Asra Yemin Olsun

 

Kâf- Nûn

Hâlık’ın nâmütenahi adı var, en başı “Hak”, 
       Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak! 
       Hani Ashâb-ı Kirâm ayrılalım derlerken, 
       Mutlaka “Sûre-i ve’l- asr”ı okurmuş, bu neden? 
       Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh, 
       Başta imanı hakiki geliyor, sonra salâh, 
       Sonra hak, sonra sebât. İşte kuzum insanlık, 
       Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsran artık. (M. Akif ERSOY)

 

zaman “Başka hiç bir sure nazil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr Suresi bile insanların dünya ve ahiret saadetlerini temine yeterdi.” (İmam Şâfii)

En kısa surelerden biri olan Asr Suresi, ismine uygun olarak Kur’an-ı Kerim’in zübdesidir âdeta. (“Asr”ın mastar manası: sıkıp yağ ve suyunu çıkarmak, posasını atmak, hapsetmek.) Asr Suresi, risaletin I. yılının sonlarına doğru inmiştir. Sure, insanın zaman geçtikçe kayıpta olduğunu vurgular ve bu durumdan kurtulması için sahip olması gereken değerleri sunar: İnanmak, inandığını yaşamak, yaşadığını tavsiye etmek ve sonuna kadar direnmek.

Asra yani hasat vakti olan ikindiye dikkat et… Günün ikindisi, ömrün ikindisi, ahir zaman olan insanlığın ikindisi…  İkindi… Bu vakte ulaşıp da hiçbir şey kazanmadan evine dönüyorsan vah sana! Vakit azaldı lakin güneş henüz batmadı. Kalan vakti iyi değerlendir, yaptığın hatalardan tevbe et ve bu dört özelliği kuşanarak yaşamaya gayret et.  

Asra yani modeliniz olan “Asr-ı Saadet”e yemin olsun… Ki onlar, asırlar sonrasına ışık tutan, bugüne dahi ivme kazandıran bir hayat sürdüler. Zamanın çarkında ezilmek yerine akıntının yönünü değiştirdiler. Ne yurtları, ne ana-babaları ve çocukları, ne de ticaretleri engel olabildi onların kıyamlarına. İşte böylece “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz.” (Âl-i İmran 3/110) hitabına mazhar oldular.

Asra yani dünya hayatının kabı olan zamana yemin olsun… Geçmiş zaman şahittir ki insanlık tarihi boyunca surede bahsi geçen dört vasfı taşımayan nice kavim helak olmuştur. Geçmekte olan zaman ise insana fırsat olarak lütfedilmiştir. Bu durum şuna benzer: Bir sınav salonunda öğrencilere soru verilmiş ve zaman her zaman olduğu gibi çok hızlı geçmektedir. Saatin saniyesi, zamanın hızlı geçtiğine dair yeterli fikir verebilir. İmam Râzi der ki: “Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu: ‘Sermayesi eriyen bu adama merhamet edin!’ Onun bu sözünü duyunca bu söz, Asr Suresi’nin anlamıdır, dedim.” İnsana verilen ömür, buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan ederse insanın hüsranına neden olur. Bu, sınav salonunda kendisine belli bir süre tanınan öğrencinin, o süre içinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması gibi abes bir meşguliyettir.[1]

Nasıl geçti imtihanın, neler yaptın? Sınavı bırakıp boş işlerle mi uğraştın, pencereden dışarıyı mı seyrettin o kısıtlı sürede, arkadaşınla sohbete mi daldın yoksa? Yoksa vakit kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yaptın mı?

 

Güneşi Tutup Zamanı Durdurabilirsen…

Tâbiinden Amr b. Abdilkays çok lüzumsuz sorular soran ve kendisiyle uzunca bir süre ilgilenmesini isteyen birisine şöyle der: “Arkadaş, güneşi tutup zamanı durdurabilirsen seninle böyle boş şeyleri konuşabilirim.”

Asra yani yapıp ettiklerinizin hasılasının görüldüğü hesap gününe yemin olsun…   Hesap verme bilincinden yoksun yaşayanlar, eyvahlar olsun size! Dediler ki: ‘Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder.’ Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.” (Câsiye 45/24) O gün, terazide posanın hiçbir değeri yok, öze bakılır sadece. Kazandığının tastamam ödeneceği, kimseye haksızlık yapılmayacağı o gün iflas edenlerden olmamak için çok çaba sarf etmelisin. Peygamberimiz “Müflis kimdir?” diye sormuş. Sahabe de “Ya Rasûlallah, müflis mal alıp-satarken sermayesini de kaybedendir.” demişler. Peygamberimiz ise şöyle karşılık vermiş: “Kıyamet gününde iyi amelleri kötü amellerinden az gelen, haklarını yediği insanlar gelip hak­larını aldığında kendisinin iyi ameli kalmayandır.” (Buhâri, Edep 102; Müslim Birr 60.)

 

Hüsrana Açılan Kapı: “Zaman Sana Uymuyorsa Sen Zamana Uy!”

Allah Teâlâ yemin ettiği şeyi şahit tutarak onu tefekkür etmemizi istediği gibi ona bir değer de atfeder. Ey insanlar! Tüm hayrın geçmiş dönemlerde kaldığını iddia edip bela ve musibetleri de içinde bulunduğunuz zamana bağlayarak kendinizi aklamayın. Zaman kendisinde kusur bulunmayan, kendisine emanet edilen hikmeti hatırlatan mükemmel bir nimettir.

Zamanı, Allah’ın rızasını kazanabileceğin bir değer olarak görmelisin. Hoyratça harcadığın bu hayatın her zerresinden hesaba çekileceğini unutmamalı, bu bilinçle zamanın sana hükmetmesine izin vermemelisin. Allah adına zamanın öznesi, “sahibu’z-zaman” olmalısın.

 

Kefen Dokuyan Nefesler

Rabbimiz bizi dünyaya gönderirken sermayemizi de yanımıza katmış: Zaman. Ticaretimizin kazançlı olması, en iyi fiyat verene satmakla olacaktır. Rabbim ise kimi zaman bire on, bire yedi yüz kimi zaman da sonsuz ecir/cennet karşılığında sermayemizi almayı vaat ediyor. Bizler ise yaldızlı sözlere kanıp sahte para karşılığında sermayemizi tüketiyoruz. Hesaba çekilirken kandırıldığımızı fark ettiğimizde iş işten geçmiş olacak.  

Aynı zamanda insanoğlunun ilk imtihanıdır zaman. Şeytan, cennette sonsuzluk vaadiyle kandırmış âdemi. Bu aldanış, dünyada da devam etmekte: Sanki dünya hayatının sonu yok, hiç hesap vermeyecek… “İnsanların hesapları yaklaştı. Oysa onlar gaflet içinde yüz çevirmektedirler.” (Enbiya 21/1)

İnsan geçen zamanı kazanç zanneder. Hâlbuki her an dünyanın yenisi eskimekte, çokluğu ise yokluğa dönüşmektedir. Merhum Mehmet Akif’in buyurduğu gibi:

“Böylece kişi, hayatın zefir ve şehîkı (soluk alıp verişi) ile nefesleri arasında

Kendini yaşıyor sanıyor, hâlbuki kefenler dokuyor.”

Ölüp de pişman olmayan yoktur, mutlaka herkes nedamet duyar. İyi yolda olan, hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur; kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur.”(Tirmizî, Zühd 59.)

 

İnsan Ziyanda, İnsan Zindanda…

Emelleri onu kuşatıp hakikate kör kaldığı için zindanda. (Furkan 25/43) Vahye kulak tıkadığı için.(Tâhâ20/14) Bir serabın peşinden bir ömür gittiği için (Nur 24/39). Rüzgârın savurduğu kül gibi tüm yapıp ettikleri (İbrahim 14/18). Dünyaya fazlaca iltifat ettiği; tüketim ilahına imanını, şerefini, izzetini kurban ettiği için ziyanda. İmanı iddiadan öte gidemediği için. Mağarasının dehlizlerinde kaybolduğu için. Hakkı, hakikati paylaşmadığı için. Ahlaksızlık ve zulüm karşısında dilsiz şeytan olduğu için. Yarı yolda bıraktığı, direnmediği için. En çok da mükemmel olduğunu düşündüğü için.

Ziyanda oluş sadece fertlere has değil. Fertlere bağlı olarak milletler de mahrumiyet içinde. Bu mahrumiyet dünya hayatında olduğu gibi ahirete de şamil.

Tin Suresi 4-5. ayetlerde insanın en güzel şekilde yaratılıp sonra onun aşağıların aşağısına çevrildiği; Şems Suresi 8. ayette insanın ahlakî zaaflarla (fücur) olduğu kadar takva ile de donatıldığı belirtilir. Hucurat Suresi 7. ayette ise Allah’ın, imanı sevdirdiği ve onu yüreklerimizde güzelleştirdiği vurgulanır. İnsanın zarar içinde doğduğu yani ezelî günaha sahip olduğunu söylemek bu ayetler ışığında mümkün değildir. Ancak ziyan kapısı açıktır ve bu kapıdan girmek kulun kesbidir. Bu kapıdan da ancak şeytanı dost edinenler girer.(Nisa 4/119)

 

İllâ… Ümidini yitirme. Çıkmamış candan ümit kesilmez. İşte sana kurtuluş reçetesi:

İman Edenler…

Rabbine güvenen, inandığından kendisi emin ve çevresindekilerin ondan emin olduğu özgüven sahibi kimseler. Ortağı olmayan, ezeli ve ebedi, mutlak hüküm sahibi Allah’a iman etmekle O’nun dışındaki varlıklara kulluğu reddedenler. Allah’ın verdiği hükme, içlerinde hiçbir tereddüt duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğenler. (Nisa 4/65) İmanın imtihanını verebilenler:

“İnsanlar yalnızca ‘iman ettik’ demekle sınanıp denenmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”(Ankebut 29/2)

 

Salih Amel İşleyenler…

İmanını sözde olmaktan kurtarıp amele dönüştürerek bu iddiayı ispatlayanlar. Çalışması, okuması, gezmesi, yemesi, içmesi, dinlenmesi, düşünmesi her şeyi Allah için olanlar. “De ki: Benim salâtım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am 6/162)

Salih amel, imanın olmazsa olmaz sonucudur. Çünkü iman, aktif ve harekete geçirici bir gerçektir. Hareketsiz ve sönük halde beklemesi, kendini göstermeden gizli kalması mümkün değildir. Eğer iman bu doğal hareketini sağlayamıyorsa ya zayıftır ya da ölüdür. İman vicdanın derinliklerine gömülü, gizli, pasif, çekingen, büzülmüş bir şey değildir. Hareket içinde somutlaşmayan sırf iyi niyetlerden ibaret de değildir. İman ve salih amel,  kokusunu içinde tutamayan çiçek gibidir. Nasıl ki çiçekten kokunun yayılması doğal ise imanda da hareketin olması doğaldır. Yoksa iman yok demektir.[2]

 

Hakkı Tavsiye Edenler…

Aslında hakkı ve sabrı tavsiye, salih ameldendir. Önemine binaen Rabbim tekrar zikretmiş olmalı.

Hakkı yani Hakk olan Allah’ı hayatlarına dâhil etmeyi, Hak olan Kur’an’a göre yaşamayı, hakikat bilgisini ve hakka uygun davranışı tavsiye edenler. Çevresindekileri ötelemeyen, onları başkası kabul etmeyen bir sorumlulukla üzerindeki haklarını ödemeye çalışanlar.

Bencil bir anlayıştan uzak ümmet olma bilinciyle tüm insanlığa kucak açanlar.  İnsanlığa önder olma şuuruyla toplumda haksızlığın, ahlaksızlığın, tuğyanın yayılmasına seyirci kalmayanlar. Sessizliği ile kötülüğe destek çıkan ve kendileri de azaba uğramaktan kurtulamayan pasif iyilerden olmayanlar: “Azabı, sadece günah işleyenlerle kalmayacak fitneden sakının.” (Enfal 8/25)

“Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim 66/6) ayeti mucibince hakkı tavsiye ederek sevdiklerini cehennem ateşinden koruyanlar.

Tefaul babında gelen “Tevâsav” müşareket (karşılıklı olma, ortaklık) bildirir.  Yani tavsiye karşılıklı olmalıdır. Tavsiyede bulunan ahkâm kesmesin, tek doğru benim gördüğüm demesin ve böylece ortak akıloluşturulsun diye.

Sabrı Tavsiye Edenler…

Hak üzere sabitkadem kalanlar, Allah’ın emirlerini uygulamakta kararlı olanlar, nefsin sesine kulak vermeyenler. Zulme mukavemet gösterip “Mahzun olma Allah bizimle beraber.” diyenler. Sarp yokuşu canı pahasına çıkıp O’nun vereceği hükmü acele etmeden bekleyenler. Can bedenden ayrılana kadar bu davaya gönül verdiğini ilan edenler. Yol arkadaşına hedefin yakınlığını hatırlatarak cesaret verip ondan güç alanlar.“Onlar bir musibete uğradığında ‘Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz.’ derler.” (Bakara 2/155)

Ashab-ı Kiram’ın -hangi sebeple olursa olsun- bir araya geldiklerinde bu sureyi okumadan ayrılmamaları, surenin önemini anlamalarından olsa gerek. Sureyi okumalarından maksat, ayetleri yaşamaları: İman ve amel-i salih konusunda sözleşmeleri, tüm sohbetlerinin konusunun birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmek olması hasılı hayatlarının her anını Allah’a bağlama gayretiyle geçirmeleri. 

 

[1] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları, VII/224.   

[2] Seyyid Kutub, Fizilali’l-Kur’an, Dünya Yayınları, X/555.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.