Cennet Sürgünleri

Mutmainliğin kaynağı cennet.

Günahla tanışan insan.

Hengâme, pişmanlık, tövbe.

Akıl tutulması, isyan, umutsuzluk.

Âdem, Havva ve şeytan.

Dünya, ayrılık ve çile.

Âdem ve Havva’nın mirasına sahip çıkan Habil.

Şeytanın varisi Kabil.

Habil ile Kabil macerasından dünyaya kalan çığlık: Zulüm

İnsanlığın macerası aslında kimin yolunu takip edeceğini belirleme mücadelesidir.

Her asırda her insan kendini bir yola rapteder, önderini seçer ve rolünü oynar.

“Dünya hayatı için roller tanıtılmış, seçim ise insana bırakılmıştır.”

Rollerden rol beğenenlerin sahneye çıkma sıraları gelmişti artık.

Dünya zalimle tanıştığı günden beri zalimlerin gaddarlıklarını hatırlatan çığlıklar, Sümeyye’nin acısıyla birleşiyor, göklerin kapısını zorluyor ve cennet kapıları ardına kadar      açılıyordu.

Bugün “takva” kavramıyla anlatılmaya çalışılan hiçbir ameli olmayan Sümeyye, imanındaki samimiyet ve gösterdiği sabırla cennet hanımefendisi oluyordu. Sabır direnmek demekti Efendimiz ve onun yol arkadaşlarının lügatında. Görünen ve görünmeyen düşmanlara karşı direnmek…

Yeryüzü Habil’den beri alışıktı mazlumlara; gökyüzü ise mekândı dualara.

İşkence zamana ve zemine göre kılık değiştirse de, zalimlerin adı ve sıfatları değişse de mazlumların sıfatları hep aynıydı: Mahrum edilmek, ezilmek ve dahası öldürülmek…

O günlerde insanlık tarihi için yazılan kitaba kalın harflerle yeni sayfalar ekleniyordu. Bu sayfanın kelimeleri insanlığa tutulan aynalar gibiydi. Her insan bu sayfalarda kendi yansımasıyla karşılaşıyor, ya nefsinin ya vicdanının onu götüreceği limana gitmek için yolculuğa çıkıyordu. Cennet ya da cehennem tercihe bağlı olarak yolculuğun sonuna kuruluveriyordu.

Güneş elinde olsaydı hiç aydınlatmak istemezdi bu beldeyi. Sümeyye, Bilal, Yasir, Habbab gibi insanlığın iftihar tablolarını hararetlendirip, yakıp kavurmak istemezdi. Bulutların ardına gizlenerek onlara kol kanat germek isterdi. Oysaki cennet ağaçlarının serin ve naif yaprakları bu dünyada güneşin yakıcılığında gizliydi. Seraba kanmayıp gerçek kaynağı gözleyenler,  işkence duvarını aşıp ebedi hürriyete kavuşuyordu. Dünyada bir müddet kalacaklar ise bedenlerinin çektiği acıyla ruhlarını daha da sağlamlaştırıyor, bilenmiş bir bilinçle hayatın içinde yeniden yer alıyorlardı.

            Nazenin dokunuşlarla kalpleri okşayan ayetler hırçın ve çılgın kılıç darbelerine, şaklayan kırbaçların deri üstünde bıraktığı keskin acılara bir ipek yumuşaklığıyla karşı koyuyordu. Zamanın şaşkın gözleri, keskinliğin yumuşaklık karşısındaki mağlubiyetini hayretle ve hayranlıkla izliyordu. Edep, sabır ve tahammül sınırları zorlayınca yani kul sıkışınca Hızır da yetişecekti elbet.

            “Hayatını imanına şahit kılan “  davanın ilk şehitleri artlarında milyarlarca Müslüman yüreği bırakarak geldikleri ebedi mutluluk diyarına kanatlanıyorlardı.

                                  

 

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.