Mustafa KUTLU
Kadim dostum, kardeşim İsmail Kara’nın naklettiğine göre hadise şöyle cereyan ediyor:
Karla karışık yağmurun İstanbul’u zaptettiği bir gün. Hani insan kendini bir an önce evine, sıcacık soba başına atmak ister ya, işte öyle.
O yıllarda Sultanahmet-Beyazıt hattı henüz trafiğe açık, açık olmasına ya, o havada o sıkışıklıkta arabalar saatte ancak on metre gidebiliyor.
Bir eski Pleymouth veya Dodge, her neyse o koca taksilerden biri, tam da Çemberlitaş’ın dibinde arıza yapmış.
Yolu tıkadığı için vasıtalar habire korna çalıyor. “Çek şunu şurdan be adam” diyen el-kol işaretleri, şoför çaresiz, eli böğründe gelip geçenlerden yardım istiyor.
Kimse oralı değil.
İsmail elindeki [her zaman kitap dolu] çantasını yere indirerek şoföre: “Dayan hemşerim, itelim” diye sesleniyor. Şoför memnun, bir eli direksiyonda omuzuyla abanıyor arabaya.
Bir, iki... I... Ih... Mübarek sanki gavur ölüsü, kıpırdamıyor. Derken o hengâmede İsmail’in kaportaya uzanan kollarının yanına pırasa sapı kadar ince; zayıflıktan, yaşlılıktan damarları fırlamış iki kol daha uzanıyor.
Ey bu kolun sahibi, yahu sen bu kollarla arabayı itsen ne olacak, itmesen ne olacak.
İsmail “Kim acaba?” diye şöyle bir dönüp bakıyor. Kim dersiniz?
Kırçıl sakalı, gülen gözleri, pembeleşmiş yanaklarıyla büyük İslâm âlimi Muhammed Hamidullah.
O yıllarda İstanbul’da bulunuyor ve İsmail’in tanıdığı bir sima.
Siz belki inanmakta zorlanacaksınız ama, “hoca arabaya el atınca, o koca alâmet yürüdü” diyor İsmail.
İşte böyle...
İstanbul’da, karla karışık yağmur altında, yolda kalmış bir arabanın imdadına, gelip-geçen yüzlerce genç, güçlü-kuvvetli, sırım gibi adamlar değil de, o yıllarda seksenine yaklaşan Hamidullah Hoca yetişiyor.
O’nun o zayıf, çelimsiz, mübarek kolları.
Belki de el-kol yerine iman ile çarpan kalbini zikretmeliydim. Bu kalbi besleyen ahlâkın esaslarını dile getirmeliydim:
Kim zor durumda olan bir Müslümana kolaylık gösterirse, Allah da ona hem dünyada hem âhırette kolaylık ihsan eder.
Kim Müslüman kardeşinin yardımına koşarsa, bu onun için on yıl itikâfta kalmaktan daha hayırlıdır.
Müminin mümin üzerinde hakları vardır. Hasta olduğunda onu ziyaret eder. Öldüğünde cenazesinde bulunur. Davet ettiğinde davete icabet eder. Karşılaştığında ona selam verir. Yanında da olsa, uzakta da olsa hep iyiliğini ister.
Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun sıkıntısını giderir. Kim Müslüman kardeşinin bir ayıbını örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter. Namusu çiğnendiği, şahsiyetine sataşıldığı bir yerde Müslümanın yardımına koşmayan bir kimseye, kendisi yardıma muhtaç hâle geldiği zaman Allah yardım etmez.
Yapabileceğiniz en küçük bir iyiliği bile hakir görmeyin. Elinizden bir şey gelmiyorsa bari güler yüz gösterin. Evinizde tencere kaynıyorsa bize yetmez demeyin, suyunu biraz fazla katıp komşunuza da ikram edin.
Kaynak: Yeni Şafak
Yeni yorum ekle