Yeni yorum ekle

Fetih Fatih İstanbul

Enver ÇAKMAK

İlk insan yerleşimleri milattan binlerce yıl öncesine kadar giden İstanbul dillere destan güzel bir şehirdir. Havası güzeldir, suyu güzeldir, erguvanları, servileri, boğazı ve martıları güzeldir. Her renkten, dilden, dinden insanların burada adeta bir mahşer halini yaşamasıyla güzeldir. Ayrıca o Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti, Ortodoks Hıristiyanlığın merkezi, ekonomik ve kültürel yönleriyle Dünya’nın kavşak noktası ve siyasi ağırlığıyla da stratejik bir oyun merkezidir. Bu cazibesinden olacak ki nice hükümdarın hedefi olmuş, kuşatılmış, hırpalanmış lakin kendinden emin duruşuyla hiç birine yar olmamıştır. Ta ki Resul-i Ekrem’in “Kostantınıyye feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askerleri ne güzel askerdir.” İfadeleriyle fethi müjdelemesine kadar. O vaadi baş tacı eden Müslümanlar, kendilerine yönelik bir fitne merkezi halini alan bu koca şehri defalarca İslam’ın huzur bahşeden iklimine kavuşturmak için gayret ettiler, kuşattılar. Birçok sahabe ve onların halefi nice yiğit surların dibinde şehit düştü. Sevaba nail oldular inşallah. Lakin İstanbul’u Bizans’ın eziyetinden kurtaramadılar. Nasip.

 Mehmed-i Sani’nin kutlu vaadin gereğini 29 Mayıs 1453 Salı günü yapması, seneler sonra şair Nedim’e aşağıdaki beyti söyletmiştir: 

Bu şehr-i Stanbul ki bî misl ü bahâdır

Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır.

 

Hala fetih rüyaları görmemizi, şiirlerimizi, sanatımızı ve şuurumuzu besleyen tarihimizin bu en ihtişamlı sayfalarından birini kelimelere sığınarak dillendirmek yalnızca bir hatırlatma işlevi görebilir. Surların karşısında yüreği kıpır kıpır genç bir hükümdarın askerlerine de sirayet ettiği şüphesiz o anki ruh halini, zaferin onları taşıdığı yeni dünyanın içinden sanki oradaymış gibi tanımlamak olayın kahramanlarına da, tarihe de, yazılanları okuyana da haksızlık sayılsa yeridir.

Konstantınıyye’nin sokaklarında atı üstünde yol alırken askerlerine ve kendisine yönelen gıpta dolu bakışlar ve Ayasofya’nın önünde atından inip içeriye yönelmesi üzerine acaba bir çılgınlık yapar mı diye korku ve merak karışımı duygularla zangır zangır titreyen Bizans’ın uluları karşısında genç hakan acaba ne hissetmiştir? Aldığı onca ilmi/İslâmi terbiyeye rağmen içinden şeytanın vesvesesi, gururun esintisi geçmiş midir? Ya da tevazu ve şükür kol kola verip mümince bir tavırla mı çıkmıştır bu kutsal mekânın müntesiplerinin karşısına. Bilemiyoruz. Belki bunlardan biri, belki hepsi veya başkaları. Fakat fethe hangi cephesiyle yaklaşırsak yaklaşalım tarif ve tasvirlerimiz bir tarafıyla noksan kalacaktır. Fethin değerli yönlerinden biri de işte bu tarifte çaresizlik hali ve bize kendi hakkında sürekli yeni şeyler söyleme imkânı vermesidir.

 

Bu kitaplar Fatih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;

Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinan’dır;

Haydi, artık, uyuyan destanını uyandır!

 

Kimselere nasip olmayan bir kutlu zamandır fetih. Bir feth-i mübin/kesin ve apaçık zaferdir. Geçmişteki kararlılıkların birike birike oluşturduğu tecrübenin ve iradenin Fatih’te temerküz etmesi, planlanması ve başarıyla neticelenmesidir. Tarık bin Ziyad’ın gözü karalığı, Ebu Eyyub el Ensari’nin azmi ve Sultan Alp Arslan’ın duasıdır. O gün zaman ortadan biçilmiş, durmuş, kurulan bir saat gibi yepyeni bir geleceği inşa etmeye başlamıştır. Tarih ve biz ondan besleniriz. Bitmeyecek bir hikâyedir.

Fetihle birlikte Doğu Roma İmparatorluğu/Bizans yıkılmış; kendi halkına, farklı mezhep ve etnik unsurlara ve Müslümanlara yaptığı zulümler ve Bizans oyunları son bulmuştur. İstanbul’un surlarından giren akıncılar o kapılardan kalplere giden bir yolu da açmıştır. Camiler, medreseler, hamamlar, imaretler bir manada vakıflar İslam fethin açtığı zemin üzerinde İslam medeniyetinin yeni merkezini şekillendirmeye başlamış, ülkenin parçalı görünen coğrafyası bütünlük kazanmıştır. Hepsinin toplamı olarak İstanbul bir İslâm şehri haline gelmiştir.

Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; 

Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan

Türkçesi bülbül kokan,

İstanbul,
İstanbul...

 

Fetih, yirmi bir yaşındaki genç bir hükümdarı ebu’l-feth yapan bir gaza ve cihat eylemidir. Osmanlı Devletini, Osmanlı kültürünü veya medeniyetini anlamlı bir bütünlük içinde görmemizi sağlayan temel siyasi faktörlerin en önemlisi İstanbul’un fethidir. Osmanlı Devleti’ni küçük ölçekli bir devlet olmaktan, büyük bir cihan devletine ulaştıran;  dünyadaki siyasi dengeleri değiştiren çok önemli, çok stratejik bir hamledir. Fetih, Avrupa’da büyük endişelere yol açmış, Papa V. Nicolas’ın çağrısıyla birlik çağrıları yapılmış, yeni Haçlı seferlerinin hazırlıklarına başlanmıştır.

İstanbul’un fethi Batı’da hazmedilebilmiş ve unutulmuş değildir. Megali İdea/Büyük Emel, Bizans’ın çocuklarının hayallerini bugün dahi süslemeye devam etmektedir.

Bu noktadan itibaren Sultan Mehmet’i Fatih yapan faktörlere yakından bakmak yerinde olacaktır. Fatih Sultan Mehmet, dünya tarihinde iz bırakan müstesna şahsiyetlerdendir. İstanbul’un fethi, yirmi bir yaşındaki genç sultanı tarihin en büyük siyasi ve askeri liderleri arasına sokmuştur.  O, İstanbul’u fethetmekle yapacağı işlerin en önemli ve güçlü adımını atmıştır. Kırımdan Bosna’ya,  Trabzon’dan Roma’ya dalga dalga yayılan akınlarla Osmanlı cihan devletinin önünü tıkayan engelleri ortadan kaldırmış, devleti sağlam temeller üzerine oturtmuştur.

Fatih’in düşlerini süsleyen İstanbul’u alma idealinin arka planında yatan sebepleri, aldığı eğitim ve terbiyede aramak gerekir. Çocukluğunda ele avuca sığmayan, harp oyunlarına meyleden küçük şehzade, biraz sert bir eğitimci olan Molla Gürânî’nin değneğini görünce işin ciddiyetini anlamış, sıkı bir eğitimden geçirilmiş, Molla Hüsrev, Hocazade(Muslihiddin Mustafa), Fahreddin A’cemî ve Hoca Hayreddin gibi devrin en değerli âlimlerinin önünde diz çökmüştür. Ömrü boyunca hocalarını ve ilim ehlini yanından ayırmamış, onlara hürmette kusur etmemiştir.

Fatih, fikir-eylem, madde-mana birlikteliğini gerçekleştirme imkânı bulan, çok yönlü bir şahsiyettir. Fetih günü korkudan Ayasofya’ya sığınmış Hıristiyanlara korkmayın, dininizi yaşamakta hürsünüz diyerek merhametinin genişliğini göstermiştir. Mahkemede kadının kolunu kesme kararına tereddütsüz boyun eğerek adalete olan bağlılığını, fetihten sonra tac ve tahtını terk edip bütünüyle Ak Şemseddin’e bağlanmak istemesiyle dünyanın kendisi için değersizliğini, Rum bilginlerini sarayında danışman olarak istihdam etmesinden ve dünya haritası yaptırmasından dünyayı yakından tanımak istediğini, Rumca, Slavca, Arapça, Farsça gibi dilleri bildiğini, Türk-Moğol hakanlık geleneği, İslâmî hilâfet ve Roma imparatorluk anlayışına dayanan dünya hâkimiyeti fikrine sahip olduğunu, İslâm âleminde gazânın en büyük temsilcisi-İslâm memleketlerinin gerçek koruyucusu sıfatını benimsediğini, sarayında âlimlerle dini-felsefi tartışmalar yapacak kadar ilimde derinleştiğini, Amirutzes, Ali Kuşçu, Georgios Trapezuntios, Hocazâde gibi Doğu’yu ve Batı’yı temsil eden devrin büyük zekâlarını huzurunda bir araya getirdiğini biliyoruz.

 

İmtisal-i câhidü fi’l-lah olubdur niyyetüm

Din-i İslâm’un mücerred gayretidür gayretüm

 

mısraıyla asıl maksadının Allah yolunda İslâm’ı yaymak olduğunu gördüğümüz Fatih, bir Batı kaynağının kaydettiği üzere her işte son derece atılgan, Makedonyalı İskender gibi şan ve şeref kazanmak isteyen, zeki, sert mizaçlı, zevk ve sefaya sırtını çevirmiş bir hükümdardı.

Şu halde, fetih ona yakışmış, İstanbul, Fatih ve fetih kelimeleri ayrılmaz bir anlam bütünlüğü kazanmıştır. Fetih, bu aziz şehre yeni bir kimlik kazandırmış, Ayasofya, Süleymaniye ve Sultan Ahmet gibi nice ihtişamlı mabetlerin minarelerinden o günden bu yana okunan ezan-ı Muhammedîleri dinlememize vesile olmuş, bizi İstanbul’da yaşama bahtiyarlığına erenlerden eylemiştir.

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.