Sıkıntıya Sabretmeli

Hayat bir imtihandır. Allah Teâlâ bizi, ölüm korkusuyla, açlıkla, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltilmek suretiyle imtihan edecektir.[1]

Bunun için de başa gelen acılara, sıkıntılara sabretmemizi tavsiye etmekte, sabır yarışında düşmanları geçmemizi istemektedir.[2]

Felâketle yüz yüze gelince, “Biz Allah’ın kullarıyız, Ona aitiz ve muhakkak Ona döneceğiz” dememizi beklemektedir.[3]

Yaşadığımız sürece bu imtihanlar devam edecek, Allah Teâlâ aramızdaki sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar bizi deneyecektir.[4]

Sabır imtihanını başarıyla verenlere, felâketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere hesapsız ödüller verecektir.[5]

Kâinâtı Rabbi böyle buyurmaktadır.

Sıkıntıyla karşılaşınca 

Hüzün ve keder hayatın değişmez gerçeğidir. İnsan bu gerçekle karşılaştığında ne yapmalıdır? 

Yüce Rabbimiz o zaman sarsılmaz bir sabırla ve namaz kılmak suretiyle kendisinden yardım istememizi öğütler.[6]

Cenâb-ı Hakk’ın  emirlerini aynen uygulayan peygamberler, zor durumda kaldıklarında, tıpkı Resûl-i Ekrem gibi, Allah'tan yardım istemek için namaz kılarlardı.[7]

Ashâb-ı kirâm da öyle yapardı. Bir yakınlarını kaybettiklerinde namazın bir teselli yolu olduğunu hatırlar, kalkıp namaza durur, Allah’tan kendilerine dayanma gücü vermesini niyâz ederlerdi.[8]

Efendimizin belirttiğine göre sabır ışıktır (ziyâdır);[9] o ışığı elde eden kimse gerçeği görür; sıkıntılar karşısında pes etmez; sabrın verdiği güçle zorlukları yener.

Ve zorlukları yenmek için sabretmeye çalışanlara Allah sabır gücü verir.[10]

Neden hep sıkıntı, hep sabır?

İşin sırrını Peygamber Efendimizden öğrenelim:

Allah, İyiliğini dilediği kimseyi önce sıkıntıya sokar;[11] sonra da ona sabır verir.

Cenâb-ı Hakk’ın  insana verdiği en hayırlı ve en büyük lütuf sabırdır.[12]

Sabır meziyeti mü’mine özeldir. Mü’min sevinince şükreder, üzülünce sabreder, böylece hayra erer.[13]

Ama mü’minin derdi büyük olur.

Büyüklerimizin dediği gibi “Büyük dağın büyük kışı olur.”

“Büyük başın ağrısı büyük olur.”

Bunu Peygamber Efendimiz şöyle ifade buyurmuştur:

En ağır sıkıntılar peygamberlerin başına gelir;

fazilet bakımından peygamberlerden sonra gelenler, mânevî derecelerine göre dert ve sıkıntılardan nasiplerini alırlar.

En dindar olan en ağır sıkıntıya uğrar;

dini o kadar kuvvetli olmayanlar ise daha hafif bir imtihandan geçer.[14]

Peygamber Efendimizin sıkıntıları

Bu ilâhî kural, Allah’ın sevgilisinin hayatı boyunca aynen gerçekleşti.

Efendimiz son hastalığı sırasında bile derin acılar çekti. Bunu gören sevgili kızı Hz. Fâtıma “Vah babacığım, ne büyük sıkıntın var!” diye gözyaşı döktü.[15] 

O günlerde Efendimiz şiddetli bir sıtma nöbetine yakalanmıştı. Ziyaretine gelen Abdullah ibni Mes‘ûd, elini Resûlullah’ın üzerine koyunca ateşler içinde yandığını gördü.

“Ey Allah’ın elçisi!” dedi. “Ateşiniz çok fazla.”

“Evet, iki kişinin dayanabileceği kadar ıstırap çekiyorum.”

“Herhalde iki kat sevap kazanmanız için, öyle değil mi?”

“Evet, öyle. Allah Teâlâ, bir Müslümanın ayağına batan bir diken veya başına gelen daha büyük bir sıkıntıdan dolayı onun günahlarını bağışlar.

Ağacın yapraklarını dökmesi gibi Müslümanın da günahları dökülür.”[16]

Dünyadan göçüp gidene kadar Allah’ın has kullarının imtihanı bitmez.

Kısacası, mü’minin başından belâ eksik olmaz.[17] 

Dertlere dayanmalı

Mü’min, başına bir sıkıntı gelince paniğe kapılmamalı. Dertlerin iyi Müslümanlara verildiği gerçeğini göz ardı etmemeli.

Dayanılmaz kederler içinde olduğunu düşünerek, bazılarının yaptığı gibi:

“Allahım canımı al da beni kurtar!” diye ölümü temenni etmemeli. Çok zor durumda kalınca, sevgili Peygamberimiz’in tavsiye buyurduğu gibi:

“Allahım, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat;

ölmek benim için hayırlı olduğu zaman da canımı al!” diye dua etmelidir.[18]

Dünya imtihan dünyasıdır. Yukarıda söylendiği gibi, Allah Teâlâ kullarını çeşitli sıkıntılarla deneyecek ve bu sıkıntılara ne kadar dayandıklarına bakacaktır.

Allah’ın kanunu böyle olduğuna göre, sıkıntılarla karşılaşmak son derece tabiidir.

Ashâb-ı kirâm, müşriklerin dayanılmaz işkenceleri yüzünden iyice bunaldıkları bir gün Resûlullah Efendimize geldiler:

“Ey Allah’ın elçisi! Bizi bu adamların şerrinden kurtarmak için Allah’a dua ederek yardım istemeyecek misin?” dediler.

Efendimiz onları teselli etmek için, imanları uğrunda kendilerinden daha çok çile çeken bazı yiğit mü’minleri anlattı ve şöyle buyurdu:

“Önceki ümmetler içinde bir mü’min yakalanır, kazılan bir çukura atılır, sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, demir tırmıklarla taranırdı.

Bu işkenceler onu yine de dininden döndürmezdi.” [19]

Sıkıntı rahmettir

Acaba başımıza gelen sıkıntılar bize verilmiş bir ceza mıdır? Allah Teâlâ bizi daha dünyada mı cezalandırmaktadır? Bazıları böyle düşünmektedir.

İnsanların ceza zannettiği dertler, o kul için bir tür himâye ve kayırma olabilir.

Allah Teâlâ kuluna âhirette çektireceği dayanılmaz cezaları dünyada daha hafif şekillerde çektirebilir. Bu da o kul için bir tür himâyedir.

Resûl-i Ekrem bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:

“Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir.

Fenalığını dilediği kulunun cezasını da, kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye, âhirete bırakır.

Mükâfatın büyüklüğü belânın şiddetine göredir.

Allah sevdiklerini sıkıntıya uğratır.

Kim başına gelene rızâ gösterirse, Allah ondan hoşnut olur. Kim de buna râzı olmazsa Allah’ın gazabına uğrar.”[20]

Biz olaylardaki ilâhî hikmeti sezemediğimiz için çoğu zaman yanlış değerlendirmeler yaparız. İlâhî cezaların hep kötü adamlara verildiğini zannederiz. Gerçek hiç de öyle değildir.

Allah Teâlâ iyi kullarının kendisine günahsız olarak kavuşmasını ister. Bunun için de onların başlarından, çocuklarından, mallarından sıkıntıyı eksik etmez.[21] Böylece onları olgunlaştırıp mükemmel bir kul yapar.

Bir demet ekin gibi

Hayat devam ettiği sürece mü’minin imtihanı da devam edecektir.

Öyleyse dertleri ve sıkıntıları hayatın kaçınılmaz bir kanunu kabul etmeli, kederlere alışmalı, acılar karşısında sabır ve metânet göstermeye çalışmalıdır. Mü’mine yakışan budur.

Belâlar karşısında mü’min, bir demet ekin gibi esnek ve dayanıklı olmalıdır. Rüzgâr onu kâh bir yana, kâh diğer yana yatırabilmelidir;

çünkü başından sıkıntı eksik olmayacaktır.

İnançsız kimse, sıkıntılar karşısında hiç esnek değildir. Onun hali sert ve dik serviye benzer. Ölüm gelip de onu bir defada kökünden söküp devirene kadar öylece kaskatı kalır.[22]

Sıkıntıların mü’mini alt edemeyeceğini Peygamber Efendimiz işte böyle bir benzetmeyle anlatmıştır.

Şu ilâhî vaadı hiç unutmamalıdır:

“Kim Allah'a karşı gelmekten sakınır ve sabrederse, elbette Allah, iyilik edenlerin ve işini güzel yapanların emeklerini boşa çıkarmaz.”[23]

 



[1] Bakara 2/155. Ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/186

[2] Âl-i İmrân 3/200.

[3] Bakara 2/156.

[4] Muhammed 47/31

[5] Zümer 39/10.

[6] Bakara 2/153.

[7] Ebû Dâvûd, Tatavvû 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 333.

[8] Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), II, 296

[9] Müslim, Tahâret 1; Tirmizî, Daavât 86; Nesâî, Zekât 1; İbni Mâce, Tahâret 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 342, 343

[10] Buhârî, Zekât 50; Müslim, Zekât 124.

[11] Buhârî, Merdâ 1; Mâlik, Muvatta’, Ayn 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 237.

[12] Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124; Tirmizî, Birr 77; Nesâî, Zekât 85; Mâlik, Muvatta’, Sadaka 2; Dârimî, Zekât 18.

[13] Müslim, Zühd 64; Dârimî, Rikak 61; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 332, VI, 15, 16.

[14] Müslim, Fiten 23; Tirmizî, Zühd 57; Dârimî, Rikak 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 185.

[15] Buhârî, Megâzî 83.

[16] Buhârî, Merdâ 3, 13, 16; Müslim, Birr 45; Dârimî, Rikak 57; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 381, 441

[17] Müslim, Münâfikîn 58; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 234; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), VII, 177-178.

[18] Buhârî, Merdâ 19, Daavât 30; Müslim, Zikr 10, 13.

[19] Buhârî, Menâkıb 25, İkrâh 1, Menâkıbu’l-Ensar 29; Ebû Dâvûd, Cihâd 97; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 109, 111.

[20] Tirmizî, Zühd 56; İbni Mâce, Fiten 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 427, 428, 429; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, III, 331.

[21] Bakara 2/155; Tirmizî, Zühd 56.

[22] Buhârî, Merdâ 1; Müslim, Münâfikîn 58-60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 234.

[23] Yûsuf 12/90

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.