Yeni yorum ekle

Ölen Şahsın Namaz Borcunu Düşürmek (Iskat-ı Salât) Mümkün mü? Ölen şahsın namaz borcunu, fakirlere yemek yedirerek düşürmek (ıskat-ı salât) mümkün mü?

Hanefi mezhebi dışındaki üç mezhepte böyle bir uygulama olmadığı gibi Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf da bu görüşte değildir. Bu konuda tek olumlu görüş belirten İmam Muhammed'dir. Sonraki Hanefiler tarafından İmam Muhammed'in bu görüşü benimsenmiş ve uygulamaya esas olmuştur. Buna göre; namazı başı ile ima edemeyecek derecede hasta olan bir kimsenin kılamadığı bu namazlar için fidye ödenmesini vasiyet etmesi gerekmez. Zira ondan namaz kılma yükümlülüğü düşmüştür. Başı ile ima edebilecek durumda olup da özürsüz olarak namazlarını kılmamışsa vasiyet etmesi gerekir. Bu durumda velisi, o şahsın ölüp de geride bıraktığı malın üçte birinden her bir farz ve vitir namazı için bir fidye verir.

 

Iskat uygulaması neye dayanmaktadır?

 

Kur'an'da oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin tutamadıkları oruç karşılığında fakirlere fidye olarak yemek yedirmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu âyette kastedilenlerin aşırı ihtiyarlık veya daimi hastalık sebebiyle oruca güç yetiremeyenler olduğu ittifakla benimsenmiştir.

 

Üzerinde oruç borcu bulunup da ölen kimse ne olacaktır?

 

Şayet bu kimse orucunu kaza edecek imkânı bulamadan ölmüşse âlimlerin çoğunluğuna göre bunun için bir şey yapılması gerekmez. Ama kaza etme imkânı bulduktan sonra kaza etmeden ölmüşse âlimlerin çoğunluğuna göre tutamadığı her bir gün oruç için onun adına bir fakirin doyurulması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Bir kimse üzerinde bir aylık oruç borcu ile ölürse onun adına her bir gün için bir fakir doyurulsun."[i]

 

İşte oruçla ilgili bu hüküm kıyas yoluyla namaza taşınmış, kişinin kılmadığı her bir namaz için bir fidye ödenmesini vasiyet etmesi gerektiği belirtilmiştir. Kişi vasiyette bulunmadığı halde velisi veya yabancı bir şahıs kendiliğinden bu miktarı bağışlarsa ne olur? İmam Muhammed ez-Ziyâdât adlı eserinde "inşallah bu da caiz olur” demiştir. 

 

Bu kıyas ihtiyat gerekçesi ile yapılmış olup bunun mutlak olarak namazı düşüreceği belirtilmemiş, bir ümit olarak yapıldığı belirtilmiştir. Iskat olarak kabul olmasa bile ölen şahıs adına bir tür sadaka verilmiş olacağından ölen şahsın her halükarda bunun faydasını göreceği belirtilmiştir.

 

İbn Abidin burada dört durumun olduğunu belirtmiştir:

 

1. Oruç borcu bulunan kişinin vasiyet etmesi,

2. Oruç borcu olan kişinin vasiyette bulunmadığı halde velisinin bağışta bulunması,

3. Namaz borcu olan kişinin vasiyet etmesi,

4. Namaz borcu olan kişinin vasiyette bulunmadığı halde velisinin bağışta bulunması.

 

İmam Muhammed, ilk durumda ıskatın gerçekleşeceğini kesin bir dille ifade ettiği halde ikinci ve üçüncü durumlar hakkında "inşallah" ifadesini kullanmıştır. Dördüncü durum ise şüphenin en yüksek olduğu durumdur.

 

Halk arasında "devir" diye bilinen uygulamaya gelince; ne İmam Muhammed ne de mezhep içinde muteber fakihler böyle bir uygulamadan söz etmişlerdir.

 

Hanefi mezhebi usul kitaplarında "namazın ıskatı" konusu, emir bahsinde kazanın türlerinden söz edilirken gündeme getirilir. Namaz ve oruç gibi bedenî bir ibadetin, para ödeyerek ıskatı "aklen kavranamayan bir misil ile kaza" olarak görülür.

 

 

Değerlendirme:

 

a) Kur'an'da hayatta iken oruç tutamayan kişinin fidye vermesi emredilmiş, sünnette ise oruç borcu ile ölen şahıs adına fidye verilmesi emredilmiştir.

 

b) Namaz da oruç gibi bedenî bir ibadettir. Oruç gibi bedenî bir ibadeti yerine getiremeyen kişinin malından fidye ödenmesi, Hanefi mezhebinde ihtiyat prensibinden hareketle kıyas yoluyla namaza da taşınmıştır. Diğer üç mezhep ise böyle bir kıyası isabetli bulmamıştır. Zira ibadetlerde aslolan taabbüddür. Taabbüdî hükümlerde ise kıyas geçerli değildir, nassın vârid olduğu hükümle yetinilir. Ayrıca bu uygulama asr-ı saa det, sahabe, tabiun, etbau't-tabiîn ve müctehid alimler devrinde bilinmeyen bir uygulamadır.

 

c) Iskatı kabul edenlere göre bunun uygulanabilmesi için namaz borcu olan şahsın vasiyette bulunması şart koşulmuş, velisinin kendi cebinden bunu karşılaması da yeterli görülmüştür. Bunu dile getiren Imam Muhammed kesin bir ifade kullanmamış "inşallah Allah onu bağışlar" şeklinde bir temennisini dile getirmiştir.

 

d) Bu uygulama, fakir fukaranın bu sayede korunup kollanmasına ve ölen şahsın yakınlarının namazını kılmaksızın ölen yakınları adına içlerinde bir ukde kalmayıp psikolojik olarak rahatlamasına vesile olması bakımından anlamlı görülse bile kesinlikle "namaz borcunun düşürülmesi", "namaz kılmama günahının para ödenerek affettirilmesi" gibi düşünülemez. Zira namazın önemi, kıyamet gününde kişinin ilk sorguya çekileceği ibadet olduğunun belirtilmesi, dinin direği olarak kabul edilmesi "para ödenerek namaz borcunun düşürülebileceği” inancı ile taban tabana zıttır. İmam Muhammed'in temenni, dua olarak dile getirdiği bu uygulamayı -hâşâ- Allah'ı bağlayacak bir uygulama olarak görmek son derece sakattır.

 

e) Kişinin parasının, fidye borcunu karşılayıncaya kadar veya birkaç fakire hibe edilip sonra onlardan geri alınması şeklindeki devir uygulaması ise klasik döneme ait muteber kaynaklarda yer almaktadır. Belli ki bu, parasal bakımdan yeterli olmayan fakir fukarayı kollamak üzere geliştirilmiş iyi niyetli (!) bir uygulamadır.

 

f) Hayatta olan veya ölen her şahıs adına fakir fukaraya tasaddukta bulunulması, onların doyurulması kuşkusuz son derece güzel bir davranış, ölenin amel defterine işlenecek bir amel-i salih olsa da buna “ıskat-ı salat” demek, dinde böyle bir uygulama varmış gibi değerlendirmek kanaatimce doğru olmaz.

 

g) Yakınları vefat eden şahısların ıskat uygulamasını bit “borç düşürme” olarak görmeyip fakir-fukaraya tasaddukta bulunma olarak görmesi, din görevlisi olup da kendisinden bu uygulama yapması istenenlerin de durumu ölen şahsın yakınlarına uygun bir dile izah etmesi en uygun davranıştır.

 



[i] Tirmizi, Savm, 23

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.