Yeni yorum ekle

Bir Adanmışlık Hikayesi BISIBO AMANI

“Bir Pazar günüydü. Her haftasonu olduğu gibi yine notlarımı düzeltmek için okula gitmiştim. Boş sınıflardan birinde coğrafya çalışıyordum. Sonra bir gürültü işittim. Gürültüyü bir süre duymazdan gelmeye çalıştım ama sesin kesileceği yoktu. Dikkatim dağılıyor okuduğum şeye odaklanamıyordum. İyice sinirlenmiştim. Artık daha fazla kendimi tutamayıp odadan çıktım ve sesin geldiğine yöne doğru yürümeye başladım. Sesler yakındaki başka bir sınıftan geliyordu. Kapıyı bile vurmadan hışımla içeri girdim. Ancak gördüğüm şey karşısında hayrete düştüm. Bir grup öğrenci hep birlikte elleriyle hareket yapıyor ve bir kaç tanesi de davula vuruyordu. Kapının önünde dikilmiş şaşkınlıkla onlara bakıyordum. Gürültüyü kesmelerini söylemeye gelmiştim ancak ağzımı bile açamadım. İçlerinden biri oturmam için işaret etti. O kadar şaşırmıştım ki denileni yaptım. Sıralardan birine geçip oturdum ve onları izlemeye başladım. 

Olan biteni yavaş yavaş anlıyordum. Bunlar işitme engelli öğrencilerdi ve bir etkinlik için toplanmışlardı. Ancak yaptıkları gürültünün farkında bile değillerdi. Tahtaya İncil’den bazı pasajlar yazılmıştı ve öğretmen Hazreti İsa’yı öven bir ilahi ezberletmeye çalışıyordu. Ağzım açık izlerken yanımdaki kız kağıda bir şeyler yazıp bana verdi. Kağıtta “Sen Müslüman mısın?” yazıyordu. Elbette Müslüman’dım, zaten başörtümden ve kıyafetimden de anlaşılıyordu. Ancak bana soruyu soran kız da tesettürlüydü. Öyleyse kilise ilahilerinin söylendiği bu Hristiyan sınıfında ne işi vardı? Kağıda “Evet” yazıp geri verdim. Kağıt tekrar geldi, bu sefer ismimi soruyordu. Benim adım Amani, ya senin ki? Onun adı da Medine imiş. Kağıt aramızda gidip geliyor, yazışarak anlaşmaya çalışıyorduk. Son olarak Medine’ye Hristiyan topluluğu arasında ne işi olduğunu sordum. Gelen kağıtta şu yazılıydı: “Camide beni anlayacak kimse var mı ki?”

Sonunda ilahiler bitti ve dua yapıldı. Duadan sonra ise öne çıkmamı istediler ve tahtaya buraya neden geldiğimi merak ettiklerini yazdılar. Ben de yazarak anlattım. Sonrasında beni işitme engellilere hizmet veren bir kiliseye davet ettiler ve sınıf dağıldı. Hemen Medine’ye yapıştım ve ona aynı şeyleri tekrar tekrar sordum. Müslüman biri nasıl olabilir de kiliseye giderdi, Hristiyan ilahileri söylerdi, aklım almıyordu. Ama Medine’ye derdimi bir türlü anlatamıyordum. İslam’dan ve bazı kurallardan bahsettim lakin bambaşka dünyalardaydık. Bir kağıda telefonunu yazıp bana verdi, ben de aynısını yaptım. Arkadaş olmuştuk.”

Altı yedi yaşlarında bir çocuk yattığı yerden kalkıp Amani’nin kucağına oturup yeniden uyuklamaya başlayınca Amani gülümseyerek anlatmaya ara verdi. Günler süren Afrika yolculuğum sonunda beni Burundi’ye getirmişti ve bir yatakhanede 23 yaşında bir kızın hikâyesini dinliyordum. Ranzalarda yatan çocuklar bazen gözlerini açıp bize bakıyor sonra yeniden öğle uykusuna dalıyorlardı. Bir ranzayı yaslanmış, yere oturmuş, notlar alıyordum. Hava öylesine sıcaktı ki yerdeki taşlar biraz olsun serinlik veriyordu. Alışkanlıkla sesimi kısarak konuştuğum için Amani beni uyardı: “Tedirgin olmana gerek yok, onları rahatsız etmiyorsun, seni duyamazlar.” Yeterli yer olmadığından bazı yataklarda iki çocuk birden yatıyordu. Amani kucağındaki çocuğun bacaklarını inceliyordu, her tarafı yara içindeydi. “Bu iyi hali, çok daha kötüydü, şimdi toparladı.” Amani çocukların sağlık sorunlarından bahsederken küçük yatakhaneyi dolaşıp uyuyan çocukların fotoğrafını çektim. Sorduğum soruya cevap vererek anlatmaya devam etti:

“Medine’yle bir süre mesajlaştık. Daha sonra evimize davet ettim. Eve geldiğinde kağıtlara yazarak konuşuyorduk ama hiç kolay değildi. Çünkü ona İslam’ın emirlerini ve neden kiliseye gitmemesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordum. Fransızca yazışıyorduk ama bazı kavramlar onun dünyasında yoktu. Derdimi anlatamamak beni hayrete düşürüyordu. Sonunda Medine kendisine anlatmam gereken önemli şeyler olduğunu anladı ve bana işaret dilini öğretmeyi teklif etti. Birlikte bir program yapıp çalışmaya başladık. Daha sonra da Burundi İşitme Engelliler Eğitim Merkezi’ne gittim ve eğitim almak istediğimi söyledim. Bana iki seçenek sundular. Ya ücret ödeyip eğitim alacaktım, bunun karşılığında eğitimi tamamladığım zaman tercümanlık işleri için bana ücret vereceklerdi. Veya ücretsiz eğitim alacaktım ve bana verilen işleri de ücretsiz yapacaktım. Param olmadığı için çok düşünmeme gerek yoktu, ikinci seçeneği kabul ettim.

Derslere başlayınca işitme engellilerin olağanüstü dünyasına adım atmış oldum. Müslüman olduğumu görenler bana İslam’a dair sorular soruyor ben de cevap vermeye çalışıyordum. Ancak daha bu dili yeni öğreniyordum ve çok zorlanıyordum. Zaman geçtikçe çok sayıda işitme engelli Müslümanın kiliseye gittiğini fark ettim. Hem İslam’ı bilmiyorlardı hem de onlara yardım edip ellerinden tutacak Müslüman bir kuruluş yoktu. İşitme engelli Müslümanlara en sıradan konuları anlatmaya çalışarak geçiyordu günlerim, nasıl olur da Müslüman bir kadının gayrimüslimle evlenemeyeceğini bilmezlerdi. Zinanın haram olduğunu bilmeyenler bile vardı. Her gün bir şey öğreniyor ve hayret ediyordum. Dünyaları bizden farklıydı ve çok şeyi bilmiyorlardı.

Bir gün bana her Cuma günü camide Müslümanların toplandığını, bir adamın yüksek bir yere çıkıp konuşma yaptığını ve orada ne konuşulduğunu merak ettiklerini söylediler. Cuma hutbesinden bahsediyorlardı. Farklı dinlere mensup bir grubu alıp camiye gittim ve hutbeyi anlık olarak tercüme etmeye başladım. Ertesi hafta tekrar istediler, tekrar tercüme yaptım. Bir kaç hafta boyunca bunu tekrarlayınca grup kalabalıklaşmaya başladı. Artık Müslüman ve gayrimüslim işitme engelliler Cuma vakti camide toplanıyor, beni bekliyordu. Cemaatim giderek kalabalıklaştı. Artık bu benim görevim olmuştu. Herhangi bir sebepten camiye gidemediğim zamanlar bana çok kızıyor, gönül koyuyorlardı. Ancak işaret dilim hâlâ yetersizdi ve çevirirken çok zorlanıyordum. O yüzden Cuma’ya gitmeden önce İslami kavramların işaretlerine saatlerce çalışıyordum.

Altı aylık eğitim sonunda çok sayıda işitme engelli arkadaşım olmuştu ve onların dünyasını daha iyi anlamaya başlamıştım. Bazıları benden aileleri ile buluşmamı ve onlara çeviri yapmamı istiyordu. Çünkü aileleri ile iletişim kuramıyor, dertlerini sıkıntılarını anlatamıyorlardı. İşitme engelli doğan çocuğun bir çok iletişim sorunuyla karşılaştığını hem ailesi hem kendisi için bunun çok zor olduğunu gördüm. Mesele sadece din değildi, yetişkin oldukları halde topluluk kurallarına ve hastalıklara dair temel şeyleri bile bilmiyorlardı. Müslüman olanların nasıl namaz kılındığından nasıl oruç tutulacağından haberi yoktu. Hatta Peygamberimizi tanımıyor, Allah’ı kilisede öğretildiği kadar biliyorlardı. Hepsine elimden gelen yardımı yapmaya çalışıyordum ama artık daha farklı şeyler yapmanın zamanı gelmişti. 

2013’te Müslüman ve gayrimüslim engellilerden oluşan bir kulüp kurdum. Her Pazar günü bir araya geliyor, özellikle İslam’a dair konuları konuşuyorduk. Bazen de hoca getiriyor, tercümanlık yaparak onların sorularının cevaplanmasını sağlıyordum. Bu arada işitme engelli kadınların temel probleminin işsizlik olduğunun farkına vardım. Zaten saf ve kandırılmaya müsait insanlardı. Kimseden kötülük geleceğini bilmiyorlardı. Bu da onları daha savunmasız kılıyor, başlarına dertler açıyordu. Aynı yılın sonlarına doğru kırktan fazla üyemizin olduğu bir dernek kurdum. Bu dernek kadınlar için terzi atölyeleri kuruyor ve küçük etkinlikler yapıyordu.

Kadınların sıkıntılarıyla ilgilendiğim o günlerde bir şey daha fark ettim. Müslüman ailelerin işitme engelli doğan çocukları ya ailesi tarafından terk ediliyor veya hiç bir eğitim almadan ailesiyle iletişim kuramadan öylece yaşayıp gidiyordu. Aileler çalışamayacakları ve eve katkıda bulunamayacakları için bu çocuklardan vazgeçiyordu. Sokağa terk edilen bu çocukların tek sığınağı kiliseler ve kiliseye bağlı kuruluşlardı. Oralarda bile Müslüman çocuklara yeterince bakılmıyor sefalet içinde yaşıyorlardı. Yatarken altlarına serecek bir yatakları bile yoktu, hasırlarda yatıyorlardı. Buralarda yatıp kalkan çocukların halini görünce artık dayanamadım. İrtibatta olduğum Müslüman kuruluşlara gidip yüzlerce işitme engelli çocuğun nasıl kiliselerde perişan halde yaşadığını anlattım. Ancak bana yardım etmediler. Onların halini anlayacak kimse yoktu. Arkadaşlarımdan küçük yardımlar toplamaya başladım. İlk olarak elime 10 Dolar para geçti. Bir ramazan günüydü ve o parayla kilisede kalan çocuklara iftar için yemek aldım. Elime geçen her parayı onlara ulaştırıyordum. Böylece Ramazan boyunca rahatça oruç tutabildiler.

Gördüğüm manzara ve işitme engelli çocukların hali benim hayatımı değiştirmişti. Her günüm onları düşünmekle geçiyordu. Geceleri namaz kıldıktan sonra saatlerce Allah’a yalvarıyordum. Bana o çocuklara yardım etme imkanı vermesi için her gece dua ediyordum. İşaret dilini öğrenmek, onları anlamak imkanı bana verilmişti ama derdimi insanlara ve kuruluşlara anlatamıyordum. Elimden bir şey gelmiyordu. Günler böylece geçip gitti.

2015 yılıydı. Okulum bitmişti. Hem kendi derneğim vardı hem de ******’da çalışıyordum. Ramazan’a hazırlandığımız günlerden biriydi. O günlerde Türkiye’den bir heyetin yardım için geldiğini öğrendim. Çalıştığım yere gelecekler ve Burundi Müftüsü ile görüşeceklerdi. İHH adında bir kuruluştan geliyorlardı ve amaçları yardım etmekti. Bu benim için bir fırsat olabilirdi. Çok heyecanlandım. Müftü ile görüşmelerinin bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Sonra müftüye Türkiye’den gelen misafirlerle görüşmek istediğimi söyleyip izin istedim. Ama müftü temas kurmama izin vermeyip beni geri çevirdi. Öylesine şaşırmıştım ki odama kapanıp saatlerce ağladım. İnanamıyordum, İHH ekibi neredeyse yanıma kadar gelmişti ve ben onlarla konuşamıyordum. Benim sorumluluğumda, ihtiyaçlarını tam karşılayamadığım, sorunlarını yalnızca benim bildiğim işitme engelli çocuklar vardı ve benim yardım ekibiyle konuşmama müsaade edilmiyordu. Oysa müftü bütün bunları biliyor, işitme engelli çocukları görmezden geliyordu. İçime bir türlü sinmiyor, hırslanıyor ama elimden ağlamaktan başka çare gelmiyordu. Odadan çıktığımda beş saat geçmişti ve perişan haldeydim.

Arkadaşlarımdan İHH heyetinin akşam iftar için tekrar geleceğini öğrendim. Yüzüm yeniden gülmeye başlamıştı çünkü yeniden umutlandım. O sırada aklıma bir fikir geldi. İşitme engelli arkadaşlara haber verip çalıştığım yere kalabalık bir şekilde gelmelerini istedim. Akşam olduğunda İHH heyeti tekrar geldi. İftarlarını yapmalarını bekledim. Yanımda işitme engelli arkadaşlar, hep birlikte misafirlerin kapıdan çıkmasını bekliyorduk. Yemekler yenip ayrılma vakti geldiğinde onları çıkışta karşıladım ve selam verip hemen konuşmaya başladım. Öylesine heyecanlıydım ki Allah’ın verdiği güçle bir çırpıda içimden geçenleri ve engelli arkadaşların dertlerini anlattım. Bir yandan konuşuyor bir yandan da işaret dili kullanıyordum ki etrafımdaki arkadaşlar da anlayabilsin. İnanılmazdı, İHH ekibi anlattıklarımla ilgileniyor bana sorular soruyordu.

Ertesi gün kurduğum derneğe geleceklerini, daha detaylı konuşmak istediklerini söylediler ve gittiler. Kalbim heyecanla çarpıyordu. O gece çok uzun sürdü. Bir an önce gün doğsun ve beni ziyarete gelsinler istiyordum. Ertesi gün ziyaretime geldiler ve bizim yaptığımız çalışmaları incelediler. Hemen birlikte yardım programı düzenledik. Sonunda derdimi birilerine anlatabilmiştim. Çok mutluydum. Ama isteğim özellikle çocuklar için daha kalıcı işler yapmaktı. Ekibi yakalamışken düşündüğüm her şeyi anlattım. Öylesine mutluydum ki, çocuklar gibi şendim. Bana bakıp bu kız deli mi diye düşünmüşlerdir kesin. Gerçi henüz yirmi yaşındaydım, heyecanımı maruz görmüşlerdir. Böylece fikirlerimi proje haline getirmemi istediler. Burundi’den ayrılsalar da irtibatımız devam etti. Ben de çalışıp her şeyi düşünerek detaylı bir proje hazırladım. Aradan bir süre geçti ve olumlu cevap geldi. İşitme engelli çocuklarıma Türkiye’den hiç tanımadığım birileri İHH aracılığı ile destek olmaya karar vermişti. Hemen çalışmalara başladık. Sonunda da işte bu görmüş olduğunuz işitme engelli eğitim merkezini yapıverdik. Aylardır faaliyetteyiz. Nasıl buldunuz, beğendiniz mi?”

Amani’nin sorusu beni kendime getirdi. Zihnime hücum eden düşünceler, gözyaşlarımı zapt etme çabası... Nasıl da dalıp gitmişim?.. Eğitim merkezinin yatakhanesinde oturmuş hayretle Amani’ye bakarken ne diyeceğimi bilemiyorum. Beğendim elbette Amani, nasıl beğenmem? Ama dilim dönmüyor. Amani sokağa terk edilmiş ve kiliseye sığınmış annesi ve babası kayıp çocukları toplamış. Altı dokuz yaş arası bu terk edilmiş ufaklıkların annesi olmuş. Onlara neşeli, tertemiz bir yuva kurmuş. İlk geldiklerinde çoğu ciddi hastaymış, onları tedavi ettirmiş. Şimdilik ancak yirmi altı çocuk sığıyor bu yuvaya. Çocuklar burada eğitim görüyor, burada doyuyor, burada uyuyorlar. Onlar için öğretmenler tutmuş, eğitmenler de işitme engelli. Çocukların her şeyiyle ilgilenen, onlara bıkmadan usanmadan sabırla cevaplar veren Meryem adında bir kadın daha var çalışanlar arasında. Gece ve gündüz daima çocuklarla birlikte. Saatlerce oturup onlarla nasıl ilgilendiğini izledim. Bazen kızacak oluyor, onu da beceremeyip basıyor kahkahayı. Buranın küçük sakinleri öylesine haylaz ve aynı zamanda öylesine sevimliler ki, yapacak çok da bir şey yok. Bana işaret diliyle sürekli bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Allah’ım nasıl bitip tükenmez bir enerjileri var. Buraya nasıl geldiğimi merak ediyorlar en çok. Saatlerce aynı soruya sayısız defa dokunuyorum. Onlardan öğrendiğim işareti yapıyorum, “uçakla geldim” işaretini. Bayılıyorlar bu cevaba. Uçakları ölesiye seviyor olmalılar. Sonra fark ediyorum ki her şeyi seviyorlar. Yeter ki onlarla iletişim kur, kahkahaya boğulmak için herhangi bir şey hakkında saatlerce konuşabilirler. En çok aldığım mesaj “seni seviyorum” oluyor, daha yeni tanışıyoruz, beş altı saati birlikte geçirdik. Onlara göre ben boyalıyım, beni beyaza boyamışlar. Bu sebeple fırsat buldukça yanaklarımı siliyorlar, tenimin karası çıksın diye ortaya. Bir türlü kararmıyorum, içim açılıyor, kalbim genişliyor onların yanında. Aslan ile boğanın hikayesini anlatıyorlar bana, son derslerinde okudukları bir hikaye bu. Aslan kocaman açıyor ağzını, boğanın nasıl da büyük boynuzları var, onlar işaretlerle anlatırken her şeyi görüyorum. Bir ara dışarı çıktığımızda dönerken çocuklara dondurma alalım istiyorum. Şehirde dondurma bulmak kolay değil ama zoraki buluyoruz. Ancak nereden bileyim daha önce hiç dondurma yemediklerini. Nasıl da çığlıklar atıyorlar, dişleri sızladıkça bazen neşeyle bazen kızgınlıkla nasıl da koşturup duruyorlar. Bazıları öylesine şaşkın ki ağzında yaşanan bu garip duygudan beni sorumlu tutuyor, bağırıp çağırıyor. Kimisi bu soğuk lezzete bayılırken kimisi de dokunmaya korkuyor. Ortalık iyice karışıyor. Dondurmanın bitmesiyle birlikte herkes sakinleşiyor. Böylece Burundi’de çok güzel bir kaç gün geçiriyorum. Gideceğimiz gün çocuklar asla gitmemizi istemiyor. Gitmek kaçınılmaz olunca da minnet ve hüzünle yeniden gelmemizi istiyorlar.

Yemen’den Sudan’a giden bir uçakta bu satırları yazarken, pencereden bakıp bir gün Burundi’ye tekrar gidip gidemeyeceğimi düşünüyorum. İçimden bağırmak geliyor: “Sayın yolcular, hayat çok garip ve ben ona hayret ediyorum.”

Not: Müslümanların azınlıkta olduğu bazı ülkelerde devlet Müslüman topluluğun faaliyetlerini takip edebilmek ve gerektiği durumda sınırlamak için resmi kurumlar ihdas edip kendine yakın kişilerden din görevlisi atayabilmektedir.


Abdullah Kibritçi 'ın Yazısı.

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.