Rasûlullah’a İtaatin Gerekliliği

Dr. Mustafa es-Sibâî 

(trc: Dr. Yılmaz FİDAN) 

 Sahabe-i kiram Hz. Peygamber zamanında şer’î hükümleri ondan öğrendikleri Kur’ân-ı Kerîm’den çıkarıyorlardı. İnen Kur’ân âyetleri çoğunlukla mücmel halde iniyordu. Tafsilata yer verilmiyordu. Meseleler çoğunlukla genel hatlar ile geliyordu. Sınırsız değildi. Örneğin namaz, Kur’ân’da mücmel olarak inmiş bir emirdir. Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerim içerisinde namazın rekâtları,  mahiyeti; vakitlerinin sınırları açıklanmamıştır. Bir diğer örnek zekât emridir. Zekât emri de namazda olduğu gibi mutlak genel bir ifadeyle gelmiş olup zekâtın alt limiti tanımlanmamıştır. Yine zekâtın miktarı, şartları açıklanmamıştır. Daha bunun gibi birçok hükmün yürürlüğe geçirilebilmesi için bu hükümlere ilişkin şartların, rükünlerin, müfsitlerin iyice kavranması gerekli olmuştur. İşte bu sebeple sahabe-i kiramın, doğrudan Resûlullah’ın kendisine başvurmaları kaçınılmaz olmuş; bunun sonucu olarak hükümlere ilişkin ayrıntılı ve doyurucu bilgileri ondan almışlardır. 

Sahabe-i kiramın, günlük hayatta çeşitli olaylarla yüz yüze geldiği ve bunların birçoğu hakkında Kur’ân’da herhangi bir bilgiye rastlanmadığı, bu olaylarla ilgili çözümlerin Resûlullah (as)’a başvurmak suretiyle halledildiği ve bundan başka bir yol bulunmadığı bilinmektedir. Çünkü bu olaylara dair hükümleri, ancak Allah katından aldığı bilgileri tebliğ ile görevli olan Hz. Peygamber’e başvurarak çözebilirlerdi. Öyle ki Resûlullah Efendimiz, insanlar içerisinde Allah’ın dinindeki maksatları, sınırları, yöntemleri ve gerçekleştirmeyi istediği meramı en iyi bilen kişiydi. 

Cenab-ı Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in Kur’ân’la ilgili görevinin ne olduğunu haber vermiştir. Buna göre Resûlullah Kur’ân’ı açıklayıcıdır. Kur’ân’ın meramını ve âyetlerinin maksatlarını yine o açıklayacaktır. Cenab-ı Allah Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: “Kuşkusuz biz sana insanlara indirilenleri beyan edip açıklaman için Zikr’i indirmişizdir. Umulur ki düşünürler.” (Nahl 16/44) Yine Resûlullah’ın bir başka görevine daha dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber’in bu görevi ise insanların anlaşmazlığa düştüğü zamanlarda onlara hak ve hukuku açıklamasıdır. Konuyla ilgili âyet ise şöyledir: “Biz sana Kitab’ı ancak onlar ayrılığa düştükleri zaman anlaşmazlığa düştükleri meseleyi onlara açıklayasın diye, bir rehber ve iman edenler topluluğuna bir rahmet olarak indirdik.” (Nahl 16/64) 

Cenab-ı Allah, insanlar arasında anlaşmazlık çıkan her meseleyi, hükme bağlamak üzere âyet indirmeyi lüzumlu görmüştür. Buna ilaveten Hz. Peygamber’e Kur’ân-ı Kerîm’in ve -onun yanı sıra insanlara dinî hükümleri açıklamak ve öğretmek üzere- hikmetin verildiğini haber vermiştir. Çünkü âlimlerin ve araştırmacıların çoğunluğu hikmetin, Kur’ân’dan ayrı bir kavram olduğu görüşünü benimsemiştir. Bunun anlamı yani hikmet kavramının ne demek olduğuna gelince Allah’ın, Hz. Peygamber’e dinin kapalı kalan sırlı yönlerine ve şeriatın hükümlerine ilişkin bildirdikleridir. Bu hikmet bilgisi, İmam-ı Şafiî’nin de aralarında yer aldığı âlimler tarafından “sünnet” diye adlandırılmıştır. 

Resûlullah (sas)’a Kur’ân ve onunla birlikte bir de tâbi olunması gerekli olan bir başka şey verildiği bilgisi, hadislerde zikredilmiştir. Mesela: Ebû Dâvûd’un, Mikdad b. Ma’dîkerib’den onun da Resûlullah’tan naklen bildirdiği hadisi şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bana Kur’ân ve onunla beraber bir benzeri daha verildi.” Bütün bu delillerden anlaşılıyor ki, gerek emrettiği bir emir olsun gerekse yasakladığı bir nehiy olsun Cenab-ı Allah, Müslümanlara Hz. Peygamber’e itaat etmelerini vacip kılmıştır. Bu hakikati Cenab-ı Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bildirmektedir: “Resûl sizlere bir şey getirmişse onu alınız; bir şeyi yasaklamış ise ondan da kaçınınız.” (Araf 7/156) 

Bu sebeple sahabe-i kiram, hayatı boyunca Hz. Peygamber ile birlikte yaşamıştır. O’nun gerek sözlü ifadelerine, gerek hâl ve hareketlerine ve gerekse şer’î bir hüküm amaçlı tutum, davranış ve onamalarına itibar etmiş; sahabeden hiçbirisi buna aykırı bir davranış sergilememiştir. Hatta hiçbiri, Kur’ân’ın bu emrine karşı durma gibi bir yetkiyi kendisinde görmemiştir. Çünkü Resûlullah, sahabe içinde ve kendisi ile sahabe arasında hiçbir engel olmaksızın yaşardı.  Dahası Resûlullah gerek mescidde, gerek çarşı ve pazarda, gerek evinde, gerek yolculuk ve ikamet halinde sahabe ile birlikte bir arada bulunurdu. Resûlullah’ın fiilleri, sözleri sahabe–i kiram için bir yardım ve takdir kazanma kaynağı olmuştur. Allah’ın, Hz. Peygamber vasıtasıyla onları sapıklıktan ve karanlıktan hidayete ve aydınlığa çıkarıp kendilerini kurtarmasından itibaren Hz. Peygamber, sahabenin dinî ve dünyevî hayatının merkezi haline gelmiştir. 

Allah’ın Kur’ân’daki emri sebebiyle Resûlullah hayatta iken sahabe-i kiram üzerine, ona tabi olmaları ve itaat etmeleri farz olduğu gibi; Hz. Peygamber’in vefatından sonra da sahabe ve onları takip eden diğer Müslümanlara, onun sünnetine uymaları aynı şekilde farzdır. Çünkü Kur’ân ve sünnette Hz. Peygamber’e itaat etmeyi farz kılan emirler, Resûlullah’a itaat etmeyi, onun hâl-i hayatı ve sadece sahabesi ile kayıtlamamış genel ifadelerdir. 

Burada hükme gerekçe kabul edilen şey, sahabe ile onlardan sonraki diğer Müslümanlar hakkında ortaktır. Bu gerekçe ise Müslümanların, Allah’ın kendisine uyulmasını ve itaat edilmesini emrettiği Peygamber’in bağlıları olmalarıdır. Yine söz konusu gerekçe, Hz. Peygamber’in hayatı ile vefatı hakkında birdir. Şayet Resûlullah’ın herhangi bir sözü, hükmü ve fiili, onun masum bir kanun koyucu olma özelliğinden neşet edip ortaya çıkmışsa -ki onun emrine uymayı Cenab-ı Allah emretmiştir- bu takdirde durum, Resûlullah’ın hayatta olması veya vefatından sonrasına göre değişmez. 

Resûlullah Efendimiz, bir Müslüman’ın onun yanında olduğu gibi onun yanından ayrıldığı zaman da kendisine uymasının gerekli olduğuna temas etmiş; bunu bizatihi Muaz b. Cebel’ i Yemen’e göndermesi esnasında aralarında geçen şu konuşma ile aydınlatmıştır: Hz. Peygamber Muaz’a sana bir dava getirildiğinde nasıl hükmedeceksin, diye sormuş, Muaz ise şöyle cevap vermiştir: “Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim.” Eğer Allah’ın Kitabı’nda meselenin halline ilişkin bilgi olmazsa ne ile hükmedeceksin, diye sormuş, Muaz, “Resûlullah’ın sünneti ile hükmedeceğim.” demiştir. Resûlullah’ın sünnetinde meselenin halline ilişkin bir bilgi bulunmazsa ne ile hükmedeceksin, diye sormuş, Muaz ise buna cevaben “Kendi reyime göre ictihad ederim ve görüşümü de kutsallaştırmam.” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Resûllullah Efendimiz, Muaz’ın göğsünü sıvazlamış ve şöyle dua etmiştir. “Resûlullah’ın elçisini, Resûlullah’ın hoşnut olacağı cevaba muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.” Bütün bunlara ek olarak Hz. Peygamber, vefatından sonra onun sünnetine göre hareket etmek gerektiğini, manevi tevatür derecesine ulaşan birçok hadisi şerifte teşvik etmiştir. Hâkim’in rivayeti bunlardan sadece birisidir. Buna göre Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur. “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla yoldan sapmazsınız. Bunlar, Allah’ın Kitabı ve benim sünnetimdir.” [1] 



 

 

[1]  es-Sünnetü ve Mekânetühâ fi’t-Teşrîi’l-İslâmî, Beyrut 1985, s. 49-58.

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.