Yeni yorum ekle

Mavi Bir Kelebek Yükseldi Göğe

“…Gdje god krenem vidim vas
Majko, oce, sto vas nema…”

Bir bir yanarken şehrin ışıkları, son şarkısını çalıyordu çocuk… Kimseler görmüyordu onu. Başlarını çevirseler yüreklerine uzanan buz tutmuş parmaklarını hissedeceklerdi. Kimseler duymuyordu onu. Kulak verseler bu cılız sesin neler haykırdığını işiteceklerdi. Ama duyuramadı sesini… Ah şu şehir! Kim açtı sesini bu kadar?! Kısın şu şehrin sesini n’olur! Duymuyorsunuz!

Bu keşmekeş, bu durmadan akan insan trafiği niye? Herkes nereye koşturuyor? Evet tabi, herkes evlerine koşturuyor. Gece kar bekleniyor. Güneş bile evine döndü bu saatte. Gece bekçisi ay da yerini aldı uzaklarda.

Ve sesler… ve sesler de terketti sokakları günün nihayetinde. Herkes gitti. Herkesin gidecek bir evi vardı çünkü. Onun ise sokakları vardı. Sokakları, parkları, bankları, üstüne yorgan gibi çektiği göğü, dertleştiği milyonlarca yıldızı… vardı.

Bir banka ilişti usulca. Cebinden çıkardığı mızıkasını kolunun kenarıyla parlattı şöyle bir. Gülümsedi sonra. Varlığından güven duyuyordu. Tek sermayesiydi baba yadigârı bu mızıka. Akşama kadar çaldığı birkaç şarkı ile insanların dikkatini çekebilirse, karnını doyurabilecek kadar para toplayabiliyordu. Çalmıyordu, dilenmiyordu. Annesi ne derdi sonra? Babası yüzüne bakmazdı. Şerefleri için yaşamışlardı ve onunla son nefeslerini vermişlerdi. Onları utandırmadan, nefesinin gücüyle hayatta kalmaya çalışıyordu. Ama bugün şansı pek yaver gitmemişti. Hava çok soğuktu ve insanların yürekleri buz tutmuştu. Buzlarını çözmek için evlerine gitmeliydiler, vakit kaybetmemeliydiler. Bu yüzden onu farkedemediler.

Soğuk iyice güçten düşürmüştü onu. Günlerdir doğru düzgün bir şey de yiyememişti. Şimdi bir kuru ekmekle midesinin inleyişini kesebilseydi… Dizlerini çekti göğsüne, bankın üstüne kıvrıldı. Yapacak bir şey yoktu, bu saatte yiyecek bir şey bulamazdı. Uyumak için de daha korunaklı bir yer bulmalıydı. Ama açlık ve soğuk mecalsiz bırakmıştı onu. Gücünü biraz toplasa hemen kalkacaktı.

Kıvrıldığı yerde sıcacık bir çorba hayal etti, dumanı üstünde. Ama rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki koca kasedeki çorbayı dumanıyla birlikte savurdu. Canı çok sıkıldı, mırıldanmaya başladı:

“Nasıl bir soğuk bu böyle… İliklerim sızlıyor. Bu sert rüzgar soluğumu kesiyor… Öleceğim! Şimdi, şuracıkta, kimselerin haberi olmadan öleceğim! Hıh haberleri olsa ne olur, biri çıkıp elini mi uzatır?! Şu soğuk bankta, yabancısı olduğum bu şehrin koynunda öleceğim. Sabah bulacaklar cansız bedenimi, işte bir evsiz diyecekler, boş bir insan gözüyle bakacaklar. Bilmeyecekler benim de atan bir kalp taşıdığımı, bilmeyecekler… Geçip gidecekler…”

Ah çocuk, yaşının kaçta kaçıdır çektilerin söyle! Kimler ayırdı seni anne, babandan; evinden, barkından?! Kimler seyirci kaldı olanlara? Kimler kapattı gözlerini gönüllerin? Kimler susturdu dillerini vicdanların? Affet çocuk, biz körleri, biz sağırları affet!…

Uyuma çocuk, uyuma sakın! Bizim insanlığımız uykuda… Ama sen uyumamalısın! Yaşamak için uyanık kalmalısın!

Ağır ağır kapanıyordu gözleri. Bir rüzgar esişiyle tekrar kendine geliyor, derin bir soluk alıyor, sonra yeniden ağırlaşıyordu bedeni. Herşeye rağmen mızıkasını avcunda sımsıkı tutuyordu. Varı yoğu oydu. Yaşamak için ona ihtiyacı vardı. Ama uyku oyun oynadı ona.. Rüzgar mızıkasını kaptı elinden. Şimdi onun için, rüzgar çalıyordu. Ninni gibiydi çaldığı.

… Hayalinde annesi, hüzünlü sesiyle eşlik ediyordu bu melodiye. Babası onu kucağına almış, başını okşuyordu. “Oğlum,” diyordu. “Henüz çok küçüksün, olanları anlayamıyorsun. Ama, buradan kurtulacaksın ve büyüdüğünde olanları anlayacaksın. Bu mızıka sana verebileceğim tek hatıra. Bir gün bununla ülkemizin şarkılarını çalacaksın. Zaferimizi anlatacaksın, inananların zaferini…”

Günler sonra babasını, ceketini üstüne alıp, o kapıdan çıkarken son kez gördü. Pencereden baktı babasına; sisin içinde kaybolan bir dağ idi omuzları…

Rüzgar, iyice şiddetlenmişti. Herkes terk ederken onu, rüzgar bir türlü terk etmiyordu. Mızıkasına uzanmak istedi. Ama ellerini hareket ettiremiyordu. Mosmor kesilen ellerinin acısıyla gözlerini yumdu.

… Annesine sarılıyordu titreyerek. Güvenebileceği tek sığınaktı onun kucağı. Bu sesler de ne?! Bu silah sesleri, bağrışlar… Duvarlar mı yıkılan? Umutlar mı? İnsanlık mı?

Saklanmalıydılar; sesler onları kapıp götürmemeliydi. Kaçmalıydılar; duvarlar üstlerine yıkılmamalıydı…

Evet kaçmalıydı, saklanmalıydı fırtınadan. Kalkmak, doğrulmak istiyordu. Her defasında cılız bedeni yenik düşüyordu. Bank, kucağına almış, bırakmak istemiyordu onu.

… Sabahın ilk ışıkları, sesler susmuş, su uyumuş; düşman ise tetikte. Birkaç aile yollardalar… Son kez bakıyorlar vatanlarına… yakılıp yıkılan evlerine… “Döneceğiz” diyorlar, “Bir gün mutlaka döneceğiz!”

Yollar bitmiyor, açlık terketmiyor. Çocuklar ağlıyor, annelerin ise kilitlenmiş dudakları. Gözler fersiz, yüzler renksiz… Annesine bakıyor, yüzü ne kadar da beyaz… Yollar bitmiyor…

… Annesi diyor ki ona; “Oğlum, sakın durma ve pes etme. Yürü, yollar bitmeyecek görünse de… Ulaşacağın yer Müslümanların olduğu bir ülke ve bizler onlarla aynı ecdadın torunlarıyız. Sana onlardan zarar gelmez. Yürü, şehrin merkezine…”

Şehrin tam merkezinde, bir bankın üstünde şimdi. Halk uykuda, sıcacık yuvalarında…

 Annesinin son cümlelerini işitiyor: “Oğlum, Rabbe sığın! Kimse görmese de O görür, kimse duymasa da sesini, O işitir. Ancak, O yardım eder sana”…

 “Rabbimm!” ne kadar sıcak bir kelime! Rabbim, izin ver ısınayım sevginle! İzin ver, son şarkımı çalayım şehre… Yüreğimin söylediği bu ağıt, hediyem olsun uzaklardaki ülkeme:

… “Majko, majko, jos te sanjam,

Sestro, brate, jos vas sanjam svake noci

Nema vas nema vas nema vas

Trazim vas trazim vas trazim vas

Gdje god krenem vidim vas

Majko, oce, sto vas nema

 

Bosno moja ti si moja mati

Bosno moja majkom cu te zvati

Bosno majko Srebrenice sestro

Necu biti sam…” [1]

Annesi önce Allah’a, sonra şehre emanet etti onu. O yıllardır bu sokakların çocuğu… Annesi bu sokaklar, babası bu gökyüzü… Gök, beyaz bir pike gibi karla örttü üstünü. Ve uykuya daldı küçük çocuk, derin bi uykuya…

Kimse duymadı son kalp atışını. Hiçbirimiz bilmedi adının ne olduğunu. Tarih, kayıt düşmedi.

Ve mavi  bir kelebek yükseldi göğe, gören olmadı. 

 

[1] Anne, anne seni hala rüyamda görüyorum.
Abla, abi her gece rüyamda sizi görüyorum.
Yoksunuz… yoksunuz… yoksunuz…
Sizi arıyorum… arıyorum… arıyorum…
Nereye gitsem, nereye baksam sizi arıyorum
Anne, baba neden yanımda değilsiniz? 

Bosna, benim annem sensin.
Bosna, seni annem gibi görüyorum.
Bosna, annem; Srebrenica, kardeşim.
Yalnız olmayacağım…

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.