Ses Veren Adam: NURİ PAKDİL

İnsanların yüzüne, gözünden tanıyabilecek kadar uzunca bakmaya fırsat bulamadığımız bu kalabalık, hızlı, süslü çağda kendimce bazı ölçütler ile insan sarrafı olmaya çalışıyorum.

Cuma vakti ne yaptığı, bir mekânda garsona nasıl davrandığı, çocuklara karşı tavrı, çöpünü elinde ya da çantasında taşıması, “Akbili olan var mı?” sorusunu duymazdan gelmemesi, sokakta müzik yapan gençleri es geçmemesi, çayı çok sevmesi, öğle yemeğini evden getirmesi, “Canım” kelimesine gizlediği kibri ya da samimiyeti gibi ilkel bazı ölçütler; okulda, sokakta, hastanede, markette, yolda yani hayatın içinde insanlara ruhen bir yakınlık ya da uzaklık duymamı sağlar.

Önyargı değil, önsezi diyebiliriz buna. Ve birçoğumuzda da vardır. Kimimiz için memleketinin plakası, kimimiz için tuttuğu takımın forması, kimimiz için sevdiği sanatçının şarkısı, karşı taraftakinin “tanıdık” olduğu hissini uyandırır. 

Bende bu “tanıdık” hissini uyandıran, “tanışayım” dedirten, ruhen yakın hissettiren ölçütlerden birisi de Nuri Pakdil. Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Fethi Gemuhluoğlu gibi yanıltmayan önsezilerden birisidir o.

Onu okumak, onu tanımak, onu sevmek, ona benzemek; “Bu iyi bir insandır. Bu kaliteli bir hayattır. Bu klas bir duruştur.” dedirtir bana.

Öğrenci yurdundaki çalışma salonunda, üzerinde Anneler ve Kudüsler’den bir bölüm ile beraber Filistin haritası gördüğüm masanın sahibini daha tanımadan sevdim ve tanışınca yıllardır berabermişiz gibi sıkı dost oldum.

KPSS hazırlık kursuna giderken, ders arası bir sohbette tiyatrodan konu açılınca, “Korku da çok iyi bir oyundur.” diyen arkadaşa, kendisini tanımadığım halde içten içe saygı duydum.

Mesleğe ilk başladığım yıl hem acemi, hem ortamda yeni, hem de peruklu oluşumun verdiği sıkıntıyla bir köşede ürkek oturduğum öğretmenler odasında, Batı Notları’nı okuyan yaşlı bir öğretmen gördüm. Sanki yıllardır tanıdığım birisine rastlamış gibi kendimi güvende hissedip, okuldaki yalnızlık duygumdan sıyrıldım.

Ceketinin yan cebinde sürekli bir kitap taşıması, en çok hayran kaldığım anekdotlardandı. Eşimi montunun cebinde kitapla gördüğüm zamanlar, hep bunu düşündüm ve mutlu oldum.

Odasına Kubbetü’s Sahra resmini asarken, büyüdüğünde oğluma Nuri Pakdil’in sözleriyle Kudüs’ü anlatmayı hayal ettim.

Devrim, eylem, direniş diyen birine rastladığımda bunları antiemparyalist, antikapitalist, antisosyalist, antinazist, antifiravunist bir bilinçle mi söylediğini anlamaya çalışıp, ona göre sözlerine kıymet verdim.

“İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır. Tüm organlarımıza buyuran bir güç var onda. Anlatmaya, yorumlamaya gücümüzün yetmediği bir giz birikimi bu. İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün nasıl kayıp gidecek elinizden! Kaygan, yabancı madde dolu bir şey olup çıkacak sonunda. Kalbin gereksinimlerine dikkat edilmedi mi emek de, ekmek de yitiriverir anlamını. Ne emek, ne ekmek; önce kalbimiz bozuluyor çünkü.” Girdiğim her sınıfta, öğrencilerime kendimi tanıtırken dosyamın ilk sayfasında sakladığım bu sözler ile derse başladım.

Ezcümle, Nuri Pakdil bizim için sadece önemli bir düşünür, büyük bir yazar, kıymetli bir insan değil; modern zaman çıkmazlarında “Ne yapalım, nasıl olalım?” çaresizliğini yaşadığımız durumlarda kendisinden cevap alıp tavır geliştirdiğimiz bir isim oldu. “Bir çentik at tarihe haydi uzat / Ellerini varır bulur ellerim” diyerek sesimize ses veren adamdı o. Öyle de kalacak.

Mekânı cennet olsun…

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.