Yeni yorum ekle

Meşakkatleri Aşmada Peygamberî Metotla Eğit(il)mek

Ramazan ÖTKÜN

Eğitim, bilenin bilmeyene hak yolu göstermesi, onun elinden tutmasıdır. Bundan dolayıdır ki bilmediklerimizi bilenlere sorarak öğreniriz.[1] Allah Teâlâ insanı yaratmış, bilmediği dünyada nasıl hareket edeceğini ve nelere riayet etmesi gerektiğini ona bildirmiş, bilmediklerini öğretmiş[2], böylece hak yolu göstermiştir.[3] 

Allah Teâlâ terbiye görevini peygamberlere yüklemiştir. Tebliğ ve irşat manasına gelen bu görev, içerisinde eğitim ve öğretimi de barındırmaktadır. Dolayısıyla hakkı, hakikati öğretme bakımından ilk eğiticiler de hiç şüphesiz peygamberler olmuşlardır.

Allah tarafından gönderilmiş bütün peygamberler ve beraberinde gönderilmiş dinler, koyduğu esaslar doğrultusunda insanı; fikrini, duygularını, söz ve fiillerini şekillendirmeyi, her iki cihanda mutlu olacak kâmil, mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yetiştirmeyi amaçlamıştır. İlahî dinlerin hedeflemiş olduğu “kâmil insan” modeli, peygamberlerin metotlarıyla ve onlara örneklik teşkil etmeleriyle kıvama kavuşmuş, olgunluğa erişmiştir.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) bütün yönleriyle insanlığa örneklik teşkil etmiş ve uygulamalarıyla, öğreticiliğin zirvesini, insanlığa sunmuştur. O; insanlığa nezaketi, şefkati, affediciliği, cömertliği, misafirperverliği, hayâyı, samimiyeti, doğruluğu, dürüstlüğü, adaleti, cesareti ve bunlar gibi sayamayacağımız birçok erdemli davranışları bizzat uygulayarak, yaşayarak öğretmiştir. Efendimize (s.a.s) hangi yönden bakılırsa bakılsın etrafa ışıltılar yayarak parlayan bir elmas gibi karşımızda durmaktadır. Elmasın her tarafı, her bir santimi, her bir molekülü elmas özelliği taşıdığı için hangi tarafını ışığa tutarsanız tutun, bize farklı renk ve tonlarda ama aynı güzellikte ışıltılar sunar. [4]

O (s.a.s) Sabrı Bizzat Yaşayarak Öğretti

Bir eğitimcide bulunması gereken bütün vasıflar, Efendimiz (s.a.s) üzerinde toplanmıştır. Allah’ın Rasûlü (s.a.s) bir taraftan Allah tarafından mükemmel bir eğitici olarak yetiştirilirken diğer taraftan kendisine yüklenilen mesajın insanlara aktarılmasında ve toplumun değişmesinde önemli bir görevi üstlenmiştir. Bu görevi yerine getirirken, geçmiş peygamberlerin maruz kaldığı gibi çeşitli hakaret, sıkıntı ve meşakkatlere maruz kalmış ama hiçbir zaman mücadelesinden vazgeçmemiştir. Tam aksine en zor zamanlarda bile O (s.a.s), ümmetini, insanları düşünmüş, Taif’te olduğu gibi taşlanmasına, yollarına dikenler serilmesine rağmen kendisine zulmedenlerin mahvı için değil doğruyu, hakikati görüp öğrenmeleri ve hidayete ermeleri için dua etmiştir. [5]

Safa Tepesi’nde “Önce en yakın akrabanı uyar.”[6] emrini yerine getirirken “Bizi, bu saçma sapan şeyleri söylemek için mi buraya topladın!” diyerek yerden aldığı taşları, kendisine fırlatan ve bu hareketiyle ebedî azaba yuvarlanmasına ve lânetle anılmasına sebep olan Ebû Leheb[7] ve onun gibilere sabır örneği göstermiş ve yılmadan davasına devam etmiştir.

Geçeceği yollara dikenler dökülmüş, üzerine pis şeyler atılmış, kapısına kan ve pislik sürülmüş, Kâbe'nin yanında namaz kılarken Ukbe b. Ebî Muayt tarafından Ebû Cehil'in teşvikiyle yeni kesilmiş bir devenin iç organları, secdeye vardığında üzerine atılmıştır. Müşriklerin tek taraflı ilan ettikleri ve üç yıl süren boykotta Müslümanlarla beraber Efendimiz, çok büyük sıkıntılara maruz kalmış, bu günlerde çekilen açlığın giderilmesi için karnına taşlar bağlamıştır.

 Daha dünyaya gelmeden yetim kalmış; şefkatini, sıcaklığını yaşayamadan annesini, en zor zamanında amcası Ebû Talib’i, eşi Hz. Hatice Validemizi kaybetmiş; bir çocuğu hariç bütün çocuklarının ölümünü görmüştür. Bütün bunlara rağmen, sabır peygamberi Efendimiz (s.a.s), başına gelenler için hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemiş; sabır, şükür, istiğfar dilinden eksik olmamıştır. Kendisi gibi çeşitli hakaretlere, işkencelere ve acılara maruz kalan ashabına da bu meşakkat ve sıkıntılara karşı nasıl davranılması gerektiğini öğretmiş ve onlara mükemmel bir dayanma gücü aşılamıştır. Hz. Bilal, Hz. Ebû Fükeyhe, Hz. Habbâb, Hz. Ammar’ın babası Yasir ve ilk kadın şehit Hz. Sümeyye meşakkatlere karşı dayanma gücü gösteren zirve insanlardan sadece birkaçıdır.

Kâinatın Efendisi (s.a.s), Ashabını Peygamberlerin Hayatlarıyla Eğitti

Sevgili Efendimiz (s.a.s) ashabını, ilahlık taslayan Firavun’a karşı Hz. Musa’nın (as) zorlu imtihanını hatırlatarak eğitmiştir. O ulu’l-azm peygamber ki, kendisini ve kendisine iman edenleri öldürmek için peşinden gelen Firavun ordusundan korkmamış ve bütün benliğiyle Allah’a sığınmıştır. Firavun’dan korkarak, Allah’ın (cc) kudretini unutup “gerçekten yakalandık” diyenlere karşı ise, “Asla! Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.”[8] diyerek teslimiyetini ispatlamıştı.

Allah’ın Sevgili Rasûlü Efendimiz (s.a.s) ashabını, büyük imtihan ve zorluklara göğüs geren Hz. Yakup (a.s) ve oğlu Hz. Yusuf’un (a.s)  gönülleri parçalayan, Allah’ın ifadesiyle “ahsenü’l-kasas”-hikâyelerin en güzeli-[9] diye tabir edilen, hayat hikâyesiyle eğitmiştir. Köle diye pazarda satılan, iftiraya uğrayan, yıllar boyu zindanda unutulan Hz. Yusuf (as) ki, daha küçük yaşta kardeşleri tarafından kuyuya atılmış ve bu karanlık mekânda sabır ve metanetle kurtuluşu beklemişti. Ya Hz. Yakup (a.s)… O yüce peygamber… Oğlunun acısını yıllar boyu yüreğinde hissetmiş ve gözlerini kaybedene kadar, onun için gözyaşları sel olmuş bir baba… Bütün bu hazin hikâye sonunda Allah tarafından verilen makam, mevki, izzet-i ikram ve kavuşma…

Yine o sevgililer sevgilisi Rasûlullah aleyhisselam ashabını, ismi sabır kelimesiyle birlikte anılan Hz. Eyyub’un (a.s) hayat hikâyesiyle eğitmiştir.  O sabır peygamberi ki, bir imtihan olarak malını, mülkünü ve en önemlisi sağlığını kaybetmişti. Allah, ona sabrının karşılığı olarak darmadağın olmuş ailesini tekrar bir araya toplama, sayıları eskisinden bir kat daha artma, kayıpları fazlasıyla telafi edilme ve en önemlisi sağlığı kendisine iade edilme ile lütufta bulunmuştur.[10]

Hz. İbrahim’in (a.s) ateşle mücadelesinde gösterdiği sabır ve sebatı anlatarak ashabını eğitmiş olan, hiç şüphe yok ki, yine kâinatın güneşi Efendimiz (s.a.s) idi. Hani Hz. İbrahim (as) putlara tapan toplumunu, bir olan Allah’a inanmaları yönünde uyarmış, onlar da: “Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.”[11] diyerek teklifi geri çevirmişlerdi. Sonunda, Hz. İbrahim (as) putları yerle bir etmiş ve Nemrut, dağ gibi yığdırtmış olduğu odunları yakarak, onu ateşin içine atmıştı. O Yüce Peygamber ise, “Bana Allah’ın sahip çıkması yeter; O, ne güzel bir sahip!” diyerek Allah’a sığınmıştı. Allah da bu yakarışı, güveni, sadakati, bağlılığı karşılıksız bırakmamış ve yarattıklarının bir parçası olan ateşe, “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!”[12] emrini vererek sevgili kuluna sahip çıkmıştı.

Kâinatın Efendisi (s.a.s) ashabını, Hz. Meryem’in kendisine iğrenç bir şey yapmakla, iffetsizlikle suçlayan,[13] haddini aşan, kendini bilmez bir topluluğa karşı sabrıyla eğitmiştir. Hz. Meryem o toplumun söylediklerine ve söyleyeceklerine aldırış etmeden sadece Rabbini dinlemiş ve gereken cevabı da Allah’ın izniyle kucağındaki -ileride peygamber olacak- Hz. İsa (a.s) vermiştir.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s) ashabını, Hz. Lut’un (a.s) sapkın bir topluluğun zorlu baskılarına karşı mücadele verişini, Hz. Harun’un (as) kendisini yalanlayan ve putperest olan kavmini ikna etmeye çalışırken gösterdiği çabasını, Hz Yahya’nın (a.s) dönemin zorlu inkârcıları tarafından şehit edilişini ve Hz. İsa’nın (a.s) münafıkların tuzaklarına karşı mücadelesini anlatarak eğitmiştir. Ve diğer peygamberlerin Allah’tan aldıkları ilahî emirleri yerine getirirken karşılaştıkları zorluk ve meşakkatlerini, onların sabır ve sebatlarını hatırlatarak eğitmiştir.

Müjdeleme ve Uyarıyı Ana İlke Edinerek Eğitti

Efendimiz (s.a.s) Allah’tan gelen her şeyin bir imtihan dairesinde gerçekleştiğini, bu imtihanı hakkıyla kazananların sabredenler olacağını ve nimetlere kavuşacakların yine onlar olacağını hatırlatarak ashabını eğitmiştir.

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve şüphesiz O’na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.”[14]

“Sabredenlere, felâketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.”[15]

Sonuç olarak söylemek gerekirse Hz. Peygamber (s.a.s), mesajlarını hayatta yaptıklarıyla süslemiştir. Ümmetine sunduğu mesajları içselleştirmiş, sadece anlatan değil, söylediklerini bizzat uygulayan ve yaşayan bir eğitmen olmuştur. En etkili söz olan davranışlarıyla etkileme gücünü doruk noktasına ulaştırmıştır. Ve bu davranışlarıyla tüm insanlığa bir yaşam modeli sunmuştur.

Peygamberimiz; sabrı, şefkati, merhameti, doğruluğu, cömertliği, azalmayan mücadelesi, etkileyici tebliğ ve eğitim biçimi, muhteşem bir ahlakî modeli ile dikkat çekmektedir. O’nun (s.a.s) meşakkatlere karşı eğitim metodu, zorluklar karşısında aciz insanı bükülmez bir çelik haline getirmiş ve ona müthiş bir dayanma gücü vermiştir. Bu metanet ve sabır gücü, sadece asr-ı saadette kalmamış, yıllar boyu devam etmiş, nicelerine şu beyitleri söyletmiştir.

Hoştur bana senden gelen,

Ya hil’at ü yahut kefen,

Ya taze gül yahut diken...

Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.

Gelse celâlinden cefa,

Yahut cemalinden vefa,

İkisi de cana safa.

 

 

 



[1] Enbiya, 21/7; Nahl, 16/43.

[2] Bakara,2/31;Alak,96/5.

[3] Taha,20/49-50.

[4] Mehmet Emin AY, Peygamberimizin (sav) Aile Hayatı, s.10, 1.bs. İstanbul 2008.

[5] Tecrid, II, 760; İbn Hişam, II, 62.

[6] Şuarâ, 26/214.

[7] İbn Sa’d, Tabakât, I, 200.

[8] Şuara, 26/62.

[9] Yusuf,12/3.

[10] Sad, 38/43.

[11]Enbiya, 21/53.

[12] Enbiya, 21/69.

[13] Meryem, 19/27-28.

[14] Bakara, 2/155-157.

[15] Zümer, 39/10.

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.