Ey Allah’ın Kulları Kardeş Olun!
Ey Allah’ın kulları, kardeş olun.
Tüm varlığımız sana feda. Olalım Ya Rasûlallah!
Muhtaç olduğumuz her nimeti Rabbimizden getirdiğin gibi “Nasıl kardeş olunur?” bunu da bize Sen öğret. Yesrib’i, “Nurlanmış Şehir” yapan Nebi, iç harpten Asr-ı Saadet üreten Nebi! Köleden komutan, farklı günahlarla kirlenmiş kumaştan cennet bahçeleri kuran Hidayet Güneşi! Dişimizi temizlemeyi; elbisemizi temizlemeyi; aklımızı ve kalbimizi, mescidimizi, yolumuzu, pazarımızı, yönetimimizi, nesillerimizi temizlemeyi her alandaki temizliği bize öğreten ey Tâhir!
Kulaklarımızı “Sizler gerçekten çok temizsiniz!” alaylı duruşundaki cahiliyenin karanlık ve kirli dünyasından Sana çevirdik. Temiz olan ve temizleyen Nebi’ye ittiba ettik. O’nun her alandaki sünneti (tarzı, stili, izi)ne ittibanın dünyada saadet, ahirette rıza ve cennet olduğunu bildik. Uyulan, Tıbb-ı Nebi kapsamındaki bir tavsiye ise bunun ahiret karşılığından önce dünyada sağlık olarak bize döndüğünü gördük ve mutmain olduk. Terk edilen her sünnetin önce dünyada bir olumsuzluk olarak karşımıza çıktığına tanık olduk. Bireysel hayatımıza getirilen örnekliğin yanında içtimai yaralarımızın tedavisinde de Rasûl’ün rehberliğinin farkına vardık.
Öğret bize ey Allah’ın Elçisi! Yılarca süren Buas Harbi’yle bir cadı kazanını andıran Yesrib’in gül bahçesine dönüşmesindeki sırrı. Hangi ilaç, ne miktar, hangi sırayla?
Ya Tabîbe’l-Kulûb! Ümmetin yine hasta, ümmetin yine yorgun, ümmetin yine rehberliğine ve reçetene muhtaç. Kardeşliğin hakkını hangi kalp üretir? O kalp hangi akideyle oluşur? Hakça bölüşemeyenin kardeşlik iddiası ne anlam taşır? Yaralı kalpler nasıl tedavi olur?..
Konuşan hayvan, yok yok düşünen hayvan, hayır alet kullanabilen hayvan, yok değil iktisadî hayvan… Öyle veya böyle hayvanlıktan öte gidemeyen tanımlarla kendi varlığını anlamaktan uzak bir dünyada bize yine dünümüzü (kâlû belâmızı ve cennette yaratılışımızı), yarınımızı (berzah ve ahiretimizi) unutmadan, “misafir bugünümüzü” anlat. Bize yine halife oluşumuzu, eşref-i mahlûk oluşumuzu, ahsen-i takvim yaratılışımızı hatırlat. Bizi önce hayvanlıktan insanlığımıza, oradan da Rabbimize mirac ettir Ya Sâhibe’l-Mirac.
Cennet dünyamızı yeri geldi kendi ellerimizle cehenneme çevirdik. Cehennemimizi, rahmet suyunu bize tekrar dökerek söndür Ya Rahmeten li’l-âlemîn. “Cennet vatan”, Kutsal Kâbe’nin civarı bile olsa, yürüyenler Ebû Cehiller ve Ebû Lehebler ise orası cehennem olur Bilal için, Habbab için. Bizler Ebû Leheblerin sahte cennetleri için halklara cehenneme çevrilen azınlık cennetleri istemiyoruz ey Allah’ın Rasûlü! Kurulması için kitlelerin cehennemine bina edilmesi önerilen sahte cennetleri Senden öğrendiğimiz nurla “ahlaksız cehennemler” olarak görüyoruz ey Ferâsetin Şâhı! Biz yine kardeşliği özlüyor ve ona ulaşmak için sana soruyoruz Ya Kardeş Nebi! İnsanlığa, Kaf Dağı’nın arkasındaki Kardeşlik Nehri’ni göster.
“Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür.” Allah’a Allah demeyen bir kulun, insanlığa taşıyabileceği hiçbir hayır yoktur. Tevhidden uzak bir inanç, insanlığa ancak gettolar, kastlar, kan, gözyaşı ve ah’lar getirir. Sapkın inançlar âdemoğluna dönüp; “Sen tanrının şu uzvundan yaratıldın, yaratılış hamurun ve mayan toplumda şöyle rol almanı zorunlu kılıyor.” derken, Sen bize “Ey kardeşler, bir tarağın dişleri gibisiniz ve hepiniz Âdem’in çocuklarısınız.” dedin. Ebû Cehil, “Bu yeni çağrı bana hangi mevkii uygun görüyor, bana ne vaat ediyor?” diyerek yanına gelince; “Bilal’e ne vaat ediyorsa onu.” diye cevap verdin. “Köleyle efendisine aynı şeyi vadeden din, olmaz olsun.” diyen Ebû Cehil, kapıda kaldı da gerçekten kardeş olmak isteyen ve bunun gereklerini göze alan niceleri, saadete daha dünyadayken erdi.
Cennete çağrılan mutmain nefis, önce kardeş kullar arasına, sonra cennete girecekti. Kardeş olamayanlar, kardeşliğin hakkını veremeyenler, hakkıyla bu sınavı veremeyecekti. Ebû Cehiller olamasa da Ebû Bekirler; Bilal’le, Habbab’la, Suheyb’le ve daha niceleriyle kardeş oldu. Kardeşliğiyle önce Asr-ı Saadeti sonra cenneti buldu.
Kardeş olamayanlar, tanrı oldular. Firavun ululandı ve “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” dedi. Bazıları Üzeyr’e bazıları İsa’ya “Allah’ın oğlu” dedi de O’nun sevgilisi olduğunu vehmetti. Kiminin Lât’ı, kiminin Uzza’sı, kiminin Menât’ı vardı. Neredeyse her bir ailenin özel tanrısı, onun çıkarlarını korumak için nöbet tutmaktaydı! İnsanlığı, tüm yaratılmışların Rabbine ulaştırdın da tanrılaşanlardan kurtulduk. Sapkın inançların çıkar merkezli, çatışmacı yapılarından Âlemlerin Rabbi’nin kardeş kulluğuna ulaştık. Tüm insanlığı kardeş bildik. Kimini Hz. Âdem’den kardeşimiz bildik emanet kabul ettik, temel haklarını koruduk, adil davrandık. Müminleri ise has kardeşlerimiz bildik, nefsimizden öte saydık. Biz Ümmet-i Muhammed olarak asırlarca tüm dünyada kardeş olduk. Kardeşliğin temelinin tevhid; zulmün ve düşmanlığın temelinin şirk olduğunu görürcesine bildik.
Dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğunu bize sen öğrettin Ya Rasûlallah! Bu oyunu “Kâlû Belâ”ya, cennete bakarak oynamayı ve oyuna kendimizi kaptırıp dünyevîleşmemeyi öğütleyen de Sen’din. Kardeşliği bozan bir oyun şekli olamayacağını; rızkı, eceli, takdire rızayı ve bunlarla sakinleşen nefsin kazanırken hayırhah, bölüşürken adil, harcarken israftan kaçınan olmasını salık verdin. Kulluğuyla övünen bir peygamberin ümmeti olarak ne iktisadî ne siyasî hiçbir alanda zalimleşerek tanrılaşmamayı ve daha nicelerini…
Yesrib hastası kardeşlikten çok mu çok uzaktı. Hem iç kanama yaşıyor hem de yeis içinde kıvranıyordu. Bu hasta, tarihin bir daha nesil olarak şahit olamadığı bir saadet asrına, on sene gibi kısa bir zaman içinde ulaşmıştı. Ne melekler insanlaşarak kirli insanlarla yer değiştirmiş ne de çok farklı yerlerden insanlar getirilmiş de “Nurlu Şehir” kurulmuştu. Kalplerdeki, akıllardaki, amellerdeki çamurlar tek tek temizlenmiş ve putperestliği, sınıflı toplumu, çatışmayı, acıyı üreten insanlardan (aynı kumaştan) yepyeni bir elbise üretilmişti. Bu kumaşın kısa süre önceki hâlini bilen, görenlerin hiçbiri bu yeni elbiseye şaşmadan bakamadı. Ne olmuştu da Ömer, “Adil Ömer” olarak yeryüzü tarihinin en nadide şahıslarından biri olmuştu? Olan olmuştu… Vahiy geceye dokunmuş Kadir Gecesi olmuştu; vahiy Muhammedü’l-Emin’e dokunmuş Rasûlullah olmuştu. Vahyin dokunuşuna izin veren her can ihya oluyor ve tüm mahlûkatla kardeş oluyordu. Değil mi ki canlı cansız her şey O’nu kendi lisanıyla zikrediyor ve O’nun kulu olmakla şeref duyuyordu; kullar halkasına katılan insan da sadece insanlarla değil tüm insanlıkla kardeş oluyordu.
Ey İsrailoğulları ve ey Evs, ey Hazreç, nedir Medine’de paylaşamadığınız? Medine’nin nesi yetersiz? Siz İshak’ın siz de İsmail’in oğulları değil misiniz? Hem atanız da Âdem değil mi? Dünya serüveniniz cennette başlamadı mı? Velhasıl ortak bir tarihi paydanız yok mu? Bu merhem sizi kardeş olmaya ikna etmiyor mu?
Yesriblilere, yakın ve uzak tarih şuuruyla ilk ilacı vermiştin ya Tabibe’l-Kulûb! Peki, bu yeterli olacak mıydı? Şu an yaşanan acıları dindirmek ve kardeşliğimiz için di’li geçmiş zaman yeterli miydi? Aynı soydan gelmek bizi kardeş yapabilir miydi?
Durmadın, vakit kaybetmedin ikinci ilacını bizlere lutfettin ya Nebi! Alın, faydalanın dedin lisân-ı hâlinle. Hem de her alanda güvenin, emniyetin, muhabbetin oluşmasına koştun da koştun. Hukukun uygulanmasında ayrıcalık isteyen aristokrat kimlikli bir bayana “Kızım Fatıma da olsa hukukun gereğini uygularım.” dedin. Evet, Sen farklıydın. Açlık çeken ve bundan şikâyet için yanına gelen kardeşine, açlığının şiddetinden karnı üzerinde iki taş bağlı vücudunu göstermek için gömleğini yukarı kaldıran da Sendin. Bir kamusal alan inşaatı olan mescidinin inşasında elbirliğiyle çalışan ve oturduğu yerden emirler yağdırmayan da Sendin. Arkadaşlarına su ikram ederken içeri giren Bizans Elçisi, Medine Başkanı Muhammed’i (sas) sorunca “Kavmine hizmet eden onların efendisidir.” diyen yine Sendin.
Bavulunu alıp inancı için ardında her şeyini bırakıp gelmiş muhacirleri mescitte ensarla kardeş yapan da sendin. İmanı ve kardeşliği senden öğrenmemiş miydi ensar? “Alın, evinize götürün.” dediğin zaman ne icap ediyorsa o yapılacaktı ve yapılmıştı: “Ey kardeşim! Bak, bu evim ve bak, bunlar da sahip olduklarım. Medine’de açan bir çiçek olacaksan ne kadar su ve toprağa ihtiyacın varsa kök sal, onlar bundan sonra senindir.” Kazanırken diğer kazananları yok eden, bölüşürken lütufkâr olmayan, hükmederken adil olmayan kardeş olamaz dedin ve bunları bize öğrettin.
Ashabın dediği gibi “Dün İsmail ile İshak kardeşti, Senin vesilenle tekrar kardeş olduk ya bugün, Senden sonra da kardeş kalabilecek miyiz?” Hem dünyada hem ahirette ümmete ortak gelecek vaat ettin. Kişi sevdiğiyle beraberdir, cennette birlikteyiz, dedin. Cennette birlikte olacağımız kardeşlerinizin yüzlerine bakamayacak bir hayatınız olmasın, dedin. İran sizin, İstanbul sizin; ümmetimin benden sonraki coğrafyası bana gösterildi, dedin. Tüm insanlık için bütün yeryüzünde peygamber misyonu olan emri bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker’i ‘biz’e emanet ederek vedalaştın. Kardeşliğimiz için kadınlarımızı kutsal emanet kıldın. Emanete hıyanetten sakındırdın. Yine kardeş olabilmemiz için iktisadî hayatın mikroplarına dikkatimizi çektin. Canlar, mallar, maddi ve manevi varlıklarımızın masuniyetini öğrettin.
Bizi bize tanıttın Ya Sâhibe’l-Hayrât! İçimizdeki Muhammedî ve Nemrudî tarafların farkına vardırdın. “Kavga eden taraflarınız Firavnî ve Nemrudî taraflardır. Muhammedî taraflarınız ancak muhabbet üretir.” anlayışını hissettirdin. Nemrudî taraflarımızdan temizlenme yüzdemizin, daha dünya hayatındayken daha büyük yüzdelerle fazilet olarak bize geri döneceğini gösterdin.
Sevmeyen ve sevilmeyende hayır yoktur, dedin. Evinden çıkarken eşinin “Mümkünse hiç gelmeye.” diye söylendiği, evladının onun yanında kendini rahat hissedemediği, ortağının sırtını güvenle dönemediği, komşusunun elinden ve dilinden emin olamadığı insanların oluşturduğu mahallere, dünya cehennemi olarak bakmamızı sağladın.
Bizler asırlardır, hem dünya hem ahiret cehenneminden Senin rehberliğinle kurtulduk. Ümmet ve tüm insanlık, yeniden dünya ve ahiret hayırlarına Senin rehberliğinle ulaşmak istiyor. Ya Rabbi! Rasûlullah ile yapılan bu hasbihâl hürmetine, Ümmet-i Muhammed’in hidayetini âli eyle.