Ramazan Davulları Ruhumuzun Uyanmasına Vesile Olsun
Çobanın biri şehre gitmiş, bir ayakkabı vitrininin önünde durmuş, vitrindeki ayakkabıları seyrediyormuş. Ayağındaki çarıkla vitrindeki ayakkabı konuşmaya başlamışlar. Çarık:
“Kardeş, her ikimiz de aynı derideniz ama nasıl oluyor da sen vitrine kurulmuş pırıl pırıl parlamaktasın ben ise perişan vaziyette sürünmekteyim. Bu adalet mi?”
Ayakkabı, çarığın lafını ağzına tıkamış:
“Bir farkımız var. Sen bizim gibi cendereden geçerek kalıptan kalıba girip çekiç yemedin.”
***
Hilali Gözetlemek: Hazırlık yapmak, Misafirin Yolunu Gözlemek
Ramazan gelip bizi savrulmuş, darmadağın olmuş dünyamızda yakalamasın diye hazırlık yapmalı. Kalplerimizi, kaygılarımızı, hedeflerimizi, evlerimizi, çocuklarımızı kısaca hayatımızı hazır hâle getirmeli. Receb ve Şaban ayları bu hazırlığa tahsis edilmeli. Ve sonra gözlerimizi gökyüzüne dikip Ramazan muştusunu getirecek hilali gözetlemeli, pencereden ayrılmadan. Hatta hep beraber daha iyi göreceğimiz bir meydana çıkmalı; umutla, heyecanla yollara düşmeli. Gökyüzüyle kopardığımız o bağı kavileştirmeli.
O kutlu misafir, eli boş gelmeyecek; yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur gibi günahlardan arınmamıza vesile olacak[1]: “Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”[2]
Oruç: Emaneti Yerine Vermek
Oruç, Kârunca duyguları yıkayıp temizlemek, yokluk çekenlerin durumunu yaşamaktır. Sosyal adaletin temini için atılan tohumdur.
Elinde olduğu hâlde ağzına götüremediği yiyecekle her şeyin emanet olduğunu anlayarak: “O izin verdiğinde yiyebilirim ancak. Bunlar benim değilmiş. Bana emanet olanı, yerine tevdi etmeliyim.” deyip malı ihtiyaç sahiplerine vermektir. Öteki’nin farkına varmaktır, paylaşmaktır yani. Zenginin, fakire minnet borcunu ödemesidir. Ebû Bekir’in cömertliğini fiilen yâd etmektir. Böylece yoksulun gözünü zenginin malından çekmesini sağlamak, kıskançlık duygularını köreltmektir.
Sadaka-ı fıtr ile “fazlası”ndan (Bakara 2/219), fakirlerin hakkından, yüreklere sinen mal tutkusundan, rızık verme konusunda Rabbe güvensizlikten, cimrilikten malı temizlemektir.
Umuttur oruç. Yalnız olmadığımızı, güvenebileceğimiz, bizi düşünen, derdimizle dertlenen kardeşlerimiz olduğunu hissetmek; ümmet olmaktır. Filistin’in, Suriye’nin, Mısır’ın, Burma’nın, Doğu Türkistan’ın hüznünü yaşamaktır.
Azaların Orucu
Sevgili Peygamberimiz: “İnsanların etlerini yiyenler oruç tutmamıştır.”[3] buyurur. Orucumuzun makbul olabilmesi için onu tüm azalara tutturmalı. Göze, kulağa, dile, kalbe, ele, ayağa, akla… Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem’in tuttuğu “susma orucu”(Meryem 19/26) bu imayı barındırır. Aksi takdirde oruçtan bize kalan sadece “açlık ve susuzluk” olacaktır.
İmam Gazzâlî, orucun üç derecesinden bahsederken, bedende iştah ve şehvetin tatmin yeri ve aracı olan iki azayı yani mide ve cinsel organı, iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmekten ibaret olan orucu, “sıradan insanların orucu” (avam orucu) olarak; buna ilâveten gözü, kulağı ve diğer azaları günahtan korumayı “özel kişilerin orucu” (havas orucu) olarak ve tüm bunlara riayet ettikten başka, kalbini düşük emellerden, dünya düşüncelerinden kısaca mâsivâdan arıtarak bütün varlığıyla Allah’a bağlanmayı ise “daha özel kişilerin orucu” (ehassü’l-havâs orucu) diye tanımlar.
Oruç dünyevileşmeye, bencilleşmeye kalkandır.
Çocuklarımızın ruhuna nereye ait olduğunu işlemektir.
Kendisine sunulan hayata, modern hayatın o hızlı akışına karşı bir silkelenme; hayatın ipini eline almadır.
Maddi hazdan manevi hazza yapılan seferdir, nefes almadır.
Rabbine verdiği sözü hatırlama, Allah’ın boyası ile boyanmadır.
Nerede durduğumuzu, kulluğumuzu sorgulamadır.
İslam’ın anlatılması için bir fırsattır.
Misafirle, mukabeleyle evlerimizi şenlendirmedir.
Bir yıl boyunca bize hizmet eden vücudu bakıma alma, dinlendirmedir.
Cehennemdeki açlık ve susuzluğu bir nebze olsun anlayabilmedir.
Oruç Bilenmektir
İradesini terbiye ederek her türlü zorluğa tahammül etmeyi, mukavemet göstermeyi öğretir insana. Oruçla sabrı talim eden kul, hayatta karşılaştığı her türlü sıkıntıya daha kolay göğüs gerecektir. Çile çekmeden kemal olmayacağını bilen, canının istediğini yemeyen; her aklına geleni yapmayacak, basit menfaatler karşılığında idealini satmayacaktır.
Kimselerin görmediği yerde orucunu bozan sonra pişman olup suçunu itiraf ederek telafi etmeye çalışan insanın ruh yüceliği ortadadır. Helal olana el sürmeyen insan, haramın tarafına bakmayacaktır.
“…korunasınız diye oruç size farz kılındı.” (Bakara 2/183) Orucun ana gayesi: takva. Allah’ı hesaba katarak (marifetullah), haramlardan sakınarak yaşamak. Kendine, Rabbine, insanlara, tabiata karşı sorumluluk bilinciyle…
Riyanın en az karıştığı ibadetlerden biridir oruç. Onun için olsa gerek Allah Teâlâ onu kendine tahsis etmiş, mükâfatını açıklamamış, oruçluya girmesi için cennette özel bir kapı (Reyyan kapısı) ayırdığını belirtmekle yetinmiştir. Oruç, Allah’ı görüyormuşçasına iman etmenin sembolüdür. Esas duruşta emir beklemektir.
Ramazan: Model Zaman
Oruçlunun gündemi ilahî’dir; bir ay boyunca sürekli Allah’ı zikreder/hatırlar. Gündüz oruç, mukabele; akşam iftar, teravih; gece teheccüd, sahur… Bu eğitim, kulun yılın diğer aylarını da aynı hassasiyetle geçirip Ramazan’ı ömrüne yayması için mühimdir. Nasıl ki Kur’an-ı Kerim, Ramazan’da inmeye başlamış ve bu süreç Rasûlullah’ın ömrünün sonuna kadar devam etmişse bizim de bu mektepteki talebeliğimiz ömrün sonuna kadar olmalıdır. Sahuru Ramazan olan orucun, iftarı ahiret olmalı. Zira oruç küfre, zulme, günaha karşı kendini tutmaktır. Ramazan’da ruhun gıdasını iyi vermeli ki iftara kadar dayanabilsin.
Oruç, insanı iç dünyasına döndürerek özdenetimi sağlar, farkındalığını geliştirir. Bir yılın muhasebesinin yapıldığı zamandır Ramazan. Geçmişi ile hesaplaşır, ideallerini kontrol eder. Her şeyi sil baştan yapma imkânı verir. Her türlü tembellik, cimrilik, gıybet, nankörlük… bu ayda uygulanan eğitimle terbiye olur. Bunun için niyet etmesi gerekir önce. Şuurlu bir şekilde istikamet üzere olabilmesi için niyet etmeli. Bir günde toparlayamaz kendini. Bir ay, alışkanlıklarını değiştirmesi ve girdiği bu yolda samimi olduğunu ispatlaması için yeterli olacaktır ilk etapta.
Nafile Oruçlar: Nafile Yere Tutulmayan Oruçlar
Oruç farz kılınmadan önce Efendimizin ve ashabının tuttuğu aşura orucu; Efendimizin haftalık Pazartesi, Perşembe oruçları; aylık her ayın ortasından üç gün, Zilhicce ayında dokuz gün, Şevval ayında altı gün, Recep ve Şaban aylarında çokça tuttuğu oruçlar… Bu oruçlar haftayı, ayı, yılı pas tutmasına fırsat vermeden temizler. İnsanlığın zirvesinde bulunan Rasûl’ün, şeytanla mücadelede başarı elde edebilmek için Ramazan orucunun yanı sıra tuttuğu diğer oruçlar, orucu Ramazan’a tahsis eden bizlere manidar gelmelidir:
“Kanın damarlarda aktığı gibi şeytan âdemoğullarına nüfuz eder. Öyleyse şeytanın aktığı mecraları açlık yani oruçla daraltın.”[4]
Orucu farz kılan ayet-i kerime, orucun önceki ümmetlerin de yazgısında olduğunu belirtir. Zaman ve zemin değişse de insanın tabiatı değişmez, oruca ihtiyacı vardır. Hz. Âdem’le başlayan bu kutlu kervanın ayak izlerini takip etmek, insanı onure edecektir.
“Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç size de yazıldı.” (Bakara 2/183)
Açlık: Esaretten Kurtulup Özgür Olmak
Allah Teâlâ Ramazan’da neden aç kalmamızı ister? Cevabı Rasûl-i Ekrem veriyor: “Kimin fikri fazla ise yemesi azdır; kimin tefekkürü azsa yemesi çok, kalbi de katıdır.”[5]
Atamız Âdem’in cennetten çıkarılmasına neden olan da yeme tutkusuydu.
“Az yemektir âdeme mahz-ı şifâ
Çok yemekten olur emrâz-ı belâ.”
Müslüman; hayatını yemek, arzuları tatmin etmek üzere bina edemez. Oruçla en tabi ihtiyacı olan yeme-içmeye ket vuran kul, adi isteklerinin esiri olmaktan kurtulup özgür olur, hür bir irade kazanır. Oruç, kelime manasına uygun olarak kendini tutmayı öğretir. Ancak o zaman “Çok tüketmek için çok kazan” felsefesine dayanan kapitalist düzeni çark ettirebilir. Aksi takdirde nefsanî isteklerden kurtulmadıkça dünyada zulüm, fitne sona ermeyecektir.
Orucun Mekke’ye göre imkânların bollaştığı Medine döneminde (2. yıl Şaban ayı) farz kılınması, insana ferahlık döneminde yaradılış gayesini unutabileceği ihtimalini düşündürüyor.
Açlık, firavunlaşma istidadında olanlara ne kadar aciz olduğunu hissettirir, kul olduğunu hatırlatır, duygu ve düşüncelerini inceltir. Kendinden uzaklaşan insana kendini buldurur. Acziyetini gördüğünde “Kadir” olan Rabbe teslim olur.
İslam, bedenî isteklere tamamen ket vurmaz, belli bir ölçü koyar. Beden, akıl ve ruhtan müteşekkil olan insan, bu unsurları beslerken bedeni, akıl ve ruha tâbi tutmalıdır. Ruhu bedeninden zayıf olanlar, haz peşinde koşar. Kur’anî ifadeyle (Araf 7/179) kalpleri düşünmez, kulakları duymaz, gözleri görmez; hayvandan daha aşağı derecede olur. Ruhun gıdası olan oruçla, nefse perhiz yaptırılarak şeytan zincire vurulur. Oruçla ağzını bağlayanın, gönül gözü açılır.
Mukabele: Kur’an’ın Önünde Diz Çöküp Üzerimizdeki Ölü Toprağını Atmak
Receb ayında Allah, Şaban ayında Rasûlullah ile ilişkisine çekidüzen veren kula Ramazan ayında Kur’an ikram edilecektir.
Allah Teâlâ, ruhların açlıktan kırıldığı bir demde indirdiği Kitabın sene-i devriyesinde, insanı Kur’an sofrasına buyur ederek ruhun açlığına neden olan nefsanî istekleri dizginlemeyi istiyor. Ramazan’ın aç kalmak değil “beslenmek” olduğunu vaz ediyor.
Karanlık geceler gibi işlerin karıştığı zaman, Allah’ın Kitabı’na sarılmayı tavsiye eden Rasûlullah’ın sözüne[6] kulak vererek onunla ihya ve inşa olmak... Onun ilk geldiği ânı yaşamak; Rasûlullah’tan, Cibril-i Emin’den hatta Allah’tan işitiyormuşçasına can kulağıyla dinlemek, gönlümüze misafir etmek. Sonra… Sonra Hira’dan vahyin ağırlığını hissederek inmek ve bu sorumlukla hayata atılmak, hayat bulmak.
Rasûl-i Ekrem nasıl ki her gün Cebrail’le mukabele suretiyle Kur’an’ı okuduysa bizler de önünde diz çöküp tüm boyutlarıyla hayatımızı, tasavvurlarımızı tashih etmeli; üzerimize saçılmış ölü toprağını silkelemeli; yeni kararlar almış olarak kalkmalıyız huzurundan.
Rabbimizin rahmetine “mukabele” etmeye çalışmalı, nankörlük etmemeliyiz.
İtikâf: “Kadr”i Aramak ve Kadir Bulmak
Kur’an; “Şifa” olup tedavi edecek; “Hüda” olup yol gösterecek; “Nur” olup aydınlatacak; “Rahmet” olup meltemiyle esecek; “Hakim” olup Allah varlığa ne değer biçmişse onu hayatımızda hak ettiği yere oturtacak. Onu bulmak için “İtikâf”a girmek, elini eteğini dünyadan çekmek. “Bulmadan bu kapıdan ayrılmam.” diye direnmek. Bulduğu gecenin “Kadr”ini bilmek. İşte o vakit, kıymetlendikçe kıymetlenecek zaman. Tıpkı Efendimizin, iman eder etmez savaşıp şehid olan Esved (r.a) için “Az yaşadı, çok kazandı.” şeklinde buyurduğu gibi.
Teravih… İftar sonrası başlayan, sahura kadar devam eden bu namaz; oruçlu olmadığı zamanları da Ramazan duyarlılığı ile geçirme dersini verir Müslüman’a. Rabbi ile olan bağını iyice kuvvetlendirir. Şeytanın soluk almasına müsaade etmeden bir darbe daha indirir.
Sahur: Orucumuzun Kimlik bulması
Sahur, oruçlarımızı ehl-i kitabın orucundan ayırarak kimliğine kavuşturur;[7] meleklerin salâtını[8] ve kaylule ikram eder bize.[9] Seher vakti açık olan hâcet kapılarından bereket yağar, rahmet yağar; gönüllerimizi sıcacık sarar. İhmal ettiğimiz teheccüd namazları için alıştırma olur.
Aç kalmak… O razı olsun diye… Bundan daha anlamlı bir yoksunluk olabilir mi? İftar ve sahurda yemeği abartmak suretiyle bu lütfu kaçırmak ise tam bir yoksulluk!
İftar: Yemeğin Lezzetine Varmak
İftar… Suyun, ekmeğin, verilen her türlü nimetin tadına varmak, bir an olsun cenneti yaşamak… Şükürler olsun, diyebilmek bütün hücreleriyle…
Yemek öğünlerinin zamanını değiştirerek alışkanlıklarımızı O’nun için terk edebilme antrenmanı yapmak…
İftar… Büyük bir ordunun askerisiniz. Kumandan müsaade etmeden yemeğe el uzatamıyorsunuz. Bu disipline karşılık Rabbin ikramı, can mülküne hükmeden kullarına cihan mülküne hükmetmek oluyor. İslam Tarihi’nde önemli zaferlerin bu ayda elde edilmesi bu yüzden olsa gerek: Mekke’nin Fethi; Bedir, Yermük ve Kadisiye zaferleri; Kudüs’ün haçlıların elinden alınması…
İftarın erken yapılamaması; zaman mefhumuna dikkatlerimizi çeker ve bir ay boyunca terbiye ettiğimiz zaman telakkimizi, hayatın tümüne yayarak bizi disipline eder…
Bayram… Nefisle yapılan mücahedede zafer kazanmanın diğer adı. Arındıysak, Ramazan öncesi “ben” ile sonundaki “ben” arasında fark varsa bayramımız olur pek tabii. Diğer türlü “deliye her gün bayram”da ifadesini bulur hâlimiz!
Ramazanlarımıza Gelince…
Evlerimize her zamankinden fazla yiyecek stokladığımız; “Ramazan yemekleri” tabirini literatüre kazandırdığımız; yemek tarifleri programlarının karşısından kalkamadığımız; pişirilen, yenen ve israf edilen yemeğin had safhada olduğu; iftarlarımızı ifratlara dönüştürdüğümüz bu ayda neden açlıkla terbiye olamıyoruz, neden tüketim çılgınlığımızın önüne geçemiyoruz!
Pastırma, et soframızdan eksik olmadığı hâlde “Fitremizi buğday mı yoksa arpa üzerinden mi versek?” hesabını yapacak kadar hassas olduğumuz hâlde neden hâlâ açgözlülükten kurtulamadık, yiyeceklerimizin bir türlü o güzelim tadına varamadık!
“Oruçludur, bulaşmayın. Sinirine hâkim olamaz o şimdi.” dedirten, bizi tembelleştiren, uykuya tutturduğumuz oruçlarımız (Karşılığını da ancak rüyamızda alırız.) ne kadar sabrı öğretmiş, hangi zaferleri kazandıracak güç vermiş!
Cami cami gezip en hızlı teravih kıldıran imam aradığımız; 10 dakika zamandan tasarruf edelim diye 20 dakikalık uzaklıktaki camilere gidecek kadar trajikomik hadiseler yaşadığımız; Ramazan keyfiyetini keyfimizin belirlediği bu günlerde şeytanımız neden ipini koparmış boğa gibi oraya buraya saldırıyor!
Yana yakıla eski Ramazanları aradığımız; şölenler, şenliklerle bol bol eğlendiğimiz hâlde neden Ramazan’da sahabenin o ibadet coşkusunu yakalayamıyoruz!
Ramazan çadırlarıyla meydanlara toplandığımız, tanımadığımız ve tanımak için en küçük bir gayrette bile bulunmadığımız kardeşlerimizle aynı masada yemek yediğimiz hâlde neden hâlâ ümmet bilincine eremedik.
Her gün birkaç mukabeleye katıldığımız hâlde neden hâlâ günde kırk defa okuduğumuz Fatiha’dan bîhaberiz!
Yoksa Ramazan Mektebi’nden kaydımız silinmiş de haberimiz mi yok! Gelenek yanı ağır basan bir ritüel mi olmuş!
Efendimizin duası ile bitirelim. Hz. Peygamber Sa’d b. Muaz’ın yanında iftarını açınca şöyle dua eder: “Yanınızda oruçlular iftar açsın, yemeğinizi iyi kimseler yesin, melekler size dua etsin.”[10]
Kendimize uydurduğumuz değil bizi değiştiren Ramazanlarda buluşmak temennimiz.