Siyer-i Nebi Dersleri-7: Amca, Babanın Yarısıdır

Bir kadın eşini kaybettiğinde çocuğunun hem anası hem de babası olmalı, Hz. Âmine gibi. Bir çocuk babadan yetim anadan öksüz kaldığında, dedesi etrafında pervane olmalı, yaşını başını bir kenara bırakıp torunuyla arkadaş olmalı, Abdülmuttalib gibi. Dede toprak olup çocuk çaresiz kaldığında, başını yere eğip gözünden yaşlar aktığında amcası Ebu Talib yengesi Fatıma bint Esed olmalı, gözyaşı yere düşmeden çocuğun yüzü sevinçle dolup gönlü huzur bulmalı.

Efendimiz aleyhisselam’ın amcası Ebu Talib, Mekke halkı tarafından sevilen, sözüne değer verilen, insanlar arasındaki sorunların çözümünde hakemlik eden, güvenilir bir kimseydi. Abdülmuttalib’in vefatından sonra Haşimoğullarının seyyidi olan Ebu Talib diğer kabilelerin önde gelenleri gibi zengin olmadığı halde cömertliği ve güzel ahlakı sayesinde herkesin saygı duyduğu, itaat ettiği bir lider olmuştu. Onun oturduğu mahalleye Şi’bu Ebi Talib=Ebu Talib Mahallesi denilirdi. Cahiliye devrinde içkiyi kendisine haram kılan Ebu Talib üstün meziyetleri ve ahlakının güzelliği ile ‘babasının oğlu’ övgüsüne layık bir kimseydi.[1]

Ebu Talib amca, kardeşinin hatırası, babasının emaneti olan Muhammed’in üzerine titrer, O’nu kendi çocuklarından daha çok severdi. Geceleri onunla uyur, onu yanından hiç ayırmazdı. Yakup aleyhisselam için Yusuf ne ise Ebu Talib için de Muhammed öyleydi.

 Sen Çok Mübareksin

Sevgili Peygamberimiz süt annesi Halime’nin evine rahmet olup bereket yağdırdığı gibi Ebu Talib’in de gözünün nuru olmuş, yuvasına bereket getirmişti. O olmadan sofraya oturduklarında Ebu Talib ailesinin karnı doymazdı. Bunu fark eden Ebu Talib sofra hazırlandığında: Bekleyin oğlum gelsin o da otursun der, o gelmeden kimse yemeğe başlamazdı. Peygamberin şereflendirdiği sofradaki herkesin karnı doyar, üstelik yemekleri artardı. Ebu Talib yeğenine gülümser, sen çok mübarek bir çocuksun diyerek ona olan hayranlığını ifade ederdi.[2]

Çocuklar tabaklara saldırıp Efendimiz elini uzatmadığında Ebu Talib müdahale eder, yeğenine ayrı bir tabak hazırlar, onun aç kalmasına gönlü razı olmazdı.[3] Allah Resûlü ise çok kanaatkardı.  Hiçbir vakit şikayet etmezdi. O bir miktar zemzem içer, yemeğe çağırıldığında tok olduğunu söylerdi.[4]

Mekke’de kıtlık baş gösterdiğinde Kureyşliler Ebu Talibe gelir ve ondan yağmur duasına çıkmasını isterlerdi. Ebu Talib de yeğeni Muhammedi yanına alarak Kabe’ye gelir,  sırtını Kabeye dayayarak dua ederdi.[5]

 Annemden Sonra Annem

Ebu Talib’in hanımı Fatıma bint Esed Efendimizi çok sever, kendi çocuklarından önce onun karnını doyurur, saçlarını tarar, güzel kokular sürer, en güzel ve en temiz elbiseleri Efendimize giydirirdi. Peygamberimiz onun iyiliklerini unutmaz, sık sık ziyaret eder, Medineye hicret ettikten sonra öğle vakitleri onun evinde uyurdu.[6] O vefat ettiğinde Efendimiz çok üzülmüş, ağlamış, bugün annem vefat etti diyerek acısını ifade etmişti. Gömleğini çıkarıp yengesine kefen yapan Efendimiz cenazesinde yetmiş tekbir almış, kabrinin içine girerek önce kendisi kabre uzanmış, daha sonra kalkarak yengesinin gömülmesine nezaret etmişti.[7]

Sahabiler, Fatıma hanımın cenazesine yapılan bu farklı muamelenin sebebini sorduklarında Peygamberimiz şu cevabı vermişti: Ebu Talib’den sonra bu kadın kadar bana emeği geçen hiç kimse yoktur. Ahirette cennet elbiselerinden giymesi için ona gömleğimi kefen yaptırdım. Kabre ısınması için de kabre kendisiyle birlikte uzandım.[8]

Yaşlı bir kadının ölümüne bu kadar çok üzülmesini anlayamayan arkadaşlarına: O benim annemden sonra annemdi, buyurmuş ve onun kendisine yaptığı hizmetleri zikrederek yengesi  için Rabbine dua etmişti.[9] Allah celle Hz. Alinin annesi Fatıma bint Esed’i, çok sevdiği Efendimizden ayırmasın ve cennette Resulüne komşu eylesin. Amin.

Resulullahın mübarek hayatı okunup geçilecek, genel kültürümüzü artıracak bir bilgi yığını değil hayatın her safhasında ders alınması ve örnek edinilmesi gereken en güzel rehberimizdir. Onun amcasına olan sevgisi, yengesine gösterdiği vefa; akrabalık bağları kopmuş,  anne babaların gereken saygıyı görmediği, amcaların ve yengelerin esamesinin dahi okunmadığı  günümüz Müslümanlarına çok şey anlatmaktadır.

Amcalar ve yengeler, yeğenlerine rahmet kanatlarını indirmeli, Ebu Talib ve hanımının Efendimize  gösterdikleri sevgi onlara örnek olmalıdır. Akrabalık bağları güçlü, muhabbetli müminler  Muhammed aleyhisselamın sevdiği kimselerdir.

 Asil Bir İnsan

Ebu Talibin ailesi kalabalık olup kendisinin Mekke çevresindeki vadilerde yayılmış olan üç beş devesinden başka hiçbir mal varlığı yoktu. Hac zamanı hacılara yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının karşılanması anlamına gelen rifade ve sikaye vazifeleri onun üzerinde idi. Ancak Ebu Talib son derece fakirdi. Ödeyemediği borçlar sebebiyle bu vazifeleri kardeşi Abbas’a devretti.[10] Kendisi ihtiyaç sahibi olmasına rağmen, muhtaçlara yardım etmeye gayret göstermesi, bu durumu bilen kimselerin onun cömertliğine sığınmaları belini iyice büküyordu. Hiçbir şeyi yokken dahi cömert olmak ancak asil insanlara ait bir yücelikti.

Koyun Gütmeyen Peygamber Var Mı?

Muhammed aleyhisselam çok sevdiği amcasının bu durumuna seyirci kalamazdı. Bir şeyler yapmalı ve elinden geldiğince amcasına destek olmalıydı. Henüz on yaşlarında iken Mekke vadilerinde çobanlık yapmaya, Kureyşlilerin koyunlarını gütmeye başladı.

Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın  rivayetine göre Allah Resûlü:

Allah’ın gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki koyun gütmüş olmasın, buyurdu. Sahabiler: Ya Resulallah sen de mi? Diye sorduklarında Resul-i Ekrem: Evet, ben de Kararit mevkiinde Mekke halkının koyunlarını güderdim, diyerek cevap verdi.[11]

Allah Resûlü Mekke Fethi için sefere çıkıp Merruzzahran adlı mevkiye geldiğinde sahabiler Erak ağacının yemişlerinden toplamaya başladılar. Efendimiz, onların kararmış olanlarını tavsiye ederim, zira tadı en güzel olanlar onlardır, buyurdu. Bu bilgiye ancak çobanlık yapmış olan kimselerin sahip olabileceğini bilen sahabiler hayretle sordular: Ya Resûlallah sen çobanlık mı yaptın? Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: Koyun gütmeyen peygamber mi var? Her peygamber mutlaka çobanlık yapmıştır.[12]

Efendimizin çocukluk yıllarında çobanlık yapmasının elbette pek çok hikmeti vardır. O kendisine emanet edilen koyunları  muhafaza etmiş, onları yırtıcı hayvanlara ve hırsızlara karşı korumayı bilmiştir. Koyunların otlaklarda yayılmalarını, vadilerde dağılmalarını idare etmiş, onları derleyip toparlarken sabırlı davranmış, hayvanlarla birlikte iken onlara sevgi ve merhamet göstermiş, ayrıca dağlarda ve vadilerde yalnız kalarak  düşünmenin, tefekkür etmenin tadına varmıştır.

Allah Resûlü emaneti korumayı, sevk ve idare etmeyi, emri altındakilere karşı sabırlı ve merhametli olmayı çobanlık yaptığı yıllarda öğrenmiştir. O küçük bir çocukken çalışmaya başlamış, ailesine destek olmuş, bir köşede oturup rahatına bakmayı ve hazıra konmayı hiçbir zaman düşünmemiştir. Bizler de tıpkı onun gibi genç yaşta hayata atılmalı, erkenden sorumluluk şuuruna sahip olmalı, çalışmayı ayıp görmemeli ve şartlar ne olursa olsun bir şeyler yapabilmenin mücadelesini vermeliyiz. Dokuz on yaşlarında hayata atılmış, ömrü boyunca çalışmış ve yaptığı her işi başarıyla tamamlamış bir peygamberin ümmeti elbette ki tembellik yapma ve yan gelip yatma lüksüne sahip değildir.

 


 

[1] Cevad Ali,el-Mufassal,V,637

[2] İbn Sa’d, Tabakat,I,120

[3] İbn Kesir,el-Bidaye,II,442

[4] Halebi, İnsanu’l-Uyun,I,189

[5] Halebi,İnsanu’l-Uyun,I,190

[6] İbn Sa’d,Tabakat,VIII,222

[7] Hakim, Müstedrek,III,108

[8] Heysemi,Mecmeu’z-zevaid,IX,257

[9] Heysemi, Mecmeu’z-zevaid,IX,257

[10] Ezraki, Ahbaru Mekke,341

[11] Buhari, İcare 2

[12] İbn Sa’d,Tabakat,II,126

Yazar: 

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.