Hicreti Düşünmek

Hicret kelimesi Mekke, Habeşistan ve Yesrib sözcükleri ile adeta kardeş gibidir. Hicret için kullanılabilecek başka sözcükler garipsenebilir. İlk hicretin Habeşistan’a yapılmış olması, Yesrib’e yapılan hicretin İslam için büyük bir yükseliş dönemini açması gibi nedenler hicreti bu üç kelime ile kardeş hâle getirmiştir. Buna rağmen hicret, Mekke/Habeşistan/Yesrib üçgeninden daha geniş bir alanı, daha çok kavramı gösterir. 

Müslüman’ın hicretten anladığı şey Mekke’den Yesrib’e gitmenin daha ilerisinde olmalıdır.

-  Allah’ın haramlarını terk etmek,

-  Küfür topraklarından çıkmak,

-  Toprak, İslam toprağı bile olsa dini tehlikeye girenin başka bir yere gitmesi,

-  Kötü arkadaş ortamından uzaklaşmak…

Bunların her biri, hicretin geniş anlamını gösteren işlerdendir. Mekke’den Yesrib’e gidiş de bunun için olmuştur zaten.

Günümüz şartlarında hicreti düşündüğümüzde belki bir Mekke ve gidilecek Yesrib yoktur ortada. Ya da her yer Mekke, her yer Yesrib’tir.

Belki hicretin ‘göç etme, bırakıp gitme’ yönünü uygulamak isteyen için, gidilecek yer bulma açısından uygulanılırlığı yoktur. Müslümanların, aynı dine iman ettikleri kardeşlerinin topraklarına girmesi, yerleşmesi imkânı yoktur. Gidebilen için de bir Ensar bulmak imkânı yoktur. Ortam ve şartlar açısından bir sıkıntı söz konusu olabilir. Şüphesiz Allah Teâlâ, kullarından kaldırabilecekleri şeyleri istemektedir. Dinimizin en bariz özelliklerinden biri, güç yetiremeyeceğin şeyden sorumlu olmamaktır. Bu kural, hicret üzerinden tatbik edildiğinde Müslüman için ‘din uğruna hicret et’ emri muafiyet alanına girebilir. Herkes kendi durumunu, şartlarını daha iyi takdir eder etmesine de, genel görüntü böyledir.

Bu durumu tartışmanın bile zor olduğunu kabul ederek başka bir açıdan hicreti düşünmeyi denemek istiyoruz. Gerek adı Müslüman olan ülkelerde ve gerekse Avrupa gibi İslam’ın yok sayıldığı ülkelerde yaşamak durumunda olan Müslümanların kendileri ve sorumlusu oldukları aile fertleri açısından düşünmeleri gereken bazı başlıklar açabiliriz. Açacağımız bu başlıklar, ezan okunan ülkelerde nispeten daha hafif düşünülebilirse de ezana rağmen dünyanın her yerinin aynı olduğu bir zamanda yaşadığımızı gözden kaçırmadan meseleye bakmaya çalışmalıyız.

Bizi hicreti en derin anlamı ile düşünmeye mecbur kılan şu hususlardır:

a-      Çocuk yetiştirme, çocukları mü'min olarak hayata hazırlama görevimiz, nerede yaşadığımızla çok bağlantılı bir husustur. Ezan okunan bir yer olsun veya olmasın, çocuk yetiştirmeye, onu mü'min olarak yaşatmaya müsait olmayan yer, dünkü Mekke’dir. Evet, bugün Müslümanların gidebilecekleri bir Yesribleri yoktur. Genel manzara her yerin Mekke oluşunu yansıtmaktadır. Çocukların neyi nasıl öğreneceklerine, nasıl bir hayata alıştırılacaklarına Müslüman ebeveynleri karar verme hakkını neredeyse tamamen yitirmiş gibidirler. Bilhassa kız çocuğu doğurup büyütmek, kız çocuğunu annesi gibi mütesettire olarak şehirde veya köyde gezdirmek bir hak olmanın da ötesinde suçlu olmanın nedeni olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Bu hususta tamamen dinsiz olan doğu bloğu ülkelerle, sözde Hıristiyan olan ülkeler arasında da bir fark yoktur. Halkı Müslüman olan ülkeler açısından da fark yoktur. Nasıl çocuk yetiştireceğimiz sorusunun cevabı ne yazık ki, olanına rıza gösterme şeklinde verilmeye başlanmıştır.

Bu nedenle de büyük kitleleri oluşturan Müslüman aileler için asıl eğitim okullardaki eğitim olmuş, çocukların ailenin dinini, kültürünü alması için, ahlâklı olması için de yaz aylarında camilerde, derme çatma eğitim mekânlarında verilen birkaç günlük eğitim takdir edilebilmiştir. Bunun adını, Kur'ân’a ayrılan payın okuldan artan zaman, tatil günleri şeklinde koymamız, bize ağır gelecek olsa da yanlış olmayacaktır.

Şöyle veya böyle çocuğunu Kur'ân’la bir yolunu bulup buluşturmuş ailelerin sorunu da bitmiş değildir. Aynı aile o çocuğa verdiği Kur’ân bilgisini nasıl ve nerede eğitime dönüştürecektir? Kur’ân ezberlemiş o çocuk, hangi arkadaş çevresinde başını dik tutabilecektir? Bütün arkadaşlarının ‘kaç puan aldın, hangi okula gideceksin, ne olacaksın?’ türünden hiçbir sorusunun cevabı yoktur çocuğun kafasında. Çünkü Kur’ân diye bir eğitim, eğitim literatüründe bulunmamaktadır.

Mekke şartlarını değerlendirirken, sürekli kız çocuklarının diri diri gömülmesi sahnelerini, Bilal’in taşlar üzerinde kıvranışını hicretin nedeni olarak görmeye alışmış bulunuyoruz. Aslında bu görüşümüz, ashabı kirama karşı saygısızlıktır. Ashabı kiram, canlarını kurtarmak veya refah düzeylerini yükseltmek için hicret etmemişlerdir. Onların hicretleri canlarını kurtarmak gibi bir maksat üzerine kurulu olsaydı, Yesrib’e değil daha farklı bir yere giderlerdi. On üç yıllık Mekke döneminde kaç can verdiler, on yıllık Medine döneminde kaç can verdiler? Ashabı kiram asıl ağır bedelleri Medine döneminde verdiler. Bir tür ölüme, eziyete doğru hicret ettiklerini bile bile Yesrib yollarına düştüler. Bu nedenle de Medine’de çektikleri sıkıntıların ardından hiç biri ‘bunun için mi Mekke gibi bir yeri terk ettik’ şeklinde bir çıkışta hiçbir zaman bulunmadı.

Bugünkü durumumuzla o zamanki hicret mantığını karşılaştırdığımızda, hicretin can kurtarmak için olması ile dini daha iyi yaşayabilmek, din eksenli bir hayat düzeni kurmak için hicret etmek arasındaki farkı da anlamış oluruz.

Bugün, halkı Müslüman olan ülke insanlarının da katıldığı genel gidişatta artık çocuklar, anne babalarının değil devletin mülkü hâline gelmektedir. Anne babanın çocuğunun ne eğitimi ne giyim kuşamı ne de beynini oluşturacak kafa yapısında bir tasarruf hakkı yoktur. Ebeveyn yeni anlayışta, iyi bir dadı durumuna düşürülmüştür. Devletin politikaları ne üzerine kurulu ise ebeveyn o politikaların gereğine göre çocuk terbiye etmeye mecbur kalmaktadır. Devletlerin ana politikaları da meçhul bir ağ olan internet ağına takılan ne kadar muamma varsa onun ekseninde oluşmaktadır.

Müslümanlar olarak, yaşadığımız ortamı, bizi bekleyen endişeleri bir de bu açıdan ele almalıyız. Sürekli ekonomi ve kısır bir siyaset döngüsü içerisinde boğulup gittiğimizi bir anlayabilsek!

b-      Gidecek bir yerimiz olmasa da, hicreti düşünmeye sevk eden hususlardan biri de şu çelişkili durumdur:

Küfür, bütün gücüyle kendisini teşhir ederken İslam, Mekke’den canlı yayın yapan TV görüntüleriyle daraldı. Ticaret merkezlerinde firma isimlerinden ticaret konusu olan mallara kadar her şeyde küfrü temsil etme yeteneği bulunan değerler teşhir edilmektedir. İslam, sakalından sarığına, bıyık şekline kadar her şeyde tarihe ait bir değer olmaya mahkûm iken küfrün ürettiği ne varsa cazip, kanun himayesinde, reklamı ile müessir olarak ortada durmaktadır. İslam, kitlesel uyuşturucu nitelik kazanmış futbolun karşısında bile birinci planda değildir.

Şehrin göbeğinde bir cami, camiden yükselen ezan var olmasına var! Caminin etrafında namaza ve caminin getireceği otoriteye mani geniş bir daire; genel görüntü budur.

Allah’ın emri tesettür, sokaklarda var. Tesettüre teşvik de var ama tesettürü utanılacak hâle getiren büyük bir çıplaklık veya giyinmiş çıplaklık üstün durumdadır.

Buna bir de Müslümanlara ait siyasi haberlerin fecaatini eklememiz durumunda aradaki açının büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Ezenle ezilenin görüntüleri sürekli Müslümanların aleyhine bir görüntü vermektedir.

Bu şartlar altında Müslümanların hicretteki incelikleri ve ashabın ne maksatla hicret ettiğini bir kere daha tefekkür etmesi gereği önümüze çıkmaktadır.

Bu düşünceyi ahlâk, ibadet, muamelat, siyaset gibi İslam adına Müslüman’ın kimlik ispat etmesi gereken her alanda söz konusu yapabiliriz. Zira kendisinden ahlâklı olmasını beklediğimiz bir gencin, o ahlâkı özümseyeceği çevreyi ona sağlama durumumuz yoktur. Kitaptan öğrenilmiş ahlâkı uygulamasını isteme şeklinde bir isteğimiz olacaktır.

c-      Evliliğin aldığı şekil de ürkütücüdür. Kız veya erkek çocuklarımızı iyi bir evlilikle evlendirmemiz kolay erişilebilir bir umut olmaktan çıkmak üzeredir. İyi bir eş adayı bulup çocuğunu evlendirmek gerilerde kalmış bir hedef hâline gelmiştir. Evindeki kızını ve oğlunu evlenilebilecek kıvamda tutup vakti gelince de evlendirebilmek diye bir hedefin peşinde koşulmaktadır maalesef.

Müslüman bir aile için iffetin bu denli risk taşıdığı bir ortam hicretten söz ettiren ortam değildir de hangi ortamdır hicreti oluşturan ortam? Kim, Mekke’nin bu ortamdan daha ağır risk taşıdığını iddia edebilir?

Daha da ileri seviyede bir endişe olarak, Müslüman kızların Müslüman olmama ihtimali bulunan bir gençle evlenmesini de kaydedebiliriz. Sadece bu tehlike bile kara kara düşündürmektedir.

d-      Ticaret ve diğer kazanç yollarının helal hariç her şeye açık olması ise başka bir sorundur. Yiyeceklerin ihtiva ettiği haram ve şüpheler, kul hakkının önlenemez sirayeti, yalan ve hile gibi kazanmayı sorunlu hâle getiren tutumlar… Nereden bakılırsa bakılsın bir helal kazanma ve helal yeme sıkıntısı vardır.

Sadece helal yeme sıkıntısı bile ele alınsa hicretten söz etmeye gerek vardır.

Gidilecek bir Yesribimiz bulunmasa da Yesrib arama heyecanı ile yaşamamız imanımız gereğidir.

Zira mü'min, ashabın hicretini anmakla ibadet yapmış olmaz. Ashabı o kıvama getiren değerlere sahip olmak için de mücadele etmeye mecburuz.

 

Yazar: 

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.