Yeni yorum ekle

İtikâflı Ümmet


İtikâf, uzunca yıllar Türkiyeli Müslümanlar tarafından icra edilememiş ve uzak kalınmış bir ibadet. Yaygın olarak ihya edilmeye çabalandığı son yıllarda ise, her uzak kalınmış durumun içinde bulunduğu zorluklarla karşı karşıya… Fıkıh kitaplarından aktarılan tanımlarla, sufi geleneğin işlemiş olduğu tarihi örfle ve çağın İslami gençlik hareketlerinin algı ve ihtiyaçlarını da karşılama refleksiyle güne taşınmaya çalışılan bir ibadet. Ülkemizde biraz da el yordamıyla öğrenip pratize etmeye çalıştığımız bir serencam.

Doksanlı yıllarda yer yer okuma kampları, uzun saatler süren dersleri ve zengin menüleri ile birer gençlik kampını andıran ve kimi çevrelerce itikâf fıkhının sınırlarını zorlayan içerikleriyle bu isimle adlandırılması bile mümkün görülmeyen çabalarımız, bir ibadetle tanış olmanın ilk adımları olsa gerekti. Pek çok bölgede bir önceki nesilden miras alamadığımız, unutulmuş bu ibadetin ayak sesleriydi aslında duyulan. Unutulan bir sünneti ihyanın yüz şehit sevabına çıkan sonucuna talip olmaktı gayretimiz. Bu gayretler ve cami imamlarından zoraki alınan izinlerle yaygınlaşan itikâf, günümüzde il müftülüklerinin web sayfalarında “İtikâf Yapılan Camilerimiz” şeklinde ilan ve teşvik edilen bir pozisyon halini almıştır.

 Dinin, mümine tavsiye ettiği her ibadet, bir yönümüzü mutlaka kemâle erdiriyor. Her ibadetin üzerimizde icra ettiği etki farklı bir boşluğu doldurmakta. Bu yüzden birinin doldurduğu alanı diğeriyle doldurmak mümkün değil.İnfak, bir yönümüzü tedavi ederken namaz, bir başka yönümüzü; hac, bir cephemizi kurarken oruç, bir diğer yanımızı inşa ediyor. Bu noktada farz ibadetler nasıl inşa edici, onarıcı rollere sahipse; sünnet, müstehab gibi ibadetler de bireyin tedavisinde önemli roller üstlenir. İşte tam bu zaviyeden bakıldığında “itikâflı bir ümmet”, yıllık bakımları, ayarları yapılmış ve tekrar üretim alanına sürülmüş bir ümmet olarak tanımlanabilir.

 Sahurdan mahrum bırakılmamış orucuyla, teravihiyle, mukabelesiyle, itikâfıyla, fıtır sadakasıyla, teheccüdün kolaylaştığı zaman kullanımıyla, bağlanmış şeytanlarıyla Ramazan, bir müminin hayatında çok şeyler ifade ediyor. İyi değerlendirilmiş bir Ramazan, sonu BAYRAM olan bir mutluluk mevsimidir.

Üç aylarla birlikte ibadet hayatımızda kondisyon tutmaya başlamamızın, Ramazan’da tempoyu iyiden iyiye arttırmamızın ve son on günde itikâfla zirveye ulaşmamızın üzerinde tefekkür edilmelidir. Yılın diğer aylarındaki ibadet tempomuzla kıyaslandığında normal yaşantımızla uyuşmayan bir seviye söz konusudur. Bu gerçek, ısrarla kaçındığımız “mevsimsel Müslümanlık” eleştirimize bizim de düştüğümüz anlamına mı gelmektedir? Konuyu şöyle değerlendirmek mümkündür:

Özel mekân ve zaman dilimlerinin dinî yaşantımızda ifade ettiği anlam büyüktür. Her hangi bir kötü alışkanlığın terki ya da iyi bir özelliğin kazanılmasında insanlar arzulu olsalar da çeşitli vesilelere muhtaçtırlar. Bu vesilelere tutunmadıklarında, aldıkları kararları çoğu kez ihlal etmektedirler. Sigarayı bırakmayı defalarca deneyen şahıslara ya da düzenli namaz kılmaya çabaladığı halde bunu gerçekleştiremeyenlere çokça rastlarız. Bu vakıada, şeytanî gayretlerin etkileri yanında kendi nefsi süreçlerimizi kontrol altında tutamamamız da etkilidir. Birkaç etaptan oluşan doksan günlük bir laboratuvarda; Rabbimiz tarafından, yılın diğer mevsimlerine nazaran daha büyük imkânlar hazırlanmıştır. Kötüyü terk ya da bir iyiliği ahlak haline getirmek istediği iddiasındaki bireye adeta “Haydi sırtından elli kilo yükü hafiflettik ve iyi niyetlerini oturtabilmen için sana korunaklı bir saha açtık.” denilmektedir.

Bu ayda bağlanan sadece şeytanlar değildir. Gıdadan mahrum bırakılan nefsimizin de sesi kısılmıştır. Ayrıca bu manevi iklimin olumlu esintisi kendini hissettirmektedir. Bundan hareketle yeni bir hayat tecrübesi yaşamak isteyen, kendini geliştirmek isteyen her kulun sırtı sıvazlanır, kol altlarından meleklerce kaldırılıp, ‘tay tay’a durdurulur ve ona “işte sana yürüyebilmen için yeni bir fırsat” denilir. “Bu güne değin ayaklarında seni mescide taşıyacak mecali bulamadığın iddiasındaydın, elinden içkiyi atamadığını söylüyordun. Bunu yapabilecek gücün vardı ama sen bunu kullanmıyordun. Şimdi bu daha da kolaylaştı. Kolay olan sana daha da kolaylaştırıldı. Haydi, Rabbine dön ve yürü.” Bu doksan günlük parkurda yılın diğer anlarına nazaran daha avantajlı bir zeminde sırat-ı müstakim’de yürümeyi öğrenen insan, artık yoluna devam edebilecek bir kıvama ulaşmıştır. Esfel’e düşüşü durdurulan ve sırat’a yol bulan insanın, artık BAYRAM hakkıdır.

 İnsanlık tecrübesi, davranışların, ahlak haline dönüşebilmesi için belli bir zamana ve tekrara ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Gerek fizyolojik gerek psikolojik edinimlerde buna ihtiyaç olduğu vurgulanıyor. Çocuklarımız binlerce kez düşmeden, atıcılarımız bir hedefe isabetten önce yine binlerce kez talim yapmadan öğrenemiyorlar. Aynı gerçeklik bir Bektaşi fıkrasında ifadesini buluyor: Bektaşi, kendisine “Kırk gün namaz kıl, bak nasıl alışıyorsun.” diyen kişiye; “Sen kırk gün ara ver, bak bir daha başlayabiliyor musun.”  diye cevap verir.

Rabbi tarafından terbiye edilip vahye hazırlanan Efendimizin hayatında, Hira uzlet günlerinin anlamı büyüktür. Vahyin taşınması esnasında Hira günleri şekil değiştirerek devam etmiştir. Gün içinde beş vakit namazla, geceleri teheccüdle günlük olarak Rabbi dışında her şeyden tebettül eden Rasûl, yıllık olarak da itikâfla kullukta bu boyuta yönelmiştir. Vahyin anlaşılması ve hayatımıza inzalinde bu ibadetin hazırlayıcı yeri büyüktür.

Ramazan’ın her parçası önemlidir ama itikâfın yeri de apayrıdır. Efendimizin hayatı boyunca terk etmeyerek ümmetine miras bıraktığı bu ibadet, doğru anlaşılıp yerine getirildiğinde bizlere şunları ihsas etmektedir:

İtikâf, namazların cemaatle kılındığı; en münzevi halde dahi bireye ümmeti ve bu konudaki sorumluluklarını hatırlatan bir ibadettir.

İtikâf, dış seslerin sustuğu anda âfâk ve enfüs’teki bütün ayetlerin tebliğini dinlediğimiz bir başka okuldur.

İtikâf, tekrar toplumsal rollere dönecek müminin manevi besinidir.

İtikâf, sürüklenen hayatımıza bir “dur!” deme ve gereğini yapmadır.

İtikâf, kalkıp uyarmak niyetiyle örtüye bürünmektir.

İtikâf, suni gündemlerden kurtulup “büyük haber”i gündemimizin merkezine taşımaktır.

İtikâf, bilinçlerin tazelenmesidir. Elest-bezmi’ne verilen “belâ” ahdimizi tazeleme vaktidir.  

İtikâf, tüm bağlardan sıyrılarak hürriyete kapı aralamaktır.

Velhâsıl, itikâflı bir ümmet, itikâftan mahrum olan topluluklardan fersah fersah ötelerdedir. Bir İslam toplumunda namaz için ayrılan zaman ve mekânlar nasıl iktisadi bir kayıp değil, bereketin kendisi olarak anlam kazanıyorsa; yıllık izinlere itikâf için eklenecek günler de üretimden çalınan zamanlar değil, kâmil insanın eğitimi için yapılan yatırımlardır. Bu eğitimlerle ahlakı kemâle ulaşan toplumlar, dünyada ıslah ve imara, ahirette rıza ve cennete erişeceklerdir. Zira İslam, dünya-ahiret saadetine ulaşacak bireyleri yetiştirmeye taliptir.

İtikâf, Rabbimizin kapısında ısrarla oturmaktır aslında. Bu oturmada bir fiil gizlidir. Rabbinin kapısında oturup, “Başka bir yere gitmem. Aslında gitmem değil gidemem de… Başka kapı yok ki!” demektir. Çünkü tağutlar tarafından kapı illüzyonu yapılan duvarlar var. Geçmeye çalışılınca insanın burnunu kıran ve helak getiren…

İtikâf, dünya imtihanı boyunca kayıtlanan insanın, zaman ve mekândan adeta sıyrılıp dünü (kâlû belâ) ve yarını (ahiret) ile bilgisini perçinleme an’ıdır. Bir açıdan itikâf, “ölmeden önce ölme” hedefine bir yönelimdir.

İtikâf, kulun Rabbiyle “ihsan” ilişkisi tesis etmesidir. Bu ilişkinin kurulmasında niyete bağlanan ibadetler rol alırlar. Ancak hayatın akış yoğunluğu ve dünya, bireyi o denli işgal eder ve Allah’a yönelik perdeler ki; değil namaz dışında namaz içinde dahi O’nunla birlikte olabilmek büyük bir ayıklık gerektirir. İtikâf niyette ve amelin bütününde bu konsantrasyonu bize öğreten bir ibadettir.

Kuluna şah damarından daha yakın Rabbimize bizim ne kadar yakın olabildiğimizi öğreten bir ibadettir itikâf. ‘Rabbim bana şah damarımdan daha yakın da ben ona Kâbe’de, namazda, itikâfta dahi ne denli yakınım?’ı bireyin kendisine sorduran ibadettir itikâf. “Sahi sen kendine, fıtratına ne denli yakınsın. Fıtrattan uzaklaşan insan Rabbine yaklaşabilir mi?” sorusunu bize tefekkür ettiren en temelden bir sorgu odasıdır itikâf.

Tefekkür, muhasebe, tevbe gibi kavramlarla içeriği lebalep dolu bir ibadettir itikâf.

Velhâsıl, itikâf, Allah’ın (cc) evine misafir olmaktır. Ev sahibinden istemek de istemektir…

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.