Cömertlik insanî vasıfların önde gelenidir. Bu “sehavet, kerem, eli açıklık, ikram, ihsan, yardımseverlik” kelimeleriyle de ifade edilir. Cömertlikte esas olan, hiç şüphesiz ki Allah rızasıdır. Verirken beklenti, gösteriş ve kibir gibi menfi duygular öne çıkarsa yapılan bu işi cömertlik kavramıyla ifade edemeyiz.
Cömertliğin çeşitleri ve dereceleri vardır. Malının bir kısmını dağıtarak yapılan cömertliğe “sehavet” diyoruz. Malının çoğunu dağıtıp geriye azını bırakarak yapılan cömertliğe İslam literatüründe “cûd” denmektedir. Sevgili Peygamber Efendimizin (sas) kayınpederi Hz. Ebû Bekir’in cihad için ordunun ihtiyaçlarını karşılaması buna örnektir. Bunların yanında bir de “îsâr” vardır. “Îsâr”, gerekli olan bir şeyi, zarar ve sıkıntılara katlanarak kendi için kullanma yerine başkalarının istifadesine sunmak sureti ile yapılan cömertliğe denir. Medineli Müslümanların, yani ensarın yaptığı buna örnektir. Onlar Mekkeli Müslümanları Medine’ye çağırarak, ellerindeki her şeyi onlarla paylaşmışlardır. Onun içindir ki “îsâr” cömertliğin zirve noktasıdır, cömertlikte ondan ötesi yoktur. Rabbimiz bu yüce gönüllü insanların davranışlarını ve elde edecekleri mükâfatları şöyle anlatır:
“Onlar kendi canları çektiği, kendileri de muhtaç oldukları hâlde yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler: ‘Biz sizi sadece Allah rızası için yediriyoruz, sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız’ (derler). İşte bu yüzden Allah, onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” (İnsan 76/8-11)
Kulluk için dünyaya gönderilen insanlar, elde ettikleri mallarla sınanmaktadır. Yüce Rabbimiz “Mal ve servet insan için bir imtihandır.” (Zümer 39/49-52) buyurarak bu hakikati vurgulamaktadır. Rabbimiz kimini zenginlikle, kimini de fakirlikle imtihan eder. Zenginin karşısına bir fakiri çıkararak onun tavrını sınar. Akıllı ve sağduyulu insanlar, Allah yolunda tasaddukta bulunur. Bazıları da veremez. Kişi, yoksula karşı takındığı tavra göre muamele görür. Bu, doğrusu mal sevgisi fazla olanlar için çok zor bir sınanmadır.
İnsanlar bu dünyaya şüphesiz ki mal biriktirmek için değil, imtihan edilmek için gönderilmiştir. Mal sevgisi kulun kalbini karartır; kula dünyaya geliş gayesini unutturur. Cömertlik, kararan ve kirlenen kalpleri temizler. Vermekle kişinin malı eksilmez, aksine bereketlenir; ummadığımız yerlerden rızık kapıları açılır. Bunun nice canlı örnekleri vardır.
Elindekileri paylaşmak dünyanın en asil duygusudur. Fakat bazıları için bu çok zordur. Varlıklı insanlar zekâtlarını verebilseydi dünyada muhtaç insan kalmazdı. Unutulmamalıdır ki vermek de bir nasip işidir. Bu ulvi davranış herkese nasip olmaz. Bazıları can verir de, mal veremez. Onun içindir ki eskilerimiz “Mal canın yongasıdır.” demişlerdir.
Rabbimizin sıfatlarından biri de el-Kerim’dir. Bizdeki cömertlik Rabbimizin “el-Kerim” sıfatının cüzi yansımasıdır. Asıl cömert; yeri göğü yaratan, kullarına karşılıksız nimetler veren Allah’tır. Cömertlik (Allah rızası için vermek), kişinin iman olgunluğuna da işarettir. Fakat cömertlikle israfı birbirine karıştırmamak gerekir. Cömertlik erdem olduğu halde, israf haram derecesinde kötü bir davranıştır. Rabbimiz bu konuda da bizi uyararak ölçüyü koymaktadır: “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün elini açıp tutumsuz da olma! Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” (İsrâ17/29)
İnsanlar hakikatin ve kendileri için faydalı olanın ne olduğunu hakkıyla bilebilselerdi mal biriktirmekte değil, cömertlikte birbirleriyle yarışırlardı. Çünkü infak öteki dünyaya yatırım yapmaktır. Bu dünyadan göçtüğümüzde, geride bıraktığımız mallar hiçbir işimize yaramayacaktır. Halk arasında söylenen “Ne verirsen elinle o gelir seninle” sözü bu gerçeği ortaya koymaktadır. Siz sağken muhtaçlara veremediyseniz, bilin ki siz öldükten sonra mirasçılarınız da sizin için vermeyecektir. Hatta bıraktığınız malları bölüşmekte birbirine gireceklerdir. Allah katında bol miras bırakanlar değil, düşkünleri gözetenler makbuldür.
İnsanoğlunun en asil duygularından biri olan cömertlik, Mevlana Celaleddin Rûmî’nin o meşhur yedi öğüdünden ilkidir. O, “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.” diyerek bütün insanların bu asil duyguya sahip olmasını istemiştir. Zekât, cömertliğin ve paylaşmanın İslam’da somutlaşmış hâlidir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ve onu bizlere ulaştıran kâinatın efendisi Hz. Muhammed (s.a.s), cömertliği her fırsatta övmüş ve insanlara tavsiye etmiştir. Yüce Rabbimizin şu ayeti, bu hususta bize yol göstermektedir. “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.”(Bakara Suresi 2/267)
Rızkı veren şüphesiz ki Allah’tır. Onun içindir ki O’nun verdikleri O’nun yolunda sarf edilmelidir. Kişi bu hususta kendini aracı olarak görmelidir. Akıllı insanlar her şeyin bir imtihan sırrıyla gerçekleştiğini düşünerek kendisine takdir edilen rızka razı olurlar. Kendisine çok mal verilenler, bu servetlerin birer emanet olduğu bilinciyle hareket etmeli, muhtaçların da bu nimetlerde haklarının bulunduğunu bilmelidir. Böylece bolca tasadduk edip mallarını manevi kirlerden temizlemelidir. Aksi halde ellerindeki zenginlikler bir gün uçup gidebilir.
Cömertliğin zıddı cimriliktir. Cimrilik bir davranıştan öte, ruhsal bir hastalığın dışa yansımasıdır. Bencilliğin en ileri noktasıdır cimrilik… Bu duygu, insanları toplumdan iyice uzaklaştırır. Toplumdan uzaklaşan insanlar da yalnızlığın girdabında sürüklenirler. Onlar ellerindekilerle her şeyi satın alabileceklerini zannetseler de sevgiyi asla satın alamazlar.
Asil bir davranış olan cömertlik peygamberlerin, özellikle de bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’in şiarıdır. Peygamberimiz her güzel davranışta olduğu gibi cömertlikte de en önde gidendi. Bu konuda onun seviyesine hiç kimse erişememiştir. Peygamberimizin amcası Abbas’ın oğlu, tefsir ve fıkıh otoritesi sayılan, önemli hadis ravilerinden Abdullah b. Abbas, Rasûlullah’ın cömertliğini şöyle anlatmıştır: “Allah’ın Rasûlü insanların en cömerdi idi. Ramazan ayında ise cömertliği daha da artardı. Çünkü Cebrâil aleyhisselâm, her sene Ramazan’da gelir, ayın sonuna kadar beraber olur, Efendimiz ona Kur’an’ı arz ederdi. İşte bu günlerde, esen rüzgârlardan daha cömert olurdu.” (Müslim, Fezâil, 50)
Dünya kuruldu kurulalı nice insanlar cimrilikte ileri gitmiş, nice insanlar da vermede sınır tanımamıştır. Bu yaşlı dünyamızın infak kahramanları, ilhamını Rasûl-i Ekrem Efendimizden almıştır. Hazreti Ömer’in büyük oğlu Abdullah b. Ömer “Rasûl-i Ekrem’den daha cömert bir kimse görmedim.” diyerek onun bu asil yönünü hakkıyla teslim etmiş. Gerçekten de yaşlı dünyamız Rasûl-i Ekrem Efendimizden daha cömerdini görmedi; bundan sonra da gör(e)meyecektir.
Atalarımız “Veren el, alan elden üstündür” diyerek vermenin erdemini özellikle vurgulamışlardır. Peygamberimiz de her zaman veren el olmuştur. O, aldıklarını da, vermek için almıştır. Yani bir anlamda verenle alan arasında muhkem bir hayır köprüsü olmuştur. O, kendisinden isteyenlere hiçbir zaman “hayır” diyememiştir. Kendisinde yoksa da başkalarından borç alıp vermiştir. Şair Hassân bin Sâbit Âlemlerin Efendisini methettiği bir şiirinde bu durumu şöyle dile getirmiştir: “Teşehhüdü hariç, asla ‘Lâ’ yani ‘Hayır’ dememiştir. Şâyet teşehhüd olmasaydı ondan hiç ‘hayır’ kelimesi işitilmezdi.” (Bağdâdî, IX, 210.)
Peygamberimizin elinde muhtaçlara verilebilecek herhangi bir mal olduğunda onları hemen dağıtırdı. Aksi halde birikmiş mallar onu rahatsız eder, uykularını kaçırırdı. İnsanlar yoksullukla kıvranırken, o nasıl olur da mal biriktirirdi ki… Biriktirmedi, bulduğunu ihtiyaç sahiplerine ulaştırdı. Böylece onların gönüllerini fethetti, İslam’a ısınmalarını sağladı.
Cömertlik Rabbimizin sevdiği bir huydur. Rabbimiz cömert insanları sever, kullarına da sevdirir; cimri insanların davranışlarını yerer. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Yalnız iki kişiye gıpta edilir: Biri, Allah’ın mal verip Hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimsedir. Diğeri de Allah kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yani ilmini infâk eden) kimsedir.”(Buhârî, İlim, 15)
İnsanları hak ve hakikat yoluna çağıran Peygamber Efendimiz dünyalıklarla arasına belli bir mesafe koymuştu. Onun sevmediği işlerin başında mal biriktirmek gelirdi. O, ömrü boyunca mal biriktirmeyi aklının ucundan bile geçirmemiştir. O, elindekiler birikmeden onları hemen muhtaçlara dağıtırdı. Bu davranış ona büyük bir haz verirdi. Aksi halde gözüne uyku girmezdi. O, biriktirerek değil, vererek mutlu olurdu. O’nun kapısından hiç kimse eli boş dönmemiştir.
Günümüzdeki insanların rol model edindikleri kişilere baktığımızda çoğunun dünya ve onun içindekilerin peşinde koşanlar olduğunu görürüz. Oysa ruhlarını aç bırakıp midelerini tıka basa dolduranların, dünya peşinde koşanların hangisi mutlu olmuş ki?.. Bu insanların izinden gidenler acaba nereye varır? Bunun düşünülmesi ve kılavuzun iyi seçilmesi gerekir.
Cömertlik ilahî yakınlığa ve muhabbete vesiledir. Cömertlik ruhların cilasıdır. O, “Cömert kişi, Allah’a yakın, cennete yakın, insanlara yakın, cehennem ateşinden uzaktır. Hasis insan, Allah’tan uzak, cennetten uzak, cehennem ateşine yakındır. Cömert cahil, ibadet eden cimriden Allah’a daha sevimlidir.” (Tirmizî, Birr, 40) demiştir.
Tanyerinin ağarmasından gece karanlığına kadar dünyalık biriktirenlere özenmemek gerekir. Şayet o kişiler ibadetlerine ayıracak zamanı kısmazlarsa ve de mallarını hak yolunda harcarlarsa mesele yoktur. Aksi halde onlara kazandıkları da hayır getirmeyecektir. Çünkü yaradılışımızdaki ve yaşayışımızdaki asıl gaye mal biriktirmek değil, Hakk’a kul olmaktır.
Bu dünya; yemek, içmek, keyif çatmak, eğlenmek yeri değildir. Hayatını bunlar üzerine bina edenler sakat bir bina kurmuş olurlar. Mal ve para peşinde koşup paradan harman yapanlar, paylaşmaya gelince burun kıvıranlar aslında kaybedenlerin ta kendileridir. Zira cimrilik iyi hasletlerimizi öldürür. İslam âlimi, mutasavvıf ve müderris Gazali der ki: “Malı olmayan kişide hırs değil, kanaat olmalıdır. Malı olan kişide ise cimrilik değil, cömertlik olmalıdır.” İlmin kapısı Hz. Ali ise ne güzel söylemiş: “Îman bir ağaç gibidir: Kökü yakîn, dalı takva, nûru hayâ, meyvesi cömertliktir.” Demek ki cömertlik iman ağacının meyvesidir. Bir insan Müslümanlıkla şereflenmiş, cömertlik cilasıyla da cilalanmışsa o Hakk’a yakındır.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, her konuda olduğu gibi cömertlik hususunda da ümmetine iyi bir örnek olmuştur. Onu gören sahabîler de cömertlik konusunda birbiriyle âdeta yarışa girmişlerdir. Fakat bu yarışta kibir ve gösteriş söz konusu değildi; gizlilik esastı. Elinde verecek bir şeyi olmayanlar o gün kazandıklarını, yevmiye olarak aldıkları iki avuç hurmanın birini muhtaçlara vererek bu hayır kervanına iştirak etmişlerdir. Böylece onlar vermenin azı çoğu olmadığını, isteyen herkesin verecek bir şeyler bulabileceğini ispatlamışlardır. Kişi yeter ki gönüllü olsun, verecek bir şeyler bulur; şayet bulamazsa da verme niyetinde olduğu için Rabbimiz ona vermiş gibi sevap yazabilir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, elinde ne varsa muhtaçlara verdiği için geride miras bırakmamıştır. Mirasçıları bu durumdan şikâyetçi olmamıştır. Oysa o isteseydi bir devlet başkanı olarak saraylarda, köşklerde yaşar, en iyi yemeği yer, en iyi elbiseyi giyerdi. Fakat O’nun dünyalıkta gözü olmadığı için böyle yapmamış, bir lokma bir hırka misali kıt kanaat geçinmiştir. Bu durumundan da hiçbir zaman yakınmamıştır. Hz. Peygamberin manevi mirası şüphe yok ki Kur’an ve sünnettir. Rasûlullah Efendimiz “Biz peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır.” diyerek bu konudaki tavrını açık ve net bir şekilde dile getirmiştir. Rabbim bizleri O’nun güzel yolundan ayırmasın.
Add new comment