Yeni yorum ekle

Yolumuz Açıktır

Günübirlik düşünüp yaşayan bir ümmet değiliz. Fani bir âlemde ebedîlik mücadelesi veriyoruz. Hastalıklar içinde yaşamak için boğuşan bir insan gibiyiz. Hastalığın adı ve ağırlığı ne olursa olsun yaşamak için uğraşan bir insan gibi ebedî cenneti kazanmak için üç günlük bir dünyayı değerlendiriyoruz. Mü’min bir fert olarak kendimiz ve Ümmet’imiz adına kısa vadeli planları mü’min kimliğimize münasip görmemekte ısrarcıyız. Yaşadığımız çağdaki konumumuz, iki-üç asrı bulan sıkıntılı dönemimiz, azmimizin çökmesi, gelecekten endişe etmemizin nedeni olmamıştır. İlk indiği günün tazeliğini muhafaza eden Kur’an’ımız, Kur’an’ımızın bize verdiği mesajlar, gözle müşahede edilmesi mümkün olmayan ama kendimize görülenden daha yakın hissettiğimiz geleceğimiz, kesinlikle nurlu bir ufuktur. 

Allah’ın mü’min kullarına vaadi gayet açıktır. Vaat ve tehditlerini bize gösterdiği kitabı Kur’an, mü’minlerin yok olma denebilecek bir sürece girmeyeceğini bilakis yeryüzü üstünlüğüne sahip olacaklarını bildirmektedir. Bu vaat, bir kereliğine değildir. Yeryüzü üstünlüğü, mü’minlerin kıvam zafiyetleri gibi bir nedenle zaman zaman ellerinden alınsa da mü’min olmanın gereği olan üstünlük muhakkak gelecektir.

Bu hakikati Nûr Suresi’nin 55. ayetinde gayet açık bir ifade ile okuyabiliriz:

“Allah; içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse işte, onlar fasıkların ta kendileridir.”

Ayeti, kelime kelime izlediğimizde şu hakikatleri görürüz:

a-      Allah Teâlâ, bu ümmeti öncekilere de verilmiş bir nimetle sevindirecektir. Bu “öncekiler” büyük ihtimalle İsrailoğullarıdır. Onlar da çok yoğun bir sıkıntı döneminden sonra yeryüzü egemenliğine sahip oldular. O zaman mü’minler onlardan oluşuyordu. Belli bir mücadelenin ardından hak ettikleri bu ödüle liyakatleri kaybolunca üstünlükleri de kayboldu. Ellerindeki nimet gitti.

“Öncekiler”i dar anlamda, ashabı kiram olarak anlamamız da mümkündür. Onlar da Kur’an’dan yola çıktıkları bir hayatı yaşamaya muvaffak olunca Allah, ellerinde yükselen bir medeniyetin sahibi durumuna getirdi onları.

Bizden önceki ümmetler arasından İsrailoğullarını, bizden önceki mü’minler arasından da ashabı kiramı anlamamız mümkündür. Sonuç olarak Allah Teâlâ, bir vaatte bulunmuştur. Bu vaadin içini dolduracak nesil hangi nesil ise yeryüzü egemenliğinin de sahibi olacaktır.

b-      Ayet, çok açık bir şart sürmüştür ortaya. Bu şart, iman etmek ve salih amel sahibi olmaktır. İman ve salih amelin birleştiği ortamda bu vaat gerçekleşecektir biiznillah. Eğer mü’minlerin muayyen bir zamandaki durumu, üstünlüğün dışındaki bir durumu gösteriyorsa bu, şu demektir: Ya ortada bir iman yoktur ya da imanın tabii bir gereği olarak salih amel yoktur. Vadedilen üstünlük de verilmemiştir. Ortadaki güvensiz ve huzursuz ortamın nedeni, sadece bu pencereden bakıldığında görülebilecektir.

c-      Eğer bizim vaad edildiğimiz üstünlüğümüz, bizden öncekilerin üzerinde de izlenebilecekse bu durumda bizim, bizden öncekilerin yani İsrailoğullarının böyle bir nimeti neden kaybettiklerini de iyi incelememiz gerekecektir. Onlar, bizden önceki örnekler olarak bizim için iyi birer ders olmalıdırlar.

Endülüs’ten İtibaren  

Önceki ümmetlerden itibaren kendimize ders alacağımız bir örnek çıkarırken kendi tarihimizdekileri de ihmal edemeyiz. Ortada bir Endülüs örneği vardır. Büyük bir medeniyet kısa bir zamanda tarih kitaplarına gömülüp gitti ise bunu biz, Haçlıların günah listesine yazarak geçiştiremeyiz. Herkesin rolünü oynadığı bu dünyada Hıristiyanlar, üzerlerine düşeni yaptılar ve oradaki medeniyetimizi yıktılar. Ayakta kalması gerekenler ise ne durumda idiler? Bu sorunun cevabı çok önemlidir. Yarınımızı ele alacağımız bir ortamda, dünümüze dair açıklarımızı bilmeliyiz. Aynı hataların içinde ömür tüketirken Allah’tan yeryüzünün egemenliğini istememizin bir anlamı yoktur. Böyle bir temenni sadece kendimizi aldatmak olur.

Endülüs, yıkılmıştır. Büyük bir medeniyete rağmen yıkılmasının temel nedenleri Endülüs sokaklarında dolaşan Müslümanların içindedir. O sokakları dışarıdan işgal edenlerden önce o sokakların yürüyenleri, işgal eden yabancılar gibi olmuşlardı. Tam anlamıyla bir dünyevileşme, bütün Endülüs’ü ablukası altına almış bulunuyordu. Allah’ın helal-haram sınırlarını zorlayan hatta yer yer yok sayan tutumları, yaptırdıkları saraylarına nakşedilmişti. Kur’an davası için yola çıkanların fethettiği topraklarda, o zamanın standartlarını kat kat aşmış bir israf ve haram istilası benimsenmiş bir hayat tarzı vardı. İslam için fethedilmiş topraklarda Müslümanlar, birbirlerinin üzerinden devlet nimeti elde etmeye uğraşıyorlardı. Allah için girilmiş yerlerde nefisler için çaba gösteriliyordu. Nimeti elde tutmanın bütün şartları kaybolmuştu artık.

Endülüs, tam anlamıyla bugünkü liberalizmin ümmetin içine sızdığı ilk örnek mekân olarak görülebilir. Alışveriş merkezleri ile israfçı mantıkla yaşanılan evleri ile bugünkü liberal anlayış, Endülüs’ün içine düştüğü bataklığın kopyasıdır. Değişik olan sadece yapı çeşitleri ve sloganlardır. Mantık aynı mantık, ruh aynı ruhtur.

Böyle bir geçmişten örnekleme ile yola çıkarak kendimize, önümüzü açacak bir çalışma takvimi yapmamız gerekmektedir. Kendimizi Endülüslü Müslümanlardan daha iyi bir durumda ya da onlardan daha güvende hissetmeyi makul gösterebileceğimiz bir tutanağımız yoktur. Allah’ın kanunları aynıdır. Önceki ümmetlerde cari olan kanunlar ne ise onlar bizim için de geçerlidir. Bu ümmetin içinde de bir nesilde tatbik edilen ne ise diğerinde de tatbik edilen o olacaktır. Önümüz açıktır, ufkumuz aydınlıktır. Bizim tutumumuz gözümüzü karartmakta ya da bizi yönümüzden saptırmaktadır.

Olgun bir iman, o imanın gereği olarak ortaya konacak salih ameller dizisi, Allah’a daveti ve dinini yaymayı gaye edinmiş bir arzu, kimliğimizi ispatımız için gerekenlerdir. Bu gerekenler hayatiyeti olan şeylerdir. Bunun dışındakiler ise yöresel ve mevsimseldir.

İsrailoğulları Örnekleri

İsrailoğulları, Allah Teâlâ onlara yeryüzü üstünlüğü nimetini verdikten sonra onca mucizeyi gözleri ile gören bir nesil oldukları hâlde ilk hata olarak Allah’ın Şeriat’ını değiştirme arzusunu ortaya koydular. (A’raf, 7/138-139) Basit bir istekte bulunuyormuş gibi peygamberleri Musa aleyhisselamdan basit bir heykeli kendilerine ilah olarak belirlemesini istediler. Musa aleyhisselam gibi bir peygamberin önderliğinden, puta tapınan basit bir yöre halkının seviyesine inmeyi arlanmadan isteyebildiler. Onların basit gibi duran bu istekleri esasen, Allah’ın Şeriat’ını her an terk etmeye uygun olan yapılarını yansıtmaktadır. Her ekole aldanabilen ve akidede yenilenmeye bile müsait olan anlayışları, onları lanetli millet durumuna iten nedenlerin başında gelmektedir. Nankörlükleri, insani ilişkilerdeki nankörlüklerinden önce Allah’ın nimetlerine karşı işledikleri suçlarda izlenmektedir. En başta da ellerindeki Tevrat ve din nimetini basit görmeleri ve bu nimeti önlerine çıkan bir buzağı ile değiştirmeye kalkışmaları bunun işaretidir. (A’raf, 7/148-149)

Bugün kendimize ders çıkarabileceğimiz bu örnek üzerinden yürüyerek, elimizdeki Şeriat nimetini nelere değiştirdiğimizi düşünmeye çalışabiliriz. Bir uzantı konusu olarak da yeniden o büyük nimete sahip olmak için neyi öncelikli tutmamız gerektiğini de anlamış olacağız. Allah’a ait olduğunu bildiğimiz hâlde basit gördüğümüz nice değer, bize neler kaybettirmiştir, bunu anlayabiliriz artık.

Dinde ulu orta konuşma hastalığı, İsrailoğullarının ilk hastalıklarındandır. Âdeta konuştukları din değil de bir gelenek-görenekmiş gibi rahat bir eda ile dinlerini tartışmışlar, kendilerine göre “daha iyi”si ve “öncelikli”si gibi sözler sarf etmişlerdir. İş, onları ilgilendiren ciddi konulara gelince ise kenara çekilmişlerdir. Onların bu gevşekliği ya da dini kendi ürettikleri bir şey gibi basit görmeleri, neticede ellerindeki Tevrat’ı tahrif etmeyi onların gözünde basitleştirmiştir. Ayetlerle oynama cüreti de lanetli bir kavim olma süreçlerini hızlandırmıştır.

Bugün, Müslümanların gündemi durumuna gelmiş bulunan -yabancıların içimize soktuğu- sistem ve değerlerin, dinimizin en temel kuralları ile değiştirilebilir noktaya gelmesini bu açıdan çok ince düşünmeliyiz. Yarın geleceğimiz noktanın İsrailoğullarının geldiği nokta olmayacağından nasıl emin olabiliriz? Bizim önümüz aydınlıktır, yeter ki biz karartmayalım.

 

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.