Yeni yorum ekle

Rabbin Gazabını Söndüren, Kulunu Rabbine Sevdiren

       

      “ …Sağ elinin verdiğini, sol elinin bilmeyeceği bir gizlilikle sadaka veren kimse…”

Samimiyetin ölçüsü fedakârlıktır. Fedakârlık yapmayanların samimiyetine inanılmaz. İslam’a gönül veren samimi müminler, Allah yolunda mallarını ve canlarını fedâ ederek sadakâtlerini ispat ederler. Allah’ın irâdesi hâkim olsun, insanlar İslam’la buluşsun diye malından ve canından fedakârlık yapmanın adı da cihâddır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Müminler, ancak Allah’a ve Resûlü’ne iman eden, sonra hiçbir şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihâd edenlerdir. İşte onlar sâdık olanların tâ kendileridir.” ( Hucurât 49/15) Malla yapılan cihâdın yanında, Allah rızası için yapılan her türlü harcamanın ve iyiliğin genel adı “sadaka”dır.

Sadaka kelimesi, Arapça ” s-d-q” fiil kökünden gelir. Gönüldeki ile ondan haber verenin sözünün birbiriyle uyumlu olması[1] ; yani özün ve sözün bir olması anlamına gelen “sıdk” kelimesiyle de bağlantılıdır. Sadaka, ancak imanla uyumlu ve onu doğrulayan bir yardımın ve iyiliğin ifadesidir. Yine o, gaybe iman ve namazdan sonra müttakî olmanın en önemli göstergesidir.[2] Yoksa yardım ve iyilik ne kadar büyük olursa olsun içinde riyayı barındırıyorsa sadaka olarak adlandırılamaz. Kur’ân-ı Kerim, Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde mallarını insanlara gösteriş için harcayanlara şeytanın arkadaş olacağını haber vermektedir. 

Yüce Rabbimiz, mallarını Allah yolunda harcayanlara verilecek kat kat mükâfatı harika bir benzetmeyle resmetmiştir: “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir tohum gibidir ki, her başakta yüz tohum vardır. Allah dilediğine kat kat verir. Allah bol bol veren, her şeyi bilendir.” (Bakara 2/261) [3]  Mallarını Allah yolunda harcayanlara verilecek bu büyük mükâfat bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü “Mal canın yongasıdır.”[4]Öyle ki malından koparılan parça, çoğu zaman kişinin canından koparılmış gibi olur. Yüce Allah insanın infaktan kaçınmasını, onun mizâcında yer etmiş olan cimrilik özelliğine bağlar ve bunu çarpıcı bir misalle ortaya koyar: “De ki: Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” (İsrâ 17/100)  ”…Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (Haşr 59/9)

Sadakanın büyüklüğü, mükâfatın da büyük olmasını gerektirir. Fakat buradaki büyüklük nisbîdir. Verilen sadakanın büyüklüğünden çok, servetten yapılan fedakârlığın büyüklüğüne bakılır. Sevgili Peygamberimiz, “Bir gümüş para, yüz bin gümüş parayı geçti.” buyurmuştur. Bunun nasıl olabildiğini soran sahâbîlerine de,”Bir adamın sadece iki gümüş parası vardı; onların daha iyi olanını sadaka verdi. Diğer adam ise (çok fazla olan) servetinin yanına gitti ve içinden yüz bin gümüş parayı alıp onu sadaka verdi.” diye cevap vermiştir.[5]  Bir defasında da kendisine gelip sahip oldukları yüz altından onunu, on altından birini ve bir altından da onda birlik bir kısmını sadaka verdiklerini haber veren (ve sanki hayır yarışında hangisinin öne geçtiğini öğrenmek isteyen) üç kişiye Efendimiz (as), “Hepiniz sevapta eşitsiniz. Çünkü her biriniz malınızın onda birini sadaka vermişsiniz.” buyurmuştur.[6] 

Hiç şüphesiz kendisi de ihtiyaç içindeyken başka muhtaçları düşünen ve az da olsa onlar için mallarını harcayanların fedakârlıkları daha büyüktür. Sözlü kültürümüzde bu durumu anlatmak için, “çok veren maldan, az veren candan” deyimi vardır. Yüce Allah Kur’ân’da, ihtiyaç içinde oldukları halde Mekkeli muhâcir kardeşlerini kendilerine tercih eden Medineli ensârın şahsında îsâr ahlâkından övgüyle bahseder.[7] Peygamber Efendimiz (as), hangi sadakanın daha faziletli olduğunu soran Hz. Ebû Hureyre’ye, “Darda olanın cömertliğidir. Sen (harcamaya öncelikle)  bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla.” buyurmuştur.[8]           

Sevgili Peygamberimiz (as), geçmiş ümmetler içinde, bilmeden bir hırsıza, zâniyeye ve zengine sadaka veren Müslümanın ilgi çekici hikâyesini bizlere haber vermiştir. Buna göre bu adam, riyâya düşme endişesinden dolayı sadakasını geceleri sokakta önüne çıkan ilk kişinin eline tutuşturmak sûretiyle gizlice vermeye azmeder. Ne var ki adamın karşısına ilk gece bir hırsız, ikinci gece bir zâniye, üçüncü gece de bir zengin çıkar. Gündüze erdiği zaman, insanların kınayıcı konuşmalarından, gece sadaka verdiği kişilerin kim olduklarını öğrenir. Adam, hayal kırıklığına uğramış olsa da ihlâsla verdiği sadakalardan dolayı Allah’a hamd eder. Nihayet gece rüyasına giren bir kişi onu şöyle müjdeler: “Sadakaların kabul edildi. (Verdiğin sadakalar sebebiyle) belki de hırsız hırsızlıktan, zâniye de zinâdan vazgeçer. Zengine gelince, o da ibret alır da Yüce Allah’ın ona verdiği mallardan (Allah yolunda) harcamada bulunur.”[9] 

Sadakaların, helâl ve temiz mallardan verilmesi gerekir. Çünkü sadaka vermek temizlenmek demektir: “Müttaki olan, o ateşten uzak tutulacak. O ki malını verir, temizlenir.” (Leyl  92/17 -18.) Kendisi temiz ve helâl olmayan, başka bir şeyi nasıl temizler!  Kumar ve faiz gibi haram yolla kazanılan mallardan verilen sadakalar kabul edilmez. Resûlullah (as) bu hususta, “…Allah, ancak güzel ve helâl olanı kabul eder…”[10] buyurmuştur.

Allah yolunda yapılan bir harcama, rızası aranacak Zât’ın şânına yaraşır nitelikte olmalıdır. Kendisinin tenezzül etmeyeceği bir giyeceği,  yiyeceği veya parayı başkasına verip bu şekilde Allah rızasını ve cenneti umanlar aldanmıştır. Bunlar, sonsuz zenginlik sahibi ve her türlü övgüye lâyık olan Allah’ı hakkıyla takdir edemeyen, bitmez tükenmez nimetlerle dolu cenneti basit bir bahçe zanneden kimselerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin (tiksinmekten dolayı) gözünüzü kapatmadan alamayacağınız pis (ve bayağı) şeyleri vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Bakara 2/267) Allah Resûlü (as), “Yemediklerinizi kimseye yedirmeyin.”[11] buyurmuştur. Yine Efendimiz (as), sadaka vermek üzere âdi ve döküntü hurmaları ayırıp asan bir zat için, “Bu sadakanın sahibi isteseydi bundan daha iyisini asardı. Bu sadakanın sahibi kıyamet gününde hurmanın döküntüsünü yiyecektir.”[12] demiştir.

Bir âyet-i kerimede, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” (Âl-i İmrân 3/92) buyrulmuştur. Bu âyet-i kerimenin nâzil olmasından hemen sonra sahâbîlerden Ebû Talhâ (ra), Efendimiz  (as)’e gelerek en sevdiği ve en kıymetli malı olan “Beyrahâ” isimli bahçesini sadaka vermek istediğini bildirdi. Peygamber Efendimiz (as) bunu memnuniyetle karşıladı ve onu akrabalarına tasadduk etmesini tavsiye etti. Hz. Ebû Talhâ da öyle yaptı.[13] O (ra), dünyada en çok sevdiği malından ayrılarak her şeyden çok sevdiği Rabbinin rızasına kavuşmayı seçti. Peki, bizler ne yapıyoruz? Biriktirdiğimiz mallara, hoşumuza giden meskenlere, konforlu arabalarımıza, paramıza neden kıyamıyoruz? Sanki o mallar bizimle ebediyen kalacak ve sanki biz hiç ölmeyeceğiz! Sanki biz cenneti garantiledik de sadaka vermeye ihtiyaç hissetmiyoruz! Yoksa sadaka vermeye gerek yok mu? Ümmetin fakirleri, mazlumları, dulları, yetim ve öksüzleri ortadan kalktı mı? Hayır! Hayır! Biz, mirasçılarımıza bırakacağımız malları kendi öz mallarımızdan daha çok seven kimseler olduk. Koskoca bir okyanusa benzeyen ahiret nimetleri karşısında bir damla su hükmünde olan dünya hayatını tercih eder olduk. Biz dünya hayatıyla aldananlardan olduk. Rabbim bizlere uyanmayı ve şuurlanmayı nasip etsin. Âmin…

Yüce Rabbimiz, “Ey iman edenler, başa kakmak ve eziyet vermekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara 2/264) buyurmuştur. Başa kakmak ve gönül incitmek, içteki riyâ ve kibirden kaynaklanır. Bu kişi büyüklendiğinden dolayı kendisini mülkün hakiki sahibi olarak görmekte; içindeki riyâdan dolayı da yardım ettiği kimseden kendisine minnet duymasını beklemektedir. “Göklerin ve yerin mirası Allah’a ait olduğu halde, size ne oluyor da Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz?…” (Hadîd 57/10)  Yani siz, Allah’ın kendi mülkünden size emanet ve imtihan olmak üzere verdiği malları hak sahiplerine niçin ulaştırmıyorsunuz? Yüce Allah, “Onların mallarında belirli bir hak vardır. (ihtiyaç sahiplerinden) İsteyene de, isteyemeyene de.” (Meâric 70/24-25)buyurmuştur. Allah Resûlü (as) de, kendisine zekât hakkında soru sorulduğunda, “Malda zekâttan başka da hak vardır.” buyurmuş; sonra da, “Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. Asıl iyilik… yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara sevdiği maldan harcayan(ın iyiliğidir)…” mealindeki Bakara sûresi 177. âyeti okumuştur. [14] Bütün bunlardan sadaka vermenin, tercihe bırakılan ve onunla fakirlerin minnet altında tutulduğu bir amel olmadığını anlıyoruz. Aslında imkânı olanlar, ihtiyaç sahipleri sebebiyle Allah’ın rızasına kavuştukları için onlara müteşekkir olmalıdır. Efendimiz (as) bir hadislerinde, “Bana zayıflarınızı çağırınız. Çünkü siz onlar sebebiyle yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.”[15]buyurmuştur. Unutulmamalıdır ki sadaka, karşılıksız bir bağış değildir. Ahirette kat kat geri ödenmek ve büyük bir mükâfat verilmek üzere Allah’a güzel bir borç vermek[16] ve karşılığı cennet olan en kârlı ticarete girmektir. [17]

Sadakada ihlâsa en çok yardımcı olan husus, gizli verilmesidir. Söz Sultânı’nın (as) harika benzetmesiyle, “sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği bir gizlilikle sadaka veren kimse”, başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah’ın (Arş’ının) gölgesinde gölgelendirilecek yedi zümreden birisini temsil etmektedir. Bu hadis-i şerifte söz sanatlarından teşhîs; yani kişileştirme yapılmıştır. İnsanın elleri, birbirlerinden bağımsız, şuurlu varlıklar gibi anlatılmıştır. Âlimler bu hadisi izah ederken, sağ ve sol elin örnek verilmesinin, sadakayı örtüp gizlemede mübalağa için olduğunu söylerler. İki elin birbirine yakınlığı ve sürekli ilişki halinde oluşuyla darb-ı mesel getirilmiştir. Buna göre, sol el çok uyanık ve dikkatli bir insan bile olsa, yine de sadakayı gizli vermedeki mübalağasından dolayı sağ elin verdiğinden haberi olmazdı. Kâdî Iyâz (ra)’dan nakledilen başka bir görüşe göre de, hadisteki sağ ve sol tabirleriyle, kişinin sağındaki ve solundaki insanlar kastedilmiştir. İmam Nevevî (ra) ilk görüşü daha doğru bulmuştur.[18] “Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi” ilkesi, insanın iyiliklerini başkalarına duyurması bir yana, kendisinden bile gizlemesini; yani zihninde sürekli canlı tutarak Rabbe karşı bir tür minnet etme psikolojisine girmemesini gerektirir.  Kula yaraşan, kullarına muhtaç olmayan Allah’ın verdiği sayısız nimetleri düşünüp şükür ve kulluktaki acziyetini anlayarak amellerini yetersiz görmesidir.

Hz. Lokman’ın, oğluna nasihat ederken şöyle dediği nakledilir: “Yavrucuğum, sana dört şey tavsiye ediyorum. Bunların ikisini unutacaksın ve ikisini de daima hatırında tutacaksın. Unutacağın iki şeyden birincisi, senin başkalarına yaptığın iyilik. İkincisi de başkalarının sana yaptığı kötülüktür. Daima hatırında tutacağın iki şeyden birincisi Yüce Allah, ikincisi ise ölümdür.”[19] Ayrıca sadakayı gizli vermek,  ihsânın en güzel ölçüsüdür. Böylece fakirin rencide olması da önlenmiş olur. Böyle bir iyilik ve yardım, dünyada ve ahirette nice güzel karşılıklarla ödüllendirilir. Hadis-i Şerif’te, “İyilik yapmak, felâketleri önler. Gizli verilen sadaka, RABBİN GAZÂBINI SÖNDÜRÜR. Sıla-i rahim; yani akrabayı görüp gözetmek de ömrü uzatır.”[20] buyrulmuştur. KULUNU RABBİNE SEVDİREN ameller arasında, gizli olarak verilen sadakanın zikredildiği diğer bir hadis-i şerifte de, Allah’ın sevdiği ve buğzettiği üç grup insan anlatılmıştır. Bu insanların ilki, içinde bulunduğu topluluğa gelip kendilerinden bir şey isteyen adama, herhangi bir yakınlıktan dolayı değil de sadece Allah adına sadakasını o kadar gizli verir ki, Allah’tan ve sadaka verdiği adamdan başka hiç kimse yardımını bilmez…[21]Ne mutlu o kimseye ki, insanların sevgi ve övgüsünden kaçar da Allah’ın rızasına ve sevgisine kavuşur.

Yüce Rabbimiz, “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açıktan (Allah için) verenlere Rableri katında karşılığı vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzûn da olmazlar.” (Bakara 2/274) buyuruyor. Rabbim bizleri de o bahtiyâr kullardan eylesin.

Âmin

 



[1] Rağıb el-Isfehânî, Müfredâtü elfazü’l- Kur’an, Kitâbü’s-Sad “sa-de-qa” maddesi.

[2] Bakara 2/3.

[3]Sevgili Peygamberimiz de aynı manada olmak üzere, “Her kim Allah yolunda (cihad için) bir harcamada bulunursa, o harcama kendisi için yedi yüz katı olarak yazılır” buyurmuştur. (Tirmizi, Fedâilü’l-Cihâd, 4.)

[4] Bu deyimde geçen “yonga” kelimesi,”kesilen, yontulan veya rendelenen odun vb. şeylerden çıkan küçük parça, iri talaş”manalarına gelir.(Büyük Türkçe sözlük, D. Mehmet Doğan Ankara, 1992, s. 1176)

[5] Nesai, Zekât:49.

[6] Ahmed, 1/96.

[7] Haşr 59/9.

[8] Ebû Dâvûd, Zekât, 40.

[9] Buhari, Zekât, 14; Müslim, Zekât, 78.

[10] İbnü’l-Mübârek, Zühd, No:648; Müslim, Zekât, 63.

[11] Heysemî, Mecmeu’z- Zevâid III/113, IV/37; er-Rûdânî, Cem’ul-Fevâid, 2798.

[12] Ebû Dâvûd, Zekât, 17 No:1608.

[13] Buhârî, Vesâyâ, 10; Müslim, Zekât, 43; Ebû Dâvûd, Zekât, 45 No:1689.

[14] Rûdânî, a.g.e No:2794.

[15] Ebû Dâvûd, Cihâd, 77; Tirmizî, Cihâd, 24.

[16] Hadîd 57/11.

[17] Tevbe 9/111.

[18]En-Nevevî, El-Minhâc Şerhu Sahîh-i Müslim b. Haccâc, thk.: Halil Me’mun Şiyhâ (I-XVIII ve Fihrist), Beyrut 1995, c.7 s.123.

[19] Haşiyetü’s-Sâvî ale’l- Celaleyn c.3, s.211; Huzur ve Saadetin Esasları (Lütfi Doğan) DİB yay. Ankara 1988 s.160.

[20] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid III/15; Rûdânî, a.g.e No:2776.

[21] Tirmizî, Cennet, 25; Nesâî, Zekât, 75.

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.