Peygamberler, derdi büyük ve hassas kalbe sahip insanlardır. Gönderildikleri toplumları Allah’ın iradesine uygun şekilde tanzim etmek isterler. İlahi iradeyi hâkim kılmak için davaları uğrunda büyük gayret sarf ederler. Çile çekerler, Allah’a ve dinine düşman olanlar tarafından eziyete maruz kalırlar. Allah’ın kutlu elçileri, insan olmaları sebebiyle özel hayatlarında kendilerine yardım, anlayış ve yakınlık gösterecek, teselli edecek kimselere ihtiyaç duymuşlardır. Peygamberlerin yüce mücadelelerinde onlara yardım edenlerin en başında eşleri gelmiştir. İman etmeyen ve eşlerinin davasına sadakat gösteremeyen eşler, peygamberlerin, eziyetlerini daha da artırmıştır.
Hz. Muhammed, saliha bir eş konusunda Rabbimiz tarafından büyük bir nimetle mükâfatlandırılmıştır. Çünkü Hz. Hatice, Efendimizin risaletinin zor günlerinde en büyük destekçisi olmuştur. Malıyla canıyla birlikte, gönlünü de Rasulullah’a (sas) feda etmiştir. Hz. Hatice, Rasûlullah’ın (sas) çektiği eza ve cefâlara ortak olmuştur. Eşine karşı gösterdiği sadakat ve yardım, Rabbi tarafından büyük bir ödülle mükâfatlandırılmıştır. Annemizin(r.anha), Efendimizin (s.a.s) hayatında büyük izleri vardır. Vefatından sonra Rasûlullah tarafından hep hayırla yâd edilmiştir.
Hz. Hatice, Allah’ın rızası, ailenin huzuru, dünya ve ahiret saadetinin kazanılması hususunda Müslüman aileler için çok önemli bir örnek teşkil eder. O (r.anha) Müslümanlarca çok sevildi. Arap olan veya olmayan birçok Müslüman aile, kız çocuklarına onun adını vererek sevgilerini gösterdiler. Onun hayat tarzı ve fedakârlığı, Rabbimizin rızasına kavuşmasına vesile oldu. Rabbimiz tarafından kendisine özel ikramlar sunuldu.
Buhari, Ebu Hureyre´nin şöyle dediğini rivayet eder: “Cebrail, Rasûlullah (s.a.s)’a gelip şöyle dedi:
Ya Rasûlallah! Şu Hatice sana içinde biraz katık bulunan bir kap getirdiği zaman ona Rabbinden ve benden selam söyle. Onun için cennette, içinde gürültü ve zahmet bulunmayan, inciden yapılmış bir köşkün inşa edildiğini de müjdele.”
Süheyli der ki: “Hatice için cennette inciden bir köşk yapıldığı müjdelenmişti. Bu köşk, inci kökünden yapılmıştı. Çünkü o, imana ilk koşan insan olarak imanın kökünü ele geçirmişti. Cennette kendisi için yapılan köşkün içinde gürültü ve zahmet olmayacaktır. Çünkü o hayatta iken Peygamber Efendimizin huzurunda sesini yükseltmemiş, bağırıp çağırmamıştır. Onu hiçbir zahmete sokmamış, asla eziyette bulunmamıştır.”
İnsanoğlu hata yapabilen ve yanlışa düşebilen bir varlıktır. İnsanın apaçık düşmanı olan şeytan da onun ayağını kaydırmak için hazırda beklemektedir. Bu yüzden erkek-kadın her zaman birbirini gözetlemeli, günaha ve isyana düşmekten eşini korumalıdır. Erkek, hanımına; kadın, beyine destekçi olduğu zaman sadece eşine değil, Allah’ın davasına yardımcı olmuş olur.
İnsan dünya hayatı içerisinde çeşitli bunalımlar yaşamaktadır. Salih/saliha bir eş, salih dostlar ve İslam’ı yaşamak isteyen akrabalar her türlü sıkıntıyı aşmamızda Allah’ın bize en büyük lütfudur. Aile yuvaları işte böyle feraset sahibi, anlayışlı, itaatkâr hanımefendilerle cennetten bir köşe haline gelir. İslam davasında eşinin destekçisi olan, eşinin sevdiğini kendisinin sevgisi bilen hanımefendiler, Hz. Hatice’nin takipçileridir.
İlk insandan günümüze kadar bütün toplumlarda aile hayatı var olmuştur. Kadın ve erkek, birbirlerini tamamlayan bir bütünün iki ayrı parçasıdır. Aileyi konuşmak aslında hayatı konuşmak demektir. Evliliği, dünya ve ahiret hayatımızın yönünü tayin eden ana kumanda masası gibi gören eşlerle din daha kolay yaşanacaktır ve Rabbimizin rızasına kavuşulacaktır.
Ailenin kuruluşundan itibaren dikkat edilecek ana konular, Sevgili Peygamberimizin mübarek beyanlarında farklı şekillerde açıklanmıştır. Ebû Hureyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kadın dört şeyden biri; malı, soyu-sopu, güzelliği ve dindarlığı için alınır. Elleri toprak dolası, sen dindar olanını seç !”[1] Erkeklere yönelik olarak söylenmiş olan “dindar olanı seç!” tavsiyesi, tabi olarak hanımlara da yöneliktir. Onlar da evlenecekleri erkeklerde öncelikle “dindarlık” vasfını aramalıdırlar.
İslam medeniyet ve kültürünün temelini; vahyin getirdiği Allah, insan, kâinat tasavvuru ve değerler sistemi oluşturur. İslam ailesi de bu temele oturmuş ve medeniyetin önemli bir parçası olmuştur. Onu bu bütün içinde görmek, tanımak ve değerlendirmek gerekir.
İslâm insanının kendini gerçekleştirebilmesi ve amacına ulaşabilmesi için -kendi irade ve çabası yanında- dayanışma ve yardımlaşmaya ihtiyacı vardır. Bu dayanışma ve yardımlaşma, İslâm’a göre merkezden çevreye doğru şu daireler içinde gerçekleşecektir: Aile, komşu, millet (kavim), ümmet (İslâm kavimleri, milletleri) ve insanlık. Merkez aynı zamanda temeldir; aile temeli olmadan diğer yapıların oluşması, varlıklarını koruması mümkün değildir.[2]
Aile gibi arkadaşlarımız da dini yaşantımızda önemli yer tutarlar. Onlarla hidayet çizgisinde yürüyebileceğimiz gibi dalalete de düşebiliriz. Hz. Peygamber’in oluşturduğu ilk İslâm toplumu, iman üzerine kurulu bir kardeşlik ve arkadaşlık toplumudur. İman edenler; inanç, Allah ve Rasûlü’ne itaat ortak paydasıyla birbirlerine dost ve kardeş olmuşlardır. İslam’ın hâkim olduğu cemiyetlerde arkadaşlıklar ve dostluklar, dünya menfaati için kurulmaz. Arkadaşlıklar, ahirette rasûllerle, sıddîklarla, şehitlerle ve salihlerle beraber olmak ve Allah’ın ahiretteki nimetine nail olmak için kurulur.
Dost ve arkadaşlarını Allah’a kavuşmayı reddeden; arzu, hevâ ve şehvet düşkünü kişilerden seçenlerin dostluklarını şeytan desteklemekte ve şer işleri yapmaları için onlara kötü amellerini güzel göstermektedir. Kötülük üzere kurulmuş arkadaşlıklarda Allah’ı anmaktan uzaklaşıldıkça şeytan ile dostluklar artar. Şeytan devamlı olarak kişilere fısıldamakta; yaptıkları fenalığı hoş göstermekte, gittikleri yolun doğruluğunu onlara telkin etmektedir
Kur’an-ı Kerim sapık ve imansız arkadaşlar tarafından yoldan çıkarılan kimselerin, kıyamet günü pişmanlıklarını şöyle tasvir emektedir:
“O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: ‘Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim! And olsun ki beni, bana gelen Kur’an’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor.’ der.” [3]
“Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: ‘Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!’ der.” [4]
Kişi arkadaşlarını, kendi fıtratına uygun olan insanlar arasından seçer. Onun ahlâkından etkilenir. Bu sebeple Allah’tan korkan, güzel ahlâklı insanlarla arkadaş olmaya çalışılmalıdır. Kötü arkadaş, başkalarının bizim için besledikleri iyi duyguları da yok eder. Kötülüklerine bizi de bulaştırır.
Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük çekenin haline benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar meccanen verir ya sen satın alırsın, ya da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış olursun. Körük çeken kimse ise, ya elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.”[5]
Salih arkadaşlar edinmek her insan için çok önemlidir. Rasûlullah (s.a.s) arkadaş ve dost seçimlerimiz hakkında bize yolu göstermiştir: “Mü’min, mü’minin aynasıdır.”[6] “İnsan sevdiği kişi ile beraberdir”[7]
Hz. Peygamber (s.a.s) sahabe efendilerimize (r.anhüm), salih arkadaşa nasıl davranılması gerektiğini bildirmiş, onlar da hemen tatbik etmişlerdir. Rebâh b. Rebî şöyle anlatıyor:
Peygamber (s.a.s.) ile birlikte bir savaşa çıkmıştık. Rasûlullah her üç kişiye bir deve vermişti. İki kişi deveye biniyor, üçüncüsü de deveyi çöllerde sürüyordu. Dağları inmekte iken Rasûlullah yanıma geldi. Ben o sırada yürüyordum. Bana:
“Rebâh, yürüyorsun ha!” dedi. “Ben deveden henüz indim. Şimdi sıra arkadaşlarımda.” diye karşılık verdim. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) arkadaşlarımın yanına geldi. Onlar hemen deveyi çöktürerek indiler. Yanlarına varınca bana: “Şu deveye bin ve geri dönünceye kadar da inme, biz seni takip ederiz.” dediler.
“Niçin” diye sordum.
“Çünkü Rasûlullah senin için; ‘Doğrusu salih bir arkadaşınız var. Ona iyi davranın.’ buyurdu.” diye cevap verdiler. [8]
Yazımızı Hz. Ali’ye (r.a) atfedilen şu güzel sözlerle bitirelim ve Rabbimizin bizleri cennetliklerle dost kılmasını niyaz edelim.
“Kötülerle oturmak, (insanın) iyi insanlar hakkında kötü zan beslemesine neden olur. İyilerle birlikte oturmaksa, kötüleri iyilere katar. İyilerin facirlerle (kötülük ehli olanlarla) oturması, onları facirlere katar. Kimin durumunu kestiremiyorsanız; dinini bilmiyorsanız, onun çevresine bakın. Eğer arkadaşları Allah’ın dinine bağlıysalar, o da Allah’ın dini üzeredir. Şayet arkadaşları Allah’tan başkasının dini üzere iseler, onun Allah’ın dininden nasipsiz olduğunu bilin.”
[1]- Buharî, Nikâh 15; Ebû Davud, Nikâh 2; Nesaî, Nikâh 13.
[2]- http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/laikduzen/1/0153.htm.
[3]- Furkan 25/27-29.
[4]- Zuhruf 43/38.
[5]- Buhârî, Zebâih 31, Büyû’ 38; Müslim, Birr 146.
[6]- Tirmizî, Birr 18.
[7]- Buhârî, Fezâilu Ashabi’n-Nebî 7.
[8]- Y. Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, III, 1086.
Add new comment