Kudüs’te Bir Akşam

Kadim Kudüs şehri o gün güneşin son ışıklarını alıyor üstüne. Kubbetü’s-Sahra’nın altın kubbesi o gün son kez parlıyor. İyiden iyiye serinlemeye başlıyor hava. Şubat ayına göre soğuk olmasa da hafif serin bir esinti başlıyor Kudüs’ün çarşılarında. Turistlerin büyük kısmı otellerinin yolunu tutmaya başlıyorlar. Mescid-i Aksâ’nın tenhalaşmasını fırsat bilerek yatsı namazına kadar annelerinden izin koparan birkaç çocuk Kubbetü’s-Sahra’nın gölgesinde top oynamaya başlıyor. 

Şabat gecesi olması münasebetiyle haddinden fazla Yahudi göze batıyor kadim kentin sokaklarında. Kalpakları, kipaları, uzun zülüfleri, bellerinden sarkan püskülleriyle küçük gruplar halinde yürüyorlar dar sokaklarda. Yavaş yavaş hepsi Burak Duvarı’nın -Efendimizin Miraç Gecesi mübarek bineğini bağladığı duvarın- önünde toplanmaya başlıyor. O akşam ben de Burak Duvarı’na gidiyorum. Yahudilerin bu özel gecelerini nasıl geçirdiklerini, nasıl ibadet ettiklerini merak ediyorum. 

Başımın açık olmasının sorun oluşturacağını bildiğim için takkemi kafama takıp duvara yaklaşıyorum. Az sayıda turist ve çok sayıda Yahudi var etrafımda. Daha beş dakika önce Kudüs çarşılarında Müslüman esnafın arasında evimde gibiyken şimdi bunca Yahudinin arasında bambaşka bir coğrafyaya ışınlanmış gibi hissediyorum. Kendimi emin hissetmiyorum bu işgalcilerin arasında.

Duvarın sol tarafına doğru ince uzun bir odaya giriliyor. Merak edip dalıyorum içeri. Altın kaplama heykeller, yedi kollu şamdanlar, kutsal kitaplar bulunan gösterişli kitaplıklar ve çoğu uzun sakallı, yaşlı Yahudiler… Hepsi ileri geri hareketlerle dua ediyorlar. Dar bir odada onlarca fanatik Yahudinin arasında geziniyorum. Balta girmemiş ormanlarda yaşayan ilkel bir kabilenin arasına düşmüş gibi yabancı hissediyorum kendimi.

Hava kararmadan çıkıyorum Burak Duvarı’ndan. Eski Kudüs’ün dar sokaklarında her yapıya biraz hayranlık, biraz da merakla bakınarak yürüyorum. Az sonra karşıdan gelen Yahudi bir grup kol kola girip bir halka oluşturuyor ve bağıra çağıra şarkılar söyleyerek hoplayıp zıplıyorlar. Çok önemli bir futbol maçının öncesinde stadyumun etrafındaki taraftar gruplarını andırıyorlar. Yolu kapadıkları için hoplayıp zıplamalarını bitirmelerini bekliyorum bir köşede. İçimde derin bir acı ve gittikçe yükselen bir öfke var. Yahudilerin Filistin’i işgalinin âdeta bir temsiline şahit oluyorum o an orada. Bu Yahudilere bizim ilk kıblemizin, Peygamberlerimizin, Sahabe-i Kirâm’ın ve daha pek çok şehit komutan ve mücahitlerin kabirlerinin etrafında bağırıp çağırma hakkını kim verdi diye düşünüyorum. Nereden alıyorlar bu gücü?

Derken bütün bu bağrışmaların arasından yanık bir ses duyuyorum inceden inceye. Kur’an-ı Kerim sesi... Yahudi grubun önünde durduğu hediyelik eşya dükkânından yayılıyor. Deli gibi bağıran Yahudilerin sesi kayboluyor benim için. Kur’an sesi hepsini bastırıyor.

Az sonra Yahudiler Burak Duvarı’na doğru ilerlemeye devam ediyorlar. Dükkândan yayılan Kur’an sesi daha da berraklaşıyor. Dükkâna doğru ilerliyorum. Otuzlu yaşlarda, güçlü kuvvetli bir adam işletiyor dükkânı. Bir iki hediyelik eşya bakıyorum. Asıl amacım sıcağı sıcağına adamın ne düşündüğünü öğrenmek. “Az önce bir sürü işgalci sizin dükkânınızın önünde bağıra çağıra tepindi. Sizi kışkırtmaya çalıştılar. Nasıl tahammül ediyorsunuz bütün bunlara?” diye soruyorum. Arkadan Kur’an sesinin yayıldığı ufak teybi gösterip “Böyle işte!” diyor titreyen bir sesle, “Kur’an dinleyerek sabrediyoruz.”

Çok ağır geliyor o sesteki titreme bana. Taşı sıksa suyunu çıkaracak, deminki Yahudileri tutsa hepsini iki-seksen yere serebilecek gücü olan bu adamın konuşurken titreyen sesi beni de titretiyor bir an için. Keşke adamın sesindeki o titreme, uykumuzdan uyandırsa bizi diye düşünerek veda ediyorum adama. Kadim Kudüs’ün sade ve güzel sokaklarında kayboluyorum. Havada serin bir esinti, içimde titreyen bir ses...

 

 

 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.