Mekke Bir Yangın Yeri
Uçsuz bucaksız bir ateşin kenarındaydı. Dehşetle baktığında alevler içinde yanan insanlar gördü. Birden ayağının dibinde yanmakta olan babasını fark etti. Babası ayaklarına yapışmış onu da ateşin içine çekiyordu. Tam bu sırada bir adamın onu omuzlarından tutup kavradığını ve ateşe düşmekten kurtardığını gördü. O, Haşimoğulları’ndan Muhammed b. Abdullah’tı.
Halid b. Said bu garip rüyadan korkuyla uyandı. Hemen Hz. Ebû Bekir’e koştu. Bu rüyayı ancak o yorumlayabilirdi. Hz. Ebû Bekir rüyasında hakikati gören Halid’e İslam’ı anlattı. Babası, onu cahiliye ateşi içinde yanmaya zorlayacak, o bu ateşten Muhammed aleyhisselam’ın dini İslam sayesinde kurtulacaktı. Bu rüyanın da tesiriyle Halid, Efendimizle Ecyad Mahallesi’nde buluştu ve hiç düşünmeden Müslüman oldu.[1]
Gizli Davet
İslam’ın ilk günleriydi. Allah Rasûlü İslam’ı sadece güvendiği, Müslüman olacağını ümit ettiği dürüst ve temiz kimselere, özellikle de gençlere anlatıyordu. Yüzyıllardır putlara tapan, atalarından miras kalan geleneklere körü körüne bağlı bir toplumda davetin açıkça yapılması bir şok meydana getirebilirdi. Mekke tam bir yangın yeriydi. Efendimiz bu sebeple İslam’a gizlice davet ediyor, büyük bir sabırla davanın çekirdek kadrosunu oluşturuyordu. Davetin gizlice yapılması İslam davetçilerine yol göstermek, onlara örnek olmak içindi. Elbette ki Rabbimiz Rasûlü’nü korumaya kâdirdi.
Hz. Ebû Bekir’in Davet ve Cihadı
Davetin ferdi olarak yürütüldüğü bu dönemde Hz. Ebû Bekir’in büyük hizmetleri oldu. O doğruluk ve dürüstlüğüyle tanınan, insanlar arasında sevilip sayılan, güven duyulan güzel bir kimseydi. Onun yanına gelenler samimiyetine, sohbet ve muhabbetine hayran kalırlardı.
Kumaş ve elbise ticareti yapan Hz. Ebû Bekir, Müslüman olduğu sırada kırk bin dirhem tutarında bir servete sahipti.[2] Diğer Kureyşliler gibi o da ticari seyahatlere çıkar, yazın Şam’a kışın ise Yemen’e giderdi. Bu seyahatler sırasında sadece ticaret yapmaz, gezdiği gördüğü yerlerin insanlarıyla iletişim kurarak bilgi ve kültürünü sürekli artırırdı.
Mekkeliler cahiliye devrinde yaşadıkları sıkıntılarda Hz. Ebû Bekir’e başvururlar, o da Kureyşliler arasındaki kan davalarını ve diğer anlaşmazlıkları çözüme kavuştururdu.[3] Teymoğulları Kabilesi’nin lideri olan Hz. Ebû Bekir, Arap kabilelerinin tarihini çok iyi bilir, Kureyş’in en büyük nesep âlimi kabul edilirdi. Mekkeliler gördükleri rüyaların yorumunu ondan öğrenirlerdi. Çok güçlü bir hafızaya sahip olan Hz. Ebû Bekir, bu dönemde okuma yazma bilen nadir kimselerdendi. Onun sıbyan muallimi olduğu da ifade edilmektedir.[4]
Hz. Ebû Bekir sahip olduğu tüm bu özellikleri, Rabbi’nin ihsan ettiği bütün nimetleri ve güzellikleri Allah yolunda, İslam’a davet uğrunda kullandı. Tanıdığı, sohbet ettiği, sır taşıyabileceğine inandığı ve Müslüman olacağını ümit ettiği temiz ve dürüst kimseleri İslam’a çağırdı. İleriki yıllarda tarihe damgasını vuracak, İslam’a büyük hizmetler edecek, geleceğin fatihleri, âlimleri onun vesilesiyle Müslüman oldu. Bu davayı omuzlayan ve dava uğruna büyük fedakârlıklar gösteren ilk Müslümanlardan pek çoğu, İslam’ı onunla tanıdı.
Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir’in davetiyle Müslüman olanlardan biriydi.[5] O, Ümeyyeoğulları’nın yıldızı; zengin tüccarı; hayâ ve iffetin, güzel ahlakın sembolüydü. O Rasûlullah’ın damadı, iki nurun sahibi ve müminlerin emiri olacaktı. Onun cömertliği, Allah’ın Kitabı’na hizmeti ve zarafeti hiç unutulmayacaktı.
Zübeyr b. Avvam, Esedoğulları’ndandı. Annesi Safiyye, Peygamber Efendimizin halasıydı. Zübeyr, Müslüman olduğunda henüz on beş yaşındaydı. Her peygamberin bir havarisi vardı ve Efendimizin havarisi de Zübeyr olmuştu.[6] Allah yolunda kılıcını ilk çeken bu yiğit Hz. Ebû Bekir’in davetiyle hidayete kavuştu.
Zühreoğulları’ndan Abdurrahman b. Avf Müslüman olduğunda otuz yaşlarındaydı. O İslam’dan önce de içki içmeyen temiz bir kimseydi. İslam’dan önce Abdülkâbe olan ismini Efendimiz, Abdurrahman diye değiştirmişti. Başarılı bir tüccar olan Abdurrahman, eski dostu Ebû Bekir’in vesilesiyle Müslüman oldu.[7]
Sa’d b. Ebî Vakkas garip bir rüya görmüştü. Her yanı karanlık basmış, göz gözü görmüyordu. Sonra dolunay çıktı. Dikkatle baktığında dolunayın üzerinde üç adam gördü. Onlar Ebû Bekir, Ali ve Zeyd b. Harise’ydi. Bunlar İlk Müslümanlardı.[8] Hz. Ebû Bekir’le konuştuktan sonra Müslüman oldu. On yedi yaşındaydı. O, İslam uğruna ilk kan döken, Efendimizin Uhud Savaşı sırasında, “At! Babam, anam sana feda olsun.” diye övdüğü kahraman bir okçu olacaktı.[9] O, daha sonraları Sasani İmparatorluğu’nu yerle bir edecek, İran’ı fethedecekti.
Talha b. Ubeydullah, Teymoğulları’ndandı. Müslüman olduğunda on yedi yaşındaydı. Uhud Günü bir ara Rasûlullah’ın bir yanında Cebrail diğer yanında Talha vardı.[10] Efendimize isabet edecek oku fark ederek eliyle engel olmuş, çolak kalmıştı. Onu da bu davaya kazandıran Ebû Bekir olmuştu.
Ebû Ubeyde b. Cerrah, Haris b. Fihroğulları’ndandı. Allah Rasûlü onu şöyle anlatırdı: “Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini ise Ebû Ubeyde b. Cerrah’tır.”[11] O pek çok sıkıntıya maruz kalmış, Bedir’de müşrik babasıyla savaşmıştı. Gün geldi Suriye orduları başkomutanı oldu. Ömrü cihad meydanlarında geçen bu kahraman şehid, İslam davetine Ebû Bekir’in vesilesiyle icabet etmişti.
Bu sahabiler henüz hayattayken cennetle müjdelenen bahtiyar kimselerdi. Her biri aşere-i mübeşşeredendi. Bunların dışında daha pek çok sahabi, Hz. Ebû Bekir’in vesilesiyle Müslüman olmuştu. Osman b. Mazun, Abdullah b. Mesud, Ebû Seleme el-Mahzumî, Halid b. Said, Ubeyde b. Haris, Habbab b. Eret, Erkam b. Ebî’l-Erkam, Bilal-i Habeşi ve Suheyb-i Rumî bunlardandı.[12] Allah her birinden razı olsun ve bizi onlara yoldaş eylesin.
İslam Davetçisi
Hz. Ebû Bekir, İslam’a davet ederken toplumun tek bir kesimine hitap etmemiş, her seviyeden insanı İslam’a çağırmıştı. O hem Hz. Osman gibi Kureyş’in en asil ve zengin fertlerini hem de hiçbir itibarı olmayan Bilal gibi köleleri, sahipsiz garipleri İslam’a davet ediyordu. İnsanları bir tarağın dişleri gibi eşit gören bir dinin davetçisi insanları sadece zengin oldukları için önceleyemez, yoksul ve kimsesizlere sırtını dönemezdi. Aksi bir durumu bu dinin sahibi kabul etmezdi.
Hz. Ebû Bekir daveti sırasında Kureyş’in her ailesinden bir kişiye ulaşmaya çalışıyor, sanki her sülalede bu davetin bir temsilcisi olsun istiyordu. Hz. Osman ve Halid b. Said Ümeyyeoğulları’ndan, Talha Teymoğulları’ndan, Sa’d b. Ebî Vakkas ve Abdurrahman b. Avf Zühreoğulları’ndan, Ubeyde b. Haris Haşimoğulları’ndan, Zübeyr b. Avvam Esedoğulları’ndan, Ebû Ubeyde b. Cerrah Haris b. Fihroğulları’ndan ve Ebû Seleme ise Mahzumoğulları’ndandı. Bu sahabiler aracılığıyla mensup oldukları kabileler arasında İslam’ın yayılması hedefleniyordu.
Hz. Ebû Bekir’in davetiyle güçlü irade ve zekâlarıyla temayüz etmiş temiz gençler, davayı sırtlayacak, yükü omuzlayacak karakterde kimseler Müslüman olmuştu. Nitekim adı geçen bu sahabiler tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş işkencelere maruz kalmış, yurtlarından zorla çıkarılmış, canlarını hiçe sayarak savaş meydanlarında ölüme meydan okumuşlardı.
Hz. Ebû Bekir’in davetindeki başarının temel sebebi samimiyetti. O, her şeyi Rabbi’nin rızasına ermek için yapıyordu. Onun, Allah ve Rasûlü’ne olan sevgisinin hiçbir dünyevi karşılığı yoktu. O bu davaya dünyevi bir beklenti için omuz vermemişti. Aksine sahip olduğu her şeyi, makamı, serveti, itibarı ve rahatı Allah yolunda kaybetmişti. O, davetini dünyevi emelleri için basamak edenlerden, davasını sektöre dönüştürenlerden değildi.
Hz. Ebû Bekir kendini çok iyi yetiştirmiş; bilgisi, muhabbeti, davranışlarının güzelliği ve hitabet kabiliyetiyle İslam’ı en güzel şekilde temsil ve tebliğ etmeyi başarmıştı. İslam’ın genç davetçileri, model olarak Hz. Ebû Bekir’i almalı, onu başarıya götüren özelliklere sahip olmaya çalışmalıydı.
İlk Kan
İslam davetinin gizli olarak yürütüldüğü bu günlerde Müslümanlar sıkı bir disiplin içinde hareket ediyor, taşıdıkları sırrı korumaya itina gösteriyor, namazlarını gizlice kılıyorlardı. Namaz kılacakları zaman ya evlerinde kapılarını içerden sürgülüyor ya da Mekke dışına çıkarak dağların arasındaki vadilere gidiyor ve namazlarını orada kılıyorlardı. Müşriklerin takibi ihtimaline karşılık ise aralarında nöbet tutuyorlardı.
Bir gün Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Habbab b. Eret, Ammar b. Yasir ve Abdullah b. Mesud abdestlerini almış namaz kılmak için Ebû Dübb Vadisi’ne gitmişlerdi. Kimsenin kendilerini görmediğine kanaat getirdikten sonra cemaatle namaz kılmaya başladılar. Fakat müşriklerden aralarında Ebû Süfyan b. Harb ve Ahnes b. Şerik’in de içinde olduğu bir grup Müslümanları takip etmiş ve namaz kıldıkları yere gelmişti. Müşrikler Müslümanlara hakaretler yağdırmaya başladılar. Nihayet tartışma kavgaya dönüştü. Kavga esnasında Sa’d b. Ebî Vakkas yakınında bulduğu bir deve kemiği ile müşriklerden birinin başına vurarak ağır bir şekilde yaraladı. Müşrikler korkmuş ve kaçmışlardı. Allah yolunda ilk kan işte böyle dökülmüştü.[13]
Bu olay Mekke müşrikleri ile Müslümanlar arasında gerginliğe sebep olmuştu. Müslümanların sayısı gitgide artıyor, Kureyş’in önde gelenleri yeni dinden kin ve öfkeyle bahsediyorlardı. İslam’ın yayılması, Müslümanların birlikte namaz kılması, yeni inen ayetleri öğrenmesi ve İslam’ın öğretilmesi için bir yere, bir eve ihtiyaç vardı. O ev, İslam’ın ilk eğitim merkezi, Daru’l-Erkâm olacaktı.
[1] İbn Sa’d, Tabakât, IV, 94.
[2] İbn Sa’d, age, III, 172.
[3] İbn Esir, Üsdü’l-Ğabe, III, 310.
[4] İbrahim Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, 88.
[5] İbn Hişam, Sire, I, 250.
[6] Vakıdi, Meğazi, II, 457.
[7] İbn Hişam, age, I, 251.
[8] İbn Esir, age, II, 368.
[9] İbn Sa’d, age, III, 14.
[10]Hâkim, Müstedrek, III, 378.
[11] Zehebi, Siyer, I, 7.
[12] Mustafa Fayda, Ebû Bekir, DİA, X, 102.
[13] Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, I, 116.
Add new comment