Gözün, kulağın duyguları mâziye sürüklemesine pek ehemmiyet vermeyiz de koku ve tatların yaşanmışlığa ettikleri taptâze şehâdet, ne çok heyecanlandırır bizi.
“Dost kimdir?” sorusuna pek çok cevaplar bulunmuş tarih boyunca: “Öteki bendir, iki ayrı vücuttaki tek bir ruhtur, yanında yüksek sesle düşünebildiğin kişidir” diyen de olmuş; “rahatlık veren bir merhem”e benzeten de.
Ümit işte. Ümitle korku arasında zor bir dengede duruyoruz dünya cambazhanesinde, ipin üstünde. Her varlık, her ilişki, her olay, bu iki uç arasında sarkaç ritminde gidip geliyor.
Öyle anlarda hayatın meşgalesi sarıyor dört bir yanımdan. Dünya büyüyor, büyüyor… Etrafımda devasa varlıklara dönüşüyor her şey. Oyun ve eğlenceye. Son derece tehlikeli bir oyun ve ölümüne eğlence dolu bir kazanın içinde, küçücük varlığımla o alay ettiğim, küçümsediğim koşuşturmacaya karışıyorum arkamdan itilircesine.
hsan, Cibril hadisinde “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” diye tarif ediliyor ya, öyleyse “muhsin” yani güzel davranışlı olan da, O’nu görür gibi kulluk eden demek zâhir. Böyle söylenince ihlâs da en güzel kıyafetini giyiyor insanın gözünde.
ilm “akıllılık, iyi huyluluk, sabır, temkin, öfkeyle hareket etmeme” manalarına gelen bir tatlı kelime. Söylenişindeki yumuşaklık, huy olarak edinildiğinde sahibine de ağırbaşlılık ve sakinlik libasını giydirir elbette.
Kimseyi hakir görme. Günah batağında zannettiğin, hesap günü, mizanda seni sollayıp geçebilir. Sen de ardından bakakalırsın, “Acaba ne iyilik yaptı ki?” diye. Düşünmezsin seni geri bırakanın, “kötü bakış”ın olduğunu… Sabır ve tövbe… Etkisini gösterecek sen bilmesen, hissetmesen de.
“Bu birinci çubuk insan, ikincisi onun eceli, üçüncüsü de istek ve arzularıdır. İnsan kuruntular peşinde koşup dururken ecel önünü keser ve onu alıp götürür.”