Yeni yorum ekle

Kanadı Kırık

Binanın ölüm kokan yıkıntıları arasından bir ses… Her tarafa sinmiş ölüm sessizliğini bozan, derinden bir ses…

Minik bir bedenden yükselen kalp atışları şu ölü harabeye can veriyor âdeta. Bu kalp atışlarına sahip minik yavru, uzun bir hareketsizlikten sonra, nihayet, toz toprak olan gözlerini kırpıştırdı. Evet, henüz yedi sekiz yaşlarındaki yavru uyanıyordu. Şaşkın şaşkın etrafına bakınan minik, neler olduğunu anlamaya çalıştı önce.

Bir an doğrulmak istedi ama beceremedi. Koskoca bir binanın yıkıntıları içinde sıkışıp kalmıştı bedeni. Çırpındı, kurtulmaya çalışıyordu…

Böyle çırpınırken, birden bir cıvıltı, bir kuş sesi işitti. Bu cıvıltı, acı çeken bir kuşun imdat feryatlarıydı. Yüzünü sesin geldiği yöne çevirmeye çalıştı ve başardı. Minik kuşun kanadı yanına düşmüş, kanıyordu. Canı çok yanıyordu belli ki… Küçük çocuk, bu manzara karşısında, yıkıntının içinde kalan bacağının acısını unuttu biran. Son bir gayretle ellerini kurtardı, bir kapan gibi bedenini kıstıran taş bloklardan. Ellerine baktı; mosmor olmuştu. Ama ne önemi vardı şimdi… Yarı uyuşan elleriyle kuşa uzanmaya çalıştı. Bir süre sonra onu incitmeden tutup aldı.

Çocuğun bedeni hâlâ yarısına kadar taş yığını içindeydi. Bacağındaki şiddetli ağrıyı biran unuttu ve o minik yüreğindeki merhametiyle kuşun kırılan kanadıyla ilgileniyordu. Etrafına bakındı. Bir bez parçası bulamaz mıydı acaba?! Arandı, sonra gözü bir bez parçasına ilişti. Hiç düşünmeden bu parçayı, küçük bir çıtayla sabitleştirdiği kuşun kanadına sardı. Kuşun acı feryatları dinerken, çocuğun güzel yanaklarında pembe gamzeler oluştu. İçi rahatladı. Bir kuş

un hayatını kurtarmıştı. Tıpkı babasından öğrendiği gibi:

Bir gün bahçede oynarken, ağacın altında feryat eden bir kuş görmüştü. Kuşun kanadı kırılmıştı ve uçamıyordu. Ne yapacağını bilmediği için babasına haber vermiş, babası da kuşu bu şekilde tedavi etmişti. İşte, tıpkı babasının yaptığı gibi o da bu kuşu tedavi etmişti. Kuşun hayatını kurtardı, üstelik kendi acısını bir kenara bırakarak…

Böyle hayallere dalmışken birden gözü, kuşun kanadına sardığı kumaş parçasına takıldı. Bu kumaşı tanımıştı. Bu kumaş parçası, annesinin elbisesine aitti. Peki ne olmuştu annesine, ne olmuştu babasına?! Bu taş blokların içinde ne arıyordu? Evi neredeydi? Annesi, babası neden yanında değildi?..

Birbiri ardına gelen bu sorulardan sonra, olanları hayal meyal hatırladı:

Yatsı namazını henüz kılmışlardı ailecek. Annesi, babası ve ortalarında da kendisi; birlikte tam dua ediyorlardı ki, bir ses işittiler. Bomba ve çığlık sesleri kovaladı peşini bu sesin… Düşm

an askerleri yine sivillere saldırmıştı. Hiçbir şeyden haberleri olmayan halk, yatsı namazından sonra yakalandı bu sinsi saldırıya. Bu seslerin ortasında birden, bina bu üç masumun üzerine bir mezar oldu, canlı bir mezar…

Çocuk, olanları hatırlamaya ve anlamaya çalışıyordu.

Gözü annesiyle babasını aradı. Bina çökerken birlikteydiler. Ama şimdi onları göremiyordu yanında. Çöken kirişin altında kalan bacağını hissetmiyordu artık. Annesi ile babasını düşünüyordu. Küçük yaşına rağmen, büyük bir zekâya ve büyük bir yüreğe sahipti bu Gazzeli. Annesinin ve babasının öldüğünü düşündü ama hayır, bu ihtimali düşünmek bile ona çok büyük acı verirdi. Düşünmek istemedi. Sonra annesinin sözleri geldi aklına; annesi ona şehitlerin ölmediklerini, cennete gideceklerini ve bu kâfir – Müslüman savaşında ölen Müslümanların şehit olacağını söylemişti. Annesi ve babası şehit olmuştu. Bunu düşününce içi rahatladı. Ama gözyaşlarına mâni olamıyordu. Gözyaşları inci inci düşüyordu ellerinde tuttuğu kuşun üzerine. Kuşu dudaklarına yaklaştırdı. Sanki ona bir şeyler söylüyordu:

“Bak ben de yaralıyım senin gibi. Benim de kanadımı kırdılar, yuvamı parçaladılar. Üstelik annemi, babamı aldılar elimden. Ama üzülmüyorum. Çünkü onlar cennete gitti. Beni yanlarına alacaklardır değil mi? Beni burada yalnız bırakmazlar değil mi?”

Etrafta bina yıkıntıları içindeki cesetlerden başka kimse yoktu. Bir kişinin bile sesini işitmedi. Kimden yardım isteyecekti. Annesinden öğrendiği gibi sabrediyordu ama bir yandan ağlayıp, yaralı kuşla konuşuyordu. Bacağı mı?.. Onu zaten hissetmiyordu. Etrafında yardım isteyecek kimseyi göremedi. Ama biri vardı ki; O, her zaman mazlumları görür, onlara yardım ederdi. O’na açtı minik ve morarmış ellerini:

“Allah’ ım!” dedi. “Annemi ve babamı cennetine aldın, biliyorum. Beni de oraya kabul eder misin Allah’ım?! N’olur beni annemden ayırma…”

Bu içten ve saf bir duaydı. Geri çevrilecek miydi?

Sonunda, gözleri ağlamaktan kızarmış, elleri mosmor bir şekilde yalvaran bu minik beden artık yavaş yavaş gevşedi ve derin bir uykuya daldı, Gazzeli yavru. Derin bir uykuya…

Rüyalar âleminde bulutların üzerinde yükseliyordu minik yavru. Annesinin ve babasının “gel” çağrısına koşarak gidiyordu âdeta. Minik, artık sonsuz mutluluğa ermişti.

Yıkıntılar arasında geriye kalan; cansız minik bir beden ve feryat feryat öten kırık kanatlı bir kuştu…

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.