“Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah-akşam, ister- istemez sadece Allah’a secde ederler.”(Rad13/15)
“Allah’ın yarattığı nesneleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri sağa ve sola dönmekte, Allah’a secde edip yere kapanmaktadır.” (Nahl 16/48)
Selam gölgeleyenim, gölgemden yakinim, kıymetlim…
Çocukluğumdan beri gölgemin peşindeyim. Bu bana hem benzeyen hem benzemeyen karaltıyı, yakın takipteyim. Arkamı dönüp yakalamak istediğimde kaçan, önüme uzayınca adımlayarak yetişemediğim, benden hep bir adım önde giden gölgeme hayranlık duymuşumdur. Bana bağımlıymış gibi ama aslında sonuna kadar özgür, Allah’a boyun eğmiş, iyi bir kul…
Gıptamda haksız mıyım? Başı secdeden kalkmayan bu varlık delili, günün saatlerine göre uzayıp kısalarak Allah’ın tabiat üzerindeki oluş ve bozuluş sürecine sürekli müdahalesini temsil ediyor. Yaratıp bırakmadığını, sürekli gözettiğini, terbiyesini, tedbirini, ölçüsünü, hikmetini işaret ediyor.
Nasıl özenmeyeyim. Benim secdeye diklenen nefsim, onun sahibi zannederken kendini, o, nefsimden bağımsız, göklerin ve yerin sahibine aralıksız secde ediyor.
Ergenlik dönemimde her hırçın genç gibi hem evrenle hem gölgemle kavgalıydım. Havaya yumruklar savururdum, gönülsüzce katıldı bana. Fena adımlar atardım, kerhen takip ederdi beni ama asla istekli değildi, bunu hep hissettirdi.
Âdem’e secde emri mucibince melaike gibi gölgenin de cismim önünde eğildiği vehmiyle, bana selam verdiğini, ben yürüdükçe peşimden koştuğunu zannettim. Ne gaflet! Bu gafletle az uğraşmadım, sağımda boy verince çelme takıp soluma düşürmeye. Omzumda renksiz elini, ensemde bedensiz nefesini hissedince şöyle ayağından tutup öne doğru savurmayı, sırtını yere getirmeyi az denemedim.
Ne yapsam istifini bozmadı, fıtratına ihanet etmedi. Nerde durması gerekiyorsa orayı bir milim geçmedi. Harama el uzatmadı. Nefsine zulmetmedi.
Tövbe ederken açtığım ellerime su dökerken ise cömertti. Benden önce akıttı, bir türlü göremediğim gözlerinden yaşları.
İşte bunu iyice fark edip pes ettiğim gün barıştım gölgemle. Barışmak ne kelime onu mürşid edindim. Ne zaman kendini yok farzediyor, ne zaman boyu uzadıkça uzuyor, gözledim. Güneş tam tepedeyken gizlendi benden. İkindi vaktinde varlığımın iki katıydı.
Niye bir sağıma bir soluma düşüyor, güneşle arasındaki ilişki nedir? Gündüze mahkûm mu? Işığa mecbur mu? Geceleri beni uyutup nerelere gidiyor?Nasıl ibadet ediyor?Bunları seninle istişare ettiğim günlerde ona da sordum.
Cevap vermek yerine elimden tutup yürüttü, ardıma geçip yere itti beni. Kulağıma şöyle fısıldadı bir gün secdedeyken: “Peşime düşersen senden kaçarım, arkanı dönersen takip ederim. Vazgeçersen hevandan hevesinden, bütün ilmimi ayaklarının altına sererim.Lakin ‘vazgeç’ derken kendinden, terbiyeyi kastettim; nefsini ‘ıslah et’ dedim, ‘öldür’ demedim.”
Bu dersten sonra kendimle de barıştım. Bu barış duasında her zamanki gibi yer aldın elbette. Şöylece: Bana gölgemi gönderip varlığıma işaret edene, gölgesinde dinlenip tefekkür edeyim diye salkım söğütleri var edene, müminlere tatlı, serin bir gölgeliği vaat edene, zatının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizliye, el- Bâtın’a emanet ol.
SİYER-İ NEBİ DERGİSİ 29. SAYI/EYLÜL-EKİM 2014
Yeni yorum ekle