Numûne-i İmtisâl Başka Kim Olur ki Derdim Hep: Akif Babalı’nın İzinde

Şuâlar’da Bediüzzaman, “.. bu kadar tehâcüme karşı kuvve-i mâneviyesi kırılmayan, ehl-i hakikât ve nesl-i âtînin alkışladığı gibi melâike ve ruhânilerin dahi alkışladığı” kanaatinde olduğu bir takım zâtlardan bahseder. Etrafındaki talebeden gördüğü bu tür kişiler, yine onun ifadeleriyle “.. birbirlerine birer tesellici, ahlakta ve sabırda birer numûne-i imtisâl, tesânüd ve taltifde birer şefkatli kardeş, ders müzâkeresinde birer zeki muhatap, mucip ve güzel şeciyelerin in’ikasında birer âyine” olma vasıflarını taşımaktadırlar. Bu sıfatlarıyla olsa gerek ki, yaşadıkları envai maddi sıkıntı karşısında böyle insanların varlığının kendisi için büyük teselli kaynağı olduğunu söylemektedir Bediüzzaman.

Benim için Akif ağabey, yaşça benden büyük bir arkadaşım olmasının yanısıra tam bir numûne-i imtisâl olmuştu hep. Arkadaş dedim. Bir “cemaat abisi” gibi davranmadığı gibi, böyle muamele görmeyi de hiç beklemedi. Tabî haliyle bir ağabey olduğu besbelliydi. O Akif Âbi’ydi. Ama kol kola girebildiğimiz, şakamızı çekinmeden yapabildiğimiz, gerektiğinde yüzüne ne düşünüyorsak söyleyebildiğimiz bir arkadaşımız olması onun numûne vasfını azaltmak bir tarafa, çoğaltıyordu. 70’li yılların anarşi vasatının tehdit ve tehlikelerine, 12 Eylül’ün tehâcümüne karşı sebat ve cesaretini Yıldız’dan arkadaşlarından ve Erenköy Akıncılarından dinlemiştik. Ben ise 80’lerin ortalarında, ortalık nispeten yatıştığında tanımıştım onu. 

Konu İslami mücadele olduğunda Akif ağabeyin kendi yaşıtlarından farkını hemen farkederdiniz. Mahalle kavgalarından, üniversite arbedelerinden, karakol hatıralarından bahsetmekten pek hazzetmezdi. Belli ki nostaljinin biz küçüklere çok da faydası olmadığını düşünmekteydi. Zira hâl, muhit ve vakit değişmişti. Öyleyse yeni vaziyete göre tavır alınmalıydı. Zamanın ruhuna muvafık düşmeyen lüzumsuz heyecanları bize boca etmek istemezdi. Ölçüsüz coşkunluklarla hareket edenleri tasvip etmez, bizleri imkan dahilinde böyle çevrelerden uzak tutmaya gayret ederdi. Bu nedenle Akif Babalı’nın numûne-i imtisâlinin ilk akla hususiyetinin itidal olduğunu söyleyebilirim.

Mevzu bahis itidalin asla pasiflik, hareketsizlik, edilgenlik olmadığını da sanırım belirtmeme gerek yok. Yıllar sonra, Afganistan’da Ruslar’dan ele geçmiş bir tankın üzerinde çekilmiş nadir bir fotoğrafa bakma fırsatı bulduğumda, resimde Akif ağabeyin kendi yüzünü karalayarak tanınmaz hale getirdiğini görmüştüm. Resimdeki diğerleri “bu da Akif’tir” demeselerdi onu o eski fotoğraftan çıkarmam mümkün değildi. Bu fotoğraf tasarrufunu o zamanın Türkiye’sinde sadece bir emniyet tedbiri olarak değerlendirmek doğru olmaz. Allah rızası için çıktığı bir yolu aşikar etmek istemediğinden adım gibi eminim. Eğer aksi olsaydı, misalleriyle karşılaştığımız üzere ondan bu konuyla alakalı sık sık heyecan verici kıssalar dinleme şansı yakalayabilirdik. Fakat böyle olmadı ve sadece bir fotoğrafta onu görmüş olduk. Bu hal şüphesiz ki bir edebin tezahürüydü aynı zamanda.

Akif Babalı’nın edep timsali olduğu bahsine buradan intikal edebiliriz. Dersli olup olmadığını bilmemekle beraber, bir dergah terbiyesi altında yetiştiği aleni idi. Ailesinin güçlü irtibatı bir tarafa, Erenköy’ün tasavvufi havasının onun şahsiyetine dokunmaması zaten muhaldi. Beyaz yüzü hızla kızardığında o edep ve hayânın baskın gücünü anlardınız. Nâmahremleriyle yüzgöz olmaktan dikkatle kaçınır, eğer İslami çalışmaların icap ettirdiği bir görüşme mecburiyeti ortaya çıkmışsa en kısa ve mesafeli şekilde bunu gerçekleştirirdi. Büyükleri ve hürmet ettiği insanlar karşısındaki duruşu ve konuşmaları da yine aynı edep dairesinde cereyan ederdi. Etrafındaki bizler, bu halleri birçok defa müşahade ettiğimiz için onun gibi davranmaya, onu taklit etmeye gayret sarfederdik.    

Akif ağabeyin diğer bir hususiyeti olan fedakarlık ve diğergâmlık onu tam manasıyla bir “vakıf insanı” haline getirmişti. Mimarlık Fakültesi’nden mezuniyeti üzerinden yıllar geçmiş, fakat üstlendiği ve öncülüğünü yaptığı İslami faaliyetlerle yoğun meşguliyeti nedeniyle maişetini temin için bir iş tutamamış ve hâla evlenememişti. Onu birgün Rami toptancılarından kahvaltılık toplarken, ertesi gün Sultanhamam manifaturacılarından tül perde ve battaniye temin ederken görürdünüz. Anadolu yakasındaki öğrenci evleri onun eline bakardı. Gerçekten yokluk zamanlarıydı. Müstakbeldeki Fikirtepe Eğitim’in öğretmenleri, Bağlarbaşı’nın ilahiyatçıları, Anadoluhisarı Akademi’nin sporcuları, Haydarpaşa’nın hukukçu ve tıpçıları başka türlü nasıl barınacaklardı bu büyük metropolde?

Anadolu yakası ondan sorulurdu. Bu ciddi bir sorumluluktu. Bayramda toplanacak kurban derileri yıllık masrafların önemli kısmını karşıladığı için, bizler için bu günlerin uğraşı gezme ve dinlenme olmaktan çıkar, Akif ağabeyin organizatörlüğünde fazlasıyla yorucu bir maratona, yok hayır bir pentatlona dönüşürdü. Dolaşıp derileri vatandaştan almak, sonra kuytuda bir depoda toplamak, ardından sabahlara kadar onları tuzlayıp saklamak, en sonunda da kamyonlara yükleyip toptancılara satmak bizim işimizdi. Tabi bunları polise yakalanmadan yapmanız gerekirdi. Bir aksilik olmuş ise, en olmadık kararı almaktan çekinmezdi. Erenköy’ün göbeğinde Ziraat apartmanının bir dairesi depoya (!) tahvil edilir, tuzlama işlemi banyo küvetinde icra edilirdi. Risk almadan ve yorulmadan bereket ve kazancın gelmeyeceğini Akif ağabey ile yaşayarak öğrenmiştik. Emek vermez isek işlerimiz hiç rast gitmezdi.

O ümmetin adamıydı. Milletler, gruplar, cemaatler üstü bir adam. Irkçılıktan nefret eder, cemaatçiliğe asla prim vermezdi. Çatısı altında gayet memnun olduğu ve orada bulunmaktan gurur duyduğu harekete olan mensubiyeti, onun görüşlerini, temaslarını, diyaloglarını asla kısıtlamadı. Farz-ı muhâl cemaatinden bir müdahale olsa, buna izin vermezdi ki zaten. Onun için İslam kardeşliği ve müslümanların işbirliği herşeyden öncelikliydi. İstanbul’da değişik çevreler ve farklı mecralardaki önemli isimlerle olan tanışıklığım genellikle onun aracılığıyla gerçekleşmiştir. Birgün elimden tutup rahmetli Şeyhanzâde’nin Cağaloğlu’ndaki kitapçı dükkanına beni sokmuş, diğer gün koluma girmiş, Böcekli Camii’nde Cevat Akşit’in veya Çarşamba’da Abdülmetin hocanın vaazlarına götürmüştü. Bunlar gibi onlarca isim, mekan, muhit. Nereye gidersek güleryüzle karşılanırdık. Onun samimiyeti ve hasbiliğini önemsememeleri mümkün değildi. Farklı mezhep ve meşreplerden olsalar bile. Şu ince söz ona aitti: “Bizler bütün yaptıklarımızla büyük ümmet havuzuna akan ara yollar gibiyiz”.

Belli bir kesimin devlet hizmetlerinden bana göre anlamsız bir “dini” hassasiyetle uzak durduğu günlerde, Akif ağabey tam aksine gençleri daima vazife almaya teşvik etmiştir. Bugün onun tezgahından geçen bürokrat, siyasetçi, akademisyen, öğretmen, uzman, yönetici yüzlerce kimse aktif vazifedeler. Kalkıp görse, mutluluktan uçacağı çoklukta hem de. Fakat onun örnekliğinde mi devam ediyoruz, ona hatırasına hakkıyla uyuyor muyuz? Bunun cevabını verecek makamda değiliz elbette. “Çalışın! Yaptıklarınızı hem Allah görecek, hem Resulü, hem de müminler görecektir. Sonra da gizliyi ve açığı bilen Allah'ın huzuruna iletileceksiniz” (et-Tevbe: 105) buyuruyor Cenâb-ı Allah. Değerlendirme kurulunu böyle oluşturmuş. Bizler onun iyiliğine, güzelliğine şahidiz, eğer şahitliğimiz kabul olursa. Kuvvetle ümit ediyoruz ki Allah ve Resulü de ondan razı olacak. On dört yıl önce 21 Ağustos’ta çok genç yaşta ebedi aleme göçüp bizleri ağabeysiz bıraktığında, bizlerin omuzuna ağır bir mesuliyet de bıraktı aslında. Kendisinin numune vasıfları kaldı hafızalarda. Bunlara imtisal bize bir görev oldu. Bilmeyen, tanımayanlara anlatmak da bu görevin parçası oldu. Bu yazı böyle bir neticeyi bir nebze de olsa gerçekleştirirse ne mutlu bana. Rahmetler olsun.

Yorumlar

Yazınız çok güzel ve içi dolu olmuş.Ayni zamanda bir "vefa" hareketi olmuş. Güzel insanların ahirete intikalinden bu kadar zaman sonra bile hatırlanmış olması ve bunun yazıyla insanlara hoş bir şekilde aktarılması,o insanın bunu hak eden bir yaşam geçirdiğini,yazanın bu insandan çok güzel örnekler alıp etkilendiğini ve bu etkilenmenin kalıcı ve müspet bir iz bıraktığı, bu kadar yıl sonra bile vefayla yazarak anlatmasından belli olmaktadır.Akif Babalı gibi insanların toplumumuzda sayılarının artmasına çok ihtiyaç olduğu şu günlerde kendisine Rabbimden rahmet diliyor, sizi de vefanızdan dolayı kutluyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun..

Allah-û Teâlâ’dan Cenneti ile şereften etmesini diliyorum. Rabbim rahmet eylesin, Makamı Âli mekânı cennet olsun ve tüm kardeşlerine sabırlar diliyorum. Güzel ve temiz insandı.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.