Kutlu diyârın bahtiyar yolcusu,
Sen Medînetü’r-Resûl’e Resûlullah’ın şehrine gidiyorsun. Her şeyden önce, yapacağın ziyaretin önemini kavramalı, her kula nasip olmayan bir bahtiyarlığa eriştiğini bilmelisin. Ele geçen bu fırsatı iyi değerlendirmek için de gittiğin yeri tanımalı, orada nasıl davranmak gerektiğini öğrenmelisin. Birkaç gün havasını koklayacağın o mübarek diyarın bir zamanlar kimi, kimleri bağrına bastığını, şimdi kimleri sinesine sardığını düşünmelisin.
Bir zamanlar Kâbe-i Muazzama’nın gölgesinde yaşayanlar, Mekke’yi Allah’ın Sevgilisi’ne çok gördüler; O’nu yurdundan, yuvasından göçmeye mecbur ettiler. Şimdi sana kucağını açan mübarek Medine, on beş asır önce Kâinatın Efendisi’ne ve onun aziz arkadaşlarına kucak açtı; hepsini bağrına bastı.
Mekkeliler ellerindeki kılıçlarla Resûlullah’ın canına kıymayı tasarlarken, Medineliler ellerindeki deflerle “ay doğdu üstümüze, vedâ tepelerinden” diye onu sevinç şarkılarıyla karşıladılar. Kâinâtın Efendisi’nin yanında bulunmayı, sohbetini dinlemeyi canlarına minnet bildiler. O’na dokunmayı, teneffüs ettiği havayı koklamayı, arkasında namaz kılmayı en büyük bahtiyarlık saydılar. O’nun mübarek vücuduna zarar gelmesin diye, evinin etrafında nöbet tuttular. Harp meydanında canlarını O’na siper ettiler. O’nun yardımcısı, ensârı oldular. Her şeylerini İslâm’a feda ettiler. Cılız İslâm fidanı, bu Hicret Yurdu güzel şehrin sıcacık havasında, bereketli topraklarında yeşerip gelişti, dünyanın dört bir yanına kök salan muazzam bir ağaç oldu. İşte sen o büyük insanları ve onların yurdunu ziyarete gidiyorsun.
Haydi, biraz duygulan, birazcık ağlamaya çalış! Gözlerine sözün geçmiyorsa, gönlünü zorla, ağlar gibi yap. Yine de olmuyorsa üzülme; bir gün gözlerin nemlenecek, gözyaşların yol yol akacak. Allah için ağlamanın hazzını tadacaksın.
Medine’ye doğru kanatlanmadan önce, gideceğin yerin önemini iyi kavramaya çalış. Kâinâtın her zerresinin Medine aşkıyla yandığını, oranın senin için bulunmaz bir nimet olduğunu hatırından çıkarma. Bu fırsatın bir daha ele geçmeyebileceğini düşünerek, orada bulunacağın sayılı günleri iyi değerlendirmeye kendini hazırla.
Kendi kendine de ki, Cenab-ı Hak bunca şehrin arasında Medine’yi, sevgilisine Hicret Yurdu olarak seçti. O da Medine’nin her iki tarafındaki belli bir mıntıkayı harem bölgesi saydı ve bu kısımda ağaç kesmeyi yasakladı. Orada Kur’an’a ve Sünnet’e aykırı bir yenilik çıkaranlara beddua etti. Medine’nin temiz topraklarının kötü insanları dışarı atacağını söyledi. Orada mü’minlerin yeniden derlenip toparlanacağını, orada imanın yeniden yeşerip güçleneceğini belirtti. Bereketlenmesi için dua ettiği bu toprakları meleklerin koruyacağını, oraya Deccâl’in ve tâûnun asla giremeyeceğini ifade buyurdu.
Medine’yi mü’minlere sevdirmesi için Allah’a dua etti. Kendisi başta olmak üzere Ashâb-ı Kirâm Medine’yi o kadar çok sevdiler ki, Mekke’de oldukları zaman bile, Medine toprakları dışında ölmeyi arzu etmezlerdi. Bu sebeple Cenâb-ı Mevlâ, binlerce sahâbî gibi, Resûl-i Ekrem’inin mübarek vücudunu da Medine toprağının bağrına tevdi etti.
Aziz kardeşim! Ayak bastığın bu yerin birkaç karış altındaki topraklar, bir zamanlar üstümüzde Allah’ın Sevgilisi yürüyor diye sevinçten titrerdi. O’nun avuçladığı Medine taşları, parmaklarında dile gelip Allah’ı tesbih ederdi. O’nu gören ağaçlar, yanımızdan Peygamber geçiyor diye ürperip ona selâm verirdi. Susuzluk çekildiği günlerde, avucundaki birkaç damla su, bir pınar olup parmak uçlarında şırıldardı. Avuçladığı birazcık hamur, peygamber elini öpmenin hazzıyla kabarıp çoğalır, onlarca sahâbînin karnını doyururdu. Ashâb-ı Kirâm’ın hendek kazarken kıramadığı kayalar, Resûlullah’ın vurduğu kazmanın temasını hissettiği anda kendinden geçer un ufak olurdu. Peygamber aleyhisselâm’ın konuşurken kendisine yaslandığı bir kütük, o mübarek vücudun temasından mahrum kalacağını hissedince yaralı bir can gibi inlerdi.
Medine’ye yaklaşıp da Uhud Dağı’nı görünce, ona doya doya bak. Kâinâtın Gözbebeği’nin mübarek ayaklarını üzerinde hissettiği zaman bu dağın sevincinden titrediğini, Resûl-i Kibriyâ’nın da:
“Şu Uhud dağı var ya! O bizi sever, biz de onu severiz.” diye iltifat buyurduğunu hatırla ve onu gözlerinle kucaklayıp gönlüne sığdırmaya çalış.
Mescid-i Nebevî
Peygamber Efendimiz’in mescidini uzaktan gördüğün zaman, sana bu bahtiyarlığı nasib eden Allah’a hamd et! Burası benim Efendimin tam on sene boyunca namaz kıldırdığı mübarek mescid diye düşün. Peygamber aleyhisselâm’ın“Kâbe’de kılınacak namaz dışında; benim şu mescidimde kılınacak bir namaz, başka mescidlerde kılınacak bin namazdan daha hayırlıdır.” buyurduğunu aklından hiç çıkarma ve eline geçen fırsatı iyi değerlendir.
Mescid-i Nebevî’ye her gittiğin zaman, oturmadan önce iki rek’at tahiyyetü’l-mescid namazı kılarak bu mübarek mescide olan saygını göstermeye çalış.
Mescid-i Nebevî’ye girdiğin andan itibaren dikkat etmen gereken çok önemli bir husus var. Senin ve kâinatın yegâne sahibi olan Allah Teâlâ’nın biricik sevgilisi orada yatıyor. Mescid-i Nebevî’den içeri adım attığın andan itibaren onun huzurunda olduğunu bil ve sakın orada yüksek sesle konuşma.
Şayet O’nun Saâdet Devri’nde yaşayan bahtiyarlardan biri olsaydın ve Kâinâtın Efendisi’ni ziyaret etmek için Türkiye’den kalkıp Medine’ye gitseydin, O’nun huzuruna girerken ve çıkarken nasıl davranırdın, bir düşün. Mescid-i Nebevî’ye her girip çıkışında O’nun huzurunda olduğunu aklından hiç çıkarma.
Bazı kardeşlerimiz, Mescid-i Nebevî’de bulunmanın ne büyük devlet olduğunu düşünemiyor. Çarşı pazar dolaşıp yorulduktan sonra, Mescid-i Nebevî’nin serin havasında sohbete başlıyor; ya yaptığı alışverişlerden veya eski hatıralarından söz ediyor. O mübarek yerde bu manasız konuşmaların ne kadar ayıp ve ne büyük saygısızlık olduğunu düşünemiyor. Her anı dünyaya bedel o güzelim zamanları boşu boşuna harcayıp tüketiyor. Üstelik sağında solunda oturmuş Kur’an okuyanları, zikir ve tesbih ile vaktini değerlendirenleri rahatsız ederek, daha da fenası, bu tavrıyla iki türlü zarar ettiğini aklına bile getirmeyerek kendine yazık ediyor. Aman sen öyle olma kardeşim.
Şayet o kardeşlerini, kendilerine asla kızmadan, tatlı bir üslup ile uyarabileceğine güveniyorsan, güleç bir yüzle onları uyar: “Güzel kardeşim, bak, biraz ileride Kâinâtın Efendisi uyuyor. Faydasız sözlerimizle onu rahatsız etmek doğru değil; üstelik bu fırsat kolay kolay ele geçmez. Efendimize salât ü selâm getirerek zamanımızı değerlendirelim.” de. Sen de her fırsatta “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed” diye salavât getir. Kur’an oku, “estağfirullah ellezi lâ ilâhe illâ hû, el-Hayyel’l-kayyûme ve etûbü ileyh” diyerek istiğfar et.
Kuba Mescidi
Resûl-i Ekrem Efendimiz ile O’nun Ashâb-ı Kirâmı’nın Medine’ye üç kilometre uzaklıktaki Kuba mevkiinde yaptıkları Kuba Mescidi’ni ziyarete gitmelisin. Burası, Efendimiz aleyhisselâm’ın: “Evinde yıkanıp temizlendikten sonra Kuba Mescidi’ne giderek iki rek’at namaz kılan kimse, bir umre sevabı kazanır.” buyurduğu ve hemen hemen her cumartesi günü, kimi zaman yaya kimi zaman binitli olarak ziyarete gittiği ve orada iki rek’at namaz kıldığı mübarek bir mesciddir. Mümkün mertebe sen de ziyaretini cumartesi gününe denk getir ve orada iki rek’at namaz kıl.Sa’d ibni Ebî Vakkas Hazretlerinin, Kuba Mescidi’nde iki rek’at namaz kılmayı, Kudüs’e iki defa gitmeye tercih ettiğini düşünürsen, bu mübarek mescidin değerini daha iyi anlarsın.
Mescid-i Nebevî’nin pek yakınında bulunan Bakî Kabristanı’nı ziyaret etmeli, orada yatan bahtiyarlara dua etmelisin. Zira Resûlullah Efendimiz oraya çoğu zaman geceleyin gider ve orada yatanlara dua ve istiğfâr ederdi.
Medine’ye gitmek, Resûlullah’ı ziyaret etmek büyük bir tâlihtir. Aman şansını iyi kullan, vaktini güzel değerlendir.
Add new comment