuştur.[4]

 “Hayır, doğrusu siz yetime ikram etmezsiniz.” (Fecr, 17) Mukatil b. Süleyman’ın bu ayet hakkındaki görüşü şu şekildedir: “Kudame İbn Maz’un, Ümeyye İbn Halef’in evinde, bir yetim idi. Ümeyye onun hakkını vermiyor, onun hakkını yiyordu. Bu ayet onun hakkında indi.”[5]

“Artık o gün kimse O’nun azabı gibi azap edemez. O’nun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr, 25- 26) Bu ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili Ferra şöyle demiştir: Bu kişinin Ümeyye b. Halef olduğu da söylenmiştir. Yani bu kâfirin göreceği azap gibi kimseye azap edilmeyecektir. Onun zincirlere ve bukağılara bağlanacağı gibi kimse bağlanmayacaktır. Buna sebep ise küfür ve inadını en ileri dereceye vardırmış  olmasıdır.[6]

 

Allah’a Havale Edilenler

Müslüman olanların sayısı gün gittikçe artıyor, iman ve Kur’an nuru inanmış ruhları aydınlatmaya devam ediyordu. Davasından vazgeçmesi için Hz. Muhammed’e sundukları hiçbir teklifin kabul edilmediğini gören Kureyş müşrikleri, Peygamberimize (s.a.s) ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını artırmaya başlayıp daha acımasız ve katı davranmaya başladılar. Hz. Peygamber de çeşitli eziyetlere maruz kalıyordu, Ümeyye de eziyet eden aşağılıklar arasında yer alıyordu. Onun ve arkadaşlarının yaptıkları hakkında Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle bir rivayette bulunmuştur:

“Peygamberimiz (s.a.s), Kâbe’nin yanında namaz kılarken, Ebû Cehil bazı arkadaşlarıyla orada oturuyordu. Bir gün evvel bir dişi deve kesilmişti. Ebû Cehil yanındakilere: Hanginiz gidip falancaların dün kestiği dişi devenin etenesini alarak, secde ettiği zaman Muhammed’in sırtına koyar, dedi. Oradakilerin en azgını (Ukbe b. Ebî Muayt) koşarak onu getirdi ve Peygamberimiz (s.a.s) secdeye vardığında omuzları arasına koydu. Adamlar gülüştüler ve gülmekten eğilmeye başladılar. Ben ise dikilmiş bakıyordum. Eğer bir gücüm olsaydı Hz. Peygamber’in (s.a.s) sırtından o pisliği fırlatır atardım. Peygamber (s.a.s) secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet birisi gidip Fatıma’ya haber verdi. Fatıma gelerek onu sırtından attı. Sonra da o adamlara dönüp onlara çıkıştı.

Peygamber (s.a.s), namazını bitirince sesini yükselterek Kureyşlilere beddua etti. Allah Rasûlü, beddua ve hayır dua ettiği zaman üç defa tekrar ederdi. Peygamber’in (s.a.s) bedduasından korktukları için Kureyşlilerin gülmeleri kesilmişti. Peygamberimiz (s.a.s) daha sonra (isim sayarak): “Allahım! Ebû Cehl’i sana havale ederim, Utbe b. Rabîa’yı, Şeybe b. Rabîa’yı, Velid b. Ukbe’yi, Ümeyye b. Halef’i ve Ukbe b. Ebû Muayt’ı sana havale ederim.” dedi. Yedinci bir kişi daha saydı ama onu hatırlamıyorum. Muhammed’i hak ile gönderen Allah’a (c.c) yemin ederim ki Hz. Peygamber’in(s.a.s), isimlerini saydığı kimselerin Bedir Savaşı’nda hep yerlere serildiğini gördüm. Sonra bu cesetler çukura, Bedir çukuruna sürüklendiler.”[7]

Ümeyye’nin Kalbine Giremeyen Ama Evine Giren İslam Nuru

Ümeyye’nin kölesi Bilâl Müslüman olmuştu. Onun gözünde Bilâl, basit bir köleydi ve her şeyiyle ona aitti. Kölenin sadece kol ve kas gücü değil, ruhu ve kalbi de efendisinin emri altında olmalıydı. Bir köle ancak efendisinin inandığı veya onun izin verdiği şekilde inanmalıydı. Hâlbuki Bilâl, Ümeyye’nin düşmanı olduğu dini seçip Müslüman olmuştu. İşte bu durum Ümeyye’yi çılgına çeviriyordu. Bilâl-i Habeşî’yi İslâm’ı kabul ettiği için kızgın güneş altına yatırıp büyük bir kaya parçasını göğsünün üzerine koydurur, Lât ve Uzzâ’ya tapmaya zorlardı. Günlerce aç susuz güneşin altında bırakılan Bilâl, “Ehad! Ehad!” diyerek Ümeyye’yi ve benzerlerini daha da çılgına çevirirdi.

Onun eziyetlerine maruz kalan sadece Bilâl değildi. Bir gün Ümeyye b. Halef, Ebû Fükeyhe’nin ayağını iplerle bağlattı. Onu sürükleyip, Ramda denen yere götürmelerini emretti ve oraya bıraktırdı. O sırada yanlarından yürüyüp geçmekte olan cual (mayıs) böceğini göstererek, Ebû Fükeyhe’ye:

“Senin Rabbin bu değil mi?” dedi. Ebû Fükeyhe: “Benim Rabbim Allah’tır! Beni de, seni de yaratan O’dur! Şu cual böceğini de O yarattı!” deyince, Ümeyye b. Halef kızdı ve Ebû Fükeyhe’nin boğazını boğarcasına sıktı. Ümeyye b. Halefin kardeşi Übeyy b. Halef de: “Muhammed gelip onu kurtarıncaya kadar onun azabını artır!” dedi. O gün, öldüğünü sanıncaya kadar Ebû Fükeyhe’ye bu şekilde işkence yapıp durdular.[8]

Ölüm Korkusunu Hissediş

Sa’d b. Muaz ile Ümeyye b. Halef eskiden beri dost idiler. O’nun Mekke deki mallarını Ümeyye b. Halef, Ümeyye b. Halef’in Medine’deki mallarını ise Sa’d b. Muaz korumakta idi. Sa’d b. Muaz umre niyetiyle Mekke’ye gitmiş, Mekke’de Ümeyye b. Halef’e misafir olmuş ve Beytullah’ı tavaf etmek istemişti. Gündüz öğle sıcağında Ümeyye, Sa’d’ı yanına alarak evden çıktı. Yolda Ebû Cehil’le karşılaştılar. Ebû Cehil Ümeyye’ye:

-“Kim bu yanındaki, ya Ebâ Safvan?” diye sordu. Ümeyye:

-Sa’d', diye cevap verdi. Ebû Cehil, Sa’d'e hitaben:

-“Dedelerinin dininden dönenlere yardım edip onları himaye ettiğiniz halde bakıyorum Mekke’de rahat rahat tavaf yapabiliyorsun. Şunu iyi bil ki, Ebû Safvan’la beraber olmasan evine pek selametle dönemezdin.” dedi. Sa’d de yüksek sesle Ebû Cehl’e:

-”Eğer sen beni tavaftan men edersen, ben de vallahi sana daha ağırını yapar, senin Medine’deki Şam ticaret yolunu keserim!” “dedi.

Ümeyye, Sa’d b. Muaz’ı tutarak:

“Ey Sa’d! Sen bu vadi halkının büyüğü olan Ebû’l-Hakem’e karşı bağırma!” deyince Sa’d b. Muaz kızdı:

“Ey Ümeyye! Sen de beni tutma, bırak. Vallahi, ben Allah’ın Rasûlü Muhammed’in seni öldüreceğini işittim.” dedi. [9]

           Sonun Başlangıcı

Hicretin 2. yılında Kureyş kabilelerinden herkesin sermaye veya mal koyarak katıldığı 50.000 dinar kadar sermayeli, 1000 develik mal yüklü büyük ticaret kervanı, Şam’ın Gazze pazarına gönderilmişti. Bedir Gazvesi’ne sebebiyet veren Kureyş kervanına Ümeyye b. Halef, 2000 miskal altınla(1 miskal=4,8105 gr) iştirak etmiştir.

Müslümanların kervana saldıracağı haberi Mekke’ye ulaşınca Kureyş aceleyle savaşmak için hazırlandı. Savaş için hazırlanan orduya katılamayanlar da yerlerine adam tutup gönderdiler. Ümeyye b. Halef belki de duyduğu sözden dolayı savaşa katılmak istemiyordu. Oturduğu yerden kalkamadığını, yaşlı, ağır gövdeli bir kimse olduğunu bahane edip geri kalmak istemişti. Kâbe’de, kavminin ortasında otururken Ukbe b. Ebî Muayt onu aşağılamak için içerisinde ateş ve öd ağacı bulu­nan bir buhurdanlığı götürüp onun önüne koydu ve ona şöyle dedi: “Ey Ali’nin babası! Sen artık kadınlardan sayılırsın! Buhur yak!” dedi. O da Ukbe b. Ebî Muayt’ın onu korkaklıkla itham ederek kadına benzetmesi üzerine savaşa katılmak zorunda kaldı.[10]

Bedir’e çıkış gününde Ebû Cehil halka “Develerinize bininiz!” dediği zaman, Ümeyye b. Halef Mekke’den çıkmak, ayrılmak istememişti. Ebû Cehil “Sen Kureyş’in eşrafındansın, eğer halk senin gitmediğini görürse onlar da gitmezler, hiç değilse bari savaşın başlangıcında bulun sonra geri dönersin.” dedi.

Eşi de Ümeyye b. Halef’in bu sefere katılmasını istemiyordu. Onu vazgeçirebilmek için Medineli arkadaşının sözünü hatırlattı. “Sa’d'ın dediğini unuttun mu?” sualine “Hayır unutmadım, sadece savaşın başında bulunacağım.” cevabını verdi.[11] Ancak istemeyerek katıldığı bu yolculuktan bir daha geri dönemedi.

Abdurrahman b. Avf (r.anh) ile Ümeyye b. Halef cahiliye devrindeki dostlardı. Bu iki eski dost Bedir savaşının olduğu günde karşılaştı. Artık savaşın sonucu belli olmaya ve Müslümanlar savaşı kazanmaya başlamış, Ümeyye canını kurtarmanın telaşına düşmüştü. Bu sebeple onu esir alıp da canını kurtaracak adam arıyordu. Etrafa “Beni kim esir ederse, ona fidye (kurtulmalık akçesi) olarak bol sütlü deve veririm.” diye sesleniyordu. Abdurrahman b. Avf da savaşta ele geçirdiği bir takım zırhları yanına almış giderken Ümeyye ve oğluna rastladı ve o ikisini esir aldı. Abdurrahman b. Avf, Ümeyye ve oğlunu götürüyordu ki Bilal-i Habeşi (r.anh)  onları gördü. Bilal, onu görür görmez: “Küfrün başı Ümeyye b. Halef ha! O kurtulursa, ben kurtulmam!” dedi. Abdurrahman ona: “Ey Bilal! O şimdi benim esirimdir!” dedi. Hz. Bilal “O kurtulursa, ben kurtulmam!” dedi ve sesinin çıkabildiği kadar: “Ey Allah´ın Ensarı! İşte, küfrün başı Ümeyye b. Halef! O kurtulursa, ben kurtulmam!“diyerek bağırmaya başladı.  Birden, onları kuşattılar ve Ümeyye b. Halef ile oğlunu kılıçtan geçirdiler.[12]   

İnsanlık tarihinde hakkı susturabilmek için birçok zalim çaba sarf etmiştir. İnsanların iman tercihinden rahatsız olan, kendilerini üstün gören ve elindeki güçle iman nurunu söndürmeye çalışan müstekbirlerin içlerinde sanki Ümeyye’den bir iz vardır. İmanı hatıra getiren her emare, gündelik hayatta imanı tezahür ettiren her sembol, bu kişileri öfkeye ve saldırganlığa sevk etmektedir. İslam’ı kendine dava edinmiş kardeşlerimizin bu kimselere karşı sabırla ve azimle mücadele etmeleri gerekir.  

Bütün müstekbirler de şunu çok iyi bilmelidir: Ümeyyeler ne yaparsa yapsın kazanan hep Bilâllerdir.


 


[1] Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 144, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 73.

[2] İbn Kesîr, IV, 221.

[3] M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 9/101.

[4] Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/92; İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, 9/118; Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, 23/128.

[5] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, 23/130; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, 19/94.

[6] Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, 19/100.

[7] Buhârî, “Cizye”, 21.

[8] Belâzurî, c. 1, s. 195; İbn Esîr, Usdu’l-Ğabe, c. 6, s. 248; İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 156.

[9] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/262-264.

[10] Buhârî, “Menâkıb”, 25; Vâkıdî, s, 61.

[11] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/262-264.

[12] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/358-362.

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.