عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ رضي الله عنهما أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَرَّ بِسَعْدٍ وَهُوَ يَتَوَضَّأُ فَقَالَ : مَا هَذَا السَّرَفُ يَا سَعْدُ ؟ قَالَ : أَفِي الْوُضُوءِ سَرَفٌ ؟ قَالَ : نَعَمْ ، وَإِنْ كُنْتَ عَلَى نَهْرٍ جَارٍ
Hz. Abdullah b. Amr (r.anhümâ)’dan nakledildiğine göre Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir defasında, abdest almakta olan Hz. Sa’d’ın yanına gelmişti. (Onun suyu bolca kullandığını görünce): “Ey Sa’d! Bu ne israf böyle!” buyurdu. Hz. Sa’d: “Abdestte (fazla su kullanmak) israf sayılır mı?” deyince de, “Evet, hatta akarsu kenarında abdest alsan bile (kullanacağın gereğinden fazla su israftır)” buyurdu.
( İbn-i Mâce, Taharet, 48. ; Ahmed, II, 221.)
Bütün diğer kötülüklerle birlikte israfın da zirve yaptığı modern zamanları yaşıyoruz. Günümüzdeki toplumsal düzenler, dimdik ayakta durabilmek için her konuda sapasağlam Allah’ın iradesine yaslanmak yerine çürük beşerî ideolojileri kendilerine koltuk değneği yapmışlardır. Artık değnek kırılmış ve toplumlar yerlerde sürünür olmuştur. Geçmişte helâk olmuş milletlerin işlediği bütün kötülüklerini bünyesinde taşıyan modern cahiliye, israfın tavan yapmasının da baş sorumlusudur. Öyle ki, iyi yaşam ve konfor adına tüketim çılgınlığı sürekli teşvik edilmekte, bu arada en fazla tüketilen de insan ve enerjisi olmaktadır.
İslâm dini her konuda israfa savaş açmıştır. Öyle ki, İslâm’ın her bir yasağı bir israfın ortadan kalkmasını hedeflemiştir. İsrafı, insanın istifadesine sunulan nimet ve imkânların ölçüsüzce ve amacının dışında harcanarak istismar edilmesi olarak anlarsak öncelikle Allah’ın iradesine isyan niteliğindeki her bir eylem birer israf olarak karşımıza çıkar. Başta Allah’a ortak koşmak anlamına gelen şirk olmak üzere her bir günah, Allah’ın verdiği akıl ve iradenin emrindeki beden ve organları amacının dışında ölçüsüzce kullanmak yani israf etmektir. Rabbimiz israfın bu çeşidine Zümer sûresi 53. âyet-i kerimede işaret ederken bu israfın telafi edilebilirliğine de son derece şefkatli bir üslupla şöylece değinir:
“De ki (Allah şöyle buyuruyor): "Ey kendi aleyhlerine olarak (günahta) israfa düşen kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir."
İnsanın günah işlemesi konusunda kabul edilebilir bir sınır vardır. İnsanoğlunu meleklerden ayıran bu sınır, insanın bilmeden veya bir anlık hata sonucu yanlış yapmasıdır. “..Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma..”[1] Fakat bunun ötesinde, bile bile Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı davranma davranışı vardır ki işte bu israftır, haddi aşmaktır. Çünkü bu türlü bir davranış, en üstün bir şekilde yaratılıp yeryüzünde Allah’ın kanunlarını uygulamakla görevli halife kılınma imtiyazını istismardır. Yalnız, bu israfı telafi etmenin bir yolu vardır ki o da pişmanlıkla yanlıştan vazgeçip Allah’a yönelmektir. Hiç şüphesiz Allah, tövbeleri çokça kabul eden ve merhametlilerin en merhametlisi olandır.
Bütün israf davranışlarının temeli, Allah’ın yasakları konusunda israfa düşme yani haddi aşmadır. Bir kere bu konuda hassasiyet kaybedilince diğer israflara engel olmak çok zordur. İnsan, kâinatın asıl sahibinin Allah olduğunu, kainatın kendisine emanet edildiğini ve dünyayı imar etmekle görevlendirildiğini hatırından hiç çıkarmamalıdır: “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü (sahipliği ve hükümranlığı) kendisine ait olan Allah ne yücedir!..”[2] “O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedi.”[3] İşte ancak bu şuurla hareket eden insan emanete ihanet olacak israf davranışlarından kaçınır ve dünyayı imha değil imar etmeye özen gösterir.
Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz, “Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?”[4] buyurarak kulluk görevimizi yerine getirmemiz ve dünya imtihanını kazanmamız için bize verdiği türlü nimetlere dikkatimizi çekmektedir. Bize düşen bu nimetleri yerli yerinde kullanmamızdır. “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın”[5] âyet-i kerimesinde de evrenin hassas ayarlarla var edildiği ortaya konularak bizden ifsâd ve israf ederek bu ince ölçüyü bozmamamız istenmektedir.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de doğrudan doğruya bizi israftan sakındırmakta ve müsrifleri sevmediğini bildirmektedir: “Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.”[6] İsrafın psikolojisine baktığımızda şuursuzluk ve vurdumduymazlığın yanında kibirle de karşılaşırız. Peygamberimiz buna işaret ederek, “Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz” buyurmuştur.[7] İsraf ve savurganlık o kadar kötü bir davranıştır ki, Yüce Rabbimiz bu davranışı yapanları şeytanların kardeşleri olarak nitelemiştir: "Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karsı çok nankörlük etmiştir."[8]
İslâmiyet Allah’ın bize ihsan ettiği nimet ve imkânları kullanmada aşırılıklardan uzak kalarak orta yolu tutmamızı ister: “Elini boynuna bağlı tutma (cimrilik yapma). Onu, büsbütün de açıp-saçma (israf da yapma), sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini çeker durursun.”[9]
Sevgili Peygamberimiz (sas), her konuda olduğu gibi israf konusunda da Yüce Rabbimizden getirdiği Kur’ân’ın gösterdiği istikamette yürümüş ve hayatı boyunca, israftan şiddetle sakınıp biz ümmetini de sakındırmıştır.
Peygamber Efendimiz (sas) bir hadislerinde sağlık ve boş vakit nimetlerini hoyratça kullanıp israfa düşenlere dikkatimizi çekerken yanlışa teslim olmuş kalabalıklara değil azınlıkta da olsalar hakkı tutup kaldıranlara uymamız gerektiğini ima etmektedir: “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunların değerinden habersizdirler. Bunlar sağlık ve boş zamandır.”[10] Tarihin hiçbir döneminde bu hadisin ifade etiği gerçek günümüzdeki kadar belirgin olmamıştır. Bugün, helal haram demeden içki, uyuşturucu, sigara ve kimyasal ilaçlar kullanarak ya da İslâm’ın istediği helal ve temiz şartlarına uygun olmayan hazır gıdalar tüketerek sağlığının kıymetini bilmeyen ne kadar da çok insan vardır. Yine kahve köşelerinde, telefon ve bilgisayar başında, internet ve sosyal medya ortamlarında vakit öldürenler ne kadar da çoktur. Aslında onlar vakti değil yavaş yavaş kendilerini öldürüyorlar.
Rasûl-i Ekrem (sas) kıyamet gününde, başta ömür nimeti olmak üzere verilen nimetlerde israfa düşüp düşmediğimizden mutlak sorguya çekileceğimizi haber vermiştir: “Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından ve bildiklerini yaşayıp yaşamadığından sorguya çekilmedikçe bulunduğu yerden kıpırdayamaz”[11]
Bazı kimselerin zihinlerinde, dinin emirlerini yerine getirmek için Allah’ın nimetlerini bol bol kullanan ve bu konuda ümmetine hiçbir kısıtlama getirmeyen bir peygamber tasavvuru vardır. Hâlbuki bizim Peygamberimiz (sas) abdest ve sadaka gibi ibadetlerde bile israfa düşmeyi yasaklamıştır. Günümüzde su kaynaklarının hızla tükendiği ve yakında ülkeler arasında su savaşlarının çıkabileceği öngörüsünün yaygınlaştığı bir ortamda Peygamber Efendimizin (sas), “Akarsu kenarında abdest alsan bile suyu israf etme” vurgusuyla getirdiği ölçü ne kadar da değerlidir.
Sevgili Peygamberimizin bizzat kendisi çok az miktarda su kullanarak abdest ve gusül almış ve her konuda olduğu gibi bu konuda da bize en güzel örnek olmuştur. Hz. Abdullah bin Abbâs (radıyallâhu anhüma),Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in bir kırbadaki suyu azar azar kullanarak abdest aldığını haber vermiştir”[12]
Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz, Efendimiz aleyhisselâmın bir “ sa’ ” miktarı suyla guslettiğini; yani banyo yaptığını; bir “müdd” miktarı suyla da abdest aldığını haber vermiştir.[13] Burada “sa’” diye isimlendirilen ölçü birimi yaklaşık 3,5 kilograma (3,328 kg); “müdd” diye isimlendirilen ölçü birimi de yaklaşık 850 grama (832 gr) tekabül eder.[14] Bize düşen, bu konuda kendimizce bahaneler üretmek değil; atalarımızın yaptığı gibi, Peygamberimizi takip etmektir. Ecdadımız abdest ve gusülde israfın önüne geçebilmek için ağzı dar ibriklerle abdest almış; şadırvanlara, ne kadar açılırsa açılsın iplik kadar su akıtan çeşmeler yerleştirmiştir. Çünkü onlar suyun ne kadar önemli bir nimet olduğunun farkındaydılar. Çünkü Rasûlullah aleyhisselâm, “Bakınız! Su, içecek olarak dünyada ve ahirette (insanoğluna bahşedilmiş) en aziz nimettir.” buyurmuştu.[15] Yine O (sas), bol su kullanmadan abdestin kabul olmayacağı endişesini şeytanî bir vesvese saymış ve “Suyun vesvesesinden sakının” buyurmuştu.[16]
Abdest, gusül, iftar sofrası ve mescid yapımı gibi dini görevler dâhil her konuda israftan sakınmazsak bizim için Sevgili Peygamberimizin şu hadislerde sakındırdığı topluluklardan olma tehlikesi söz konusudur: “İleride bu ümmet içinde abdest ve duada aşırılık yapan bir topluluk gelecektir.”[17] "İnsanlar mescidleri ile övünmedikçe kıyamet kopmaz."[18] Günümüzde, diş fırçalarken ya da tıraş olurken açık bırakılan musluklar yahut mutfaklarda, banyolarda ve küvetlerde keyfi olarak akıtılan tonlarca sular veya müsrifçe sarf edilen elektrik enerjisi karşısında Peygamber Efendimizin gösterdiği ideali anlayıp yaşamaya ne de çok ihtiyacımız vardır.
Yaşadığımız çağda yiyecek israfı da son haddine ulaşmıştır. Kimi ülkelerde tonlarca yiyecek çöpe atılıp insanlar şişmanlıkla mücadele ederken, kimi ülkelerde yiyecek bulamadığı için bir deri bir kemik kalmış insanlar, açlıktan ölen çocuklarını yürekleri paramparça olarak toprağa bırakmaktadır. Maalesef bizim gibi Müslüman ülkelerde bile her yıl milyonlarca ekmek çöpe atılmaktadır. Hâlbuki Sevgili Peygamberimiz (sas), “Ekmeğe değer veriniz” buyurmuştur.[19] Yine O (sas), yiyeceği çöpe atmak şöyle dursun, sofradaki kırıntıları hatta yere düşen lokmayı bile israf etmemeyi tavsiye etmiştir: “Birinizin elindeki lokma yere düşerse ondaki toz toprağı gidersin ve onu yesin. Onu şeytana bırakmasın.”[20]
Son olarak diyoruz ki, günümüzde başta insan ve onun enerjisi olmak üzere Allah’ın verdiği sayısız nimetler üzerinde sorumsuzca yapılan her türlü israfın önüne geçmenin yolu, nimet ve imkânların hakiki sahibinin Yüce Rabbimiz olduğunu unutmadan hareket etmektir. Biz bunlar üzerinde sadece emanetçiyiz. İnsanoğlunun her türlü problemiyle birlikte israf sorunu da ancak ve ancak sözlerin en güzeli olan Kur’ân’a uyarak ve yolların en güzeli olan sünnet yolunda yürüyerek çözülebilir.
Add new comment