Yeni yorum ekle

Ben, Muhammedü'l-Emîn'nin Hümeyrâ'sı…

Ben, İslam Halifesi Ebû Bekir’in kızı… 

Ben, Allah’ın sevgilisinin sevgilisi…

Ben, Amr bin As’ın Allah Rasûlü’ne “Halkın en sevimlisi kimdir?” diye sorduğunda,  ismi söylenen...

Ben, dünya kadınlarının en bahtiyarı; Âişe…

O’nu benden soruyorlar, diyorum ki; “Siz Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dı.”

Rasûlullah’ın ömrüne eşlik ettiğim süre içerisinde; güldüğüne, hiddetlendiğine, sevindiğine, üzüldüğüne, emrettiğine, nehyettiğine, hepsine şahit oldum. O’nun ümmetinden biri olarak tebliğinin muhatabıydım. Bunun yanında O’nun eşiydim, “göz nurum” diye hitap ettiği…

Allah’ın tüm fıtratlara yerleştirdiği kıskançlık duygusu, bende fazlaydı. Zevcesi olduğum kişi, iki cihanın güneşi iken O’nu nasıl kıskanmazdım?

Bir keresinde Allah Rasûlü ile yolculuğa çıkmıştık, Hafsa ve ben. Yolculuk esnasında Hafsa ile muhabbetini anlamak için binekleri değiştirmeyi teklif ettim. Böylece Hafsa’nın devesine binerek, Rasûlullah’ın kendisine nasıl davrandığını öğrenmiş olacaktım, öğrenmiş oldum. Benim beklediğimden daha yakın, daha ilgili davrandı, Hafsa zannettiği bana. “Demek Hafsa’yı daha çok seviyor.” diye sabahı zor ettim. Sabah olunca da çıplak ayakla otların içinde yürümeye başladım, “Allahım bir yılan, bir akrep gönder de beni soksun.” diye dua ederek. O sırada O’nun sesi geldi ve anladım ki; planımı farkedip de bana plan kuran kendisiymiş: “Âişe ayaklarını çek, yılan ısırır...”

Kıskançlığım huysuzluk da yaptırırdı bana ama Efendim hep sabırla karşılar, pişman olmamı beklerdi. Bir keresinde Safiye bir kap yemek gönderdi. Rasûlullah benimleyken başka hanımlarına dair bir şey istemezdim. Üstelik Safiye çok güzel yemek yapardı. Ömrümde onun kadar güzel yemek yapanını görmemiştim. Kıskançlığımın hiddetinden gidip yemek kabını kırdım ve ne tepki verecek diye Allah Rasûlü’nün yüzüne baktım. Öfkelendi ve eğilerek tabak parçaları ile yemeği toplamaya başladı. Bir taraftan da “Yiyiniz anneniz gayrete geldi, yiyiniz anneniz kıskandı.” diye söylendi. O an pişman oldum. Kendimi nasıl affettireceğimi sordum: “Tabağa aynıyla tabak, yemeğe misliyle yemek.” buyurdu. Kısas, demişti yani yaratılmışların en âdili.

Benim bunca kıskançlığım O’na olan sevgimdendi ya, O’nun da beni nasıl sevdiğini duymak isterdim sık sık:

“Ey Allah’ın Rasûlü, beni seviyor musun?”

“Evet, Ya Âişe, tabii seviyorum.”

“Peki, nasıl seviyorsun?”

“Kördüğüm gibi…”

Kanat takıp uçururdu bu söz beni. Ara ara yoklardım kördüğümün ne âlemde olduğunu; cevap verirdi Efendim:

“İlk günkü gibi…”

Babamın dahi tahammül edemediği huylarıma, Allah Rasûlü razı gelirdi. Bir keresinde beni babamın tokadından kurtarmıştı. Bir bayram gününde de evde def çalıp eğlenirken bana kızan babama karşı; “Ya Ebû Bekir, her milletin bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımız.” diyerek beni savunmuştu.

Rasûlullah’la sefere çıktığımız bir gün mola yerinde kolyem kayboldu. O da aramaya koyuldu. Bizimle birlikte herkes beklemek zorunda kalınca babam bana çıkıştı. Ancak Allah Rasûlü hiç kızmadı. Bilakis ilgilendi. Suyumuz tükendiği için de bu yolculuk esnasında teyemmüm ayeti nazil oldu.

Yaşımın heyecanını hep hoş karşılardı Efendim. Bir keresinde ikimiz yemek yerken Sevde’yi de sofraya davet etmiştim. Reddetti. O’nun yaşı benden büyüktü, biraz da ağırdı. Ben ısrar ettim, yine kabul etmeyince tehdit ettim: “Gel yoksa yemeği üstüne dökerim.” Sevde yine gelmeyince yemeği olduğu gibi başından aşağı döküverdim. Rasûlullah gülerek karşıladı çocukluğumu. Böyle anlarda kırıcı bir kelime hiç duymadım ağzından. “Sen de aynısını yap Sevde.” diyerek ortalığı buldu.

Beni üzmemek için hep nazik davranırdı ama bu, kırılmamam için hiç yalana sevk etmemişti O’nu. Sürekli eşi Hatice’yi andığı için kıskandığım olurdu. “Allah sana ondan daha hayırlısını verdi.” dediğimde “Hayır, yemin ederim Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken o bana iman etti. Herkes benim yalancı olduğumu iddia ederken o beni tasdik etti. Kimse bana bir şey vermezken o malını-mülkünü benim emrime verdi. Üstelik Allah Teâlâ bana ondan çocuklar nasip etti.” diyerek gerçeği söylemekten asla geri durmamıştı.

Hatice’ye olan vefası o kadar büyüktü ki; onun arkadaşlarının bile gönlünü alıyordu Allah Rasûlü. İsminin “Cessame”(çirkin şey) olduğunu söyleyen yaşlı bir kadın geldi bir gün. “Sen Cessame değil Hassane’sin (güzel şey).” dedi, bir sürü iltifatta bulunarak ilgi gösterdi bu kadına. O gittikten sonra sebebini sorduğumda, “Bu kadıncağız Hatice’nin arkadaşıydı, onunla evli olduğumuz yıllarda bizi sık sık ziyaret ederdi.” dedi.

Bazı vakitlerde birlikte otururken, “Konuş ya Âişe, gönlümüz açılsın!” der, yükü ağır gelip de bunaldığı anlarda “Ferahlat ya Âişe!” derdi.

Her şeyi önce bana yedirir, benim ısırdığım yerden kendisi ısırırdı. Önce bana içirir, sonra benim içtiğim yerden kendisi içerdi. Ben olmadan davetlere katılmazdı. Evde işlerimize yardım ederdi. Elbisesini yamar, ayakkabılarını tamir eder, sizden biriniz evinde ne yaparsa onu yapardı.

Yalnızca bana karşı değil, tüm insanlara karşı müşfikti Efendim, âdildi. Herkesin sığınacağı, derdini açacağı, kapısını çalacağı makam O’ydu.

Nezaketi yalnız müminlere değil, tüm insanlara karşıydı. Bir gün bir Yahudi topluluğu gelip kendisine beddua ettiler. Allah Rasûlü sadece “Size de.” dedi. Ben dayanamayıp o ifadelerin tümünü onlar için kullanınca “Âişe, Allah her işte nezaketi sever.” buyurdu. Ben, “Onların söylediklerini duymadın mı?” deyince, “Size de dedim ya!” diye cevap verdi.

Tüm insanların savunucusuydu. Bir keresinde gelip karısının dilinden şikâyet eden bir sahabiye; “Karına güzel muamelede bulun, yapmazsa sakın ha onu dövmeyesin.” demişti.

Kendine yapılan hiçbir hakarete hiddetle karşılık vermezdi. Sükûnetle karşılardı. Benim kendisine karşı yaptığım hataları da hoş görürdü. Ancak kendisi dışında birine yaptığım kusuru asla görmezden gelmezdi. Bir keresinde Safiye’nin boyunun kısalığından bahsetmiştim de: “Ya Âişe, öyle bir söz söyledin ki, denize karışsa suyu bulandırırdı.” dedi. Bir keresinde de birinin taklidini yaptığımda  “Bana dünyaları verseler birinin taklidini yapmazdım.” diyerek beni kınamıştı.

Bana “Müminlerin annesisin, neden hâlâ aynı elbiseylesin? Üzerinde parçalandı artık, iste yenisini yapalım.” diyorlar. Bu elbise, benim Efendime kavuşma belgemdir. Bir kere kendisine “Mahşerde beni hatırlayacak mısın?” diye sormuştum. O da, “Eğer mahşerde bana kavuşmak istersen; parçalanıncaya kadar bir elbiseni atma ve erzak biriktirme.” demişti. Allah Rasûlü’ne ahiret günü kavuşabilmek için elbisemi üzerimden çıkarmıyorum. Kendisi dünya malına gönlünde yer vermediği gibi, bizim de yer vermememizi isterdi.

Bir gün Ali kapımıza gelmişti. Fatıma göndermişti kendisini, “Babam bugün kapıma kadar geldi, tam eve girecekken geri dönüp gitti. Sebebi nedir?” diye sorması için. “Fatıma’nın kapısında nakışlarla süslü bir örtü gördüm. Dünyevi şeylerle bizim ne ilgimiz var?” diye sebebini açıklamıştı.

***

Ben, dünya kadınlarının en bahtiyarı Âişe...

Ben, Kâinatın Efendisi’nin son nefesini yanında verip Hakk’a yürüdüğü, müminlerin annesiyim…

Ve ben Efendimizin size ulaştırmak için dualar bıraktığı emanetçisiyim:

“Allahım, yaratılışımı güzelleştirdin, ahlakımı da güzelleştir!”

“Allahım, sen affedicisin, affı seversin, beni de affet!”

“Ey kalpleri evirip çeviren, kalbimi dinin üzere sabit kıl!”

“Allahım, senin gazabından rızana, cezalandırmandan affına sığınırım; senden sana sığınırım. Seni övecek kelimeler sayamam. Sen kendini övdüğün gibisin!”

 

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.