Yeni yorum ekle

Efendimizin Mütevazılığı

Ayşe KARAKOÇ –

O güzel insanın, o güzel hayat hikâyesini incelediğimizde, gördüğümüz en güzel, en örnek davranışlardan biridir tevazu. Adeta O’nunla doğmuş gibidir bu haslet. Adeta O’nunla öğrenmiştik; ‘Tevazu ne demek?’  Allah’ın yanında en âlâ derecede iken, ne gerekti herkes gibi olmaya çalışmak, ne gerek?

Allah Resûlü’nün alçak gönüllülüğü, İslâm’ı yayma aşamasında, insanların kalplerini fethetmeyi daha da kolaylaştırıyordu.  Resûlullah (sas), Allah’ın, kendisini ashabı arasında imtiyazlı görmekten hoşlanmayacağını düşünüyordu. Yabancı biri, ashabı ile otururken O’nun meclisine geldiğinde, o kadar mütevazı idi ki O, ashabı ile kaynaşıp onlar gibi göründüğünden, yabancı biri tarafından tanınmıyordu. Hatta hicret sırasında Ebu Bekir (ra)’i Peygamberimiz (sas) bile sanmışlardı.

Yine bir gün, Ashâb-ı Kirâm’dan Abdullah b. Yusr Yarete (ra)    Peygamberimize geldi. O’nu karşısında görünce heyecandan titremeye başlaması üzerine Efendimiz (sas) bu adama hitaben: “Korkma! Rahat ol.” Dedi. “Ben ancak Kureyş’ten kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” O krallar kralı iken, kendini kuru et yiyen Kureyşli bir kadının oğlu olarak tanıtıyordu. Belli ki kendini övmeyi sevmiyordu ve ümmetine şu şekilde buyuruyordu: “ Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede aşırıya gittikleri gibi sizler de beni övmede aşırıya gitmeyin. Ben sadece bir kulum. Benim için ‘ O, Allah’ın kulu ve Resûlü’dür.”deyin. Zaten Allah Teâlâ da O’na mütevazi olmasını buyurmuyor muydu? : “ Sana tâbi olan müminlere tevazu kanatlarını indirebildiğin kadar indir.”

Yeri geldiğinde çobandı, yeri geldiğinde tüccar. Kerpiç taşıdı sırtında, açlıktan karnına taş bağladı hendek kazımında. Hem de herkes bir kerpiç taşırken, O iki kerpiç taşıyordu; herkes bir taş bağlarken, O iki taş bağlıyordu. Evinde herhangi bir insan gibi davranıyor; kendi elbisesini kendisi yamıyor, ayakkabılarını tamir ediyor, ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunuyordu. O kadar samimi ve doğaldı ki hastaları ayaklarına giderek ziyaret ediyor, cenazelere katılıyor, köle ve fakirlerin davetine icabet ediyor, üzerinde dört dirhemden fazla etmeyecek bir hırka olduğu için, gösteriş olarak algılanmasından çekinerek de olsa deveye, hatta merkebe bile biniyordu.

Efendimiz (sas) bir insanın bu dünyada sahip olabileceği en lüks, en mükemmel yaşam şartlarında hayatını sürdürmeye muktedirdi. Ama hiçbir zaman, Allah Teâlâ’dan böyle bir istekte bulunmuyordu. İstese dünyanın en değerli mücevherleri, en görkemli sarayları, en pahalı kıyafetleri, tüm ‘en’ler, tüm kâinat ayaklarının altına serilirdi. Peki neden istemiyordu? İstemiyordu; çünkü o bir süvari idi, bu dünya ise o süvari için bir ağacın altında biraz gölgelendikten sonra yola devam edilen bir dinlenme yeri, bir gölgelik. Resûlullah (sas) ince bir hasırın üzerine yatıp, bu hasırın böğründe iz yapması ve böğrünü ovuşturması üzerine söylüyordu bu sözleri. “Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah! Keşke bilseydik de hasırın üzerine, senin için tenini ondan koruyacak bir şey serse idik. Sana yumuşak bir döşek edinseydik.” dendiğinde “Dünyaya ait şeyler benim neyime gerek!” diye yanıt veriyordu. Yine bir gün Hz. Ömer (ra) O’nu, hasır izleri sağ tarafına çıkmış olarak gördüğünde duygulanıp ağlamış, Peygamberimizin (sas) ‘Neden ağlıyorsun?’ diye sorması üzerine “ Bizans’ın kayseri, Fars’ın kisrası debdebe içinde yaşarken, sen seçilmiş insan, -Allah Resûlü-, böyle mi yaşayacaksın?” demişti. Resûlullah (sas) ise, “Ey Ömer (ra), sen bunun için mi ağlıyorsun? Bilmez misin ki onlar bütün nasipleri dünya hayatında var olan insanlardır.” diyerek hayata bakışını bu şekilde dillendirmişti.

Sen, ey seçilmiş insan! Sen kendin için yumuşak bir döşeği gereksiz görürken, bu dünya benim için sadece bir dinlenme yeridir derken, onu kendine sanki hiç ölmeyecekmiş gibi mesken edinmiş bizler, halimize dönüp baktığımızda neler hissetmeliyiz acaba? O çok kıymetli hayatımızın, senin hayatınla ne kadarı kesişmekte? Bizim için ne kadar örneksin, biz ne kadar senin gibi olabilmişiz? Cevaplar ümmetinin hayatlarında saklı muhakkak, ama her kalp, senin gibi olmaya eminim ki gönülden sevdalı…

Bir derviş, bir kucak elma ile, bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında. Yorgunluktan al almış kızın yanakları.“Nereye gidersin ve ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız; “Sevdiğim çalışıyor orada, ona elma götürüyorum.”  “Kaç tane?” diye soru vermiş birden derviş. Kız gayet şaşkın bir halde cevap vermiş: “ İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?”  Bunun üzerine usulca koparmış elindeki tesbihi derviş, sevdiğine sayı ile yolladıklarından biraz utanç duyarak.

Sayısız salât-u selam sana Ey Sevgili!

Ey Nebi! Sayısız salât- u selam…

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.