Dostunuz ve Önderiniz Kim?


Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tağutu inkâr edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir. Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.” (Bakara 2/256-257.)[1]

Kur’an’ı anlamak; onda geçen kavramları, onların delalet ettiği manaları, işaret ettikleri nesneleri ya da soyut varlıkları bilmekten geçer. Bazen tarih içerisinde kelime ve kavramlar anlamlarından bir şeyler kaybeder bazen ilave anlamlar kazanırlar. Bu kelimelerin ne manaya geldiği her zaman toplum tarafından bilinmeyebilir.

Yüce kitabımızda küfrün, zulmün, şerrin, haksızlığın, adaletsizliğin, putçuluğun, azgınlığın, sapkınlığın ve daha aklınıza gelen tüm kötülüklerin sembolü olan bir kavram vardır ki o da tağuttur. Bu kelimeyle bazen kendini ilah ilan edip insanları kendine kulluğa mecbur kılan antik veya çağdaş dönemde yaşayan bir yönetici, bazen cansız bir eşya, bazen bir ideoloji, bazen de şeytan, uğur, şans, talih gibi soyut şeyler kastedilir. Kur’an’daki en önemli kavramlardan biri tağut kavramıdır. Allah elçilerinin getirmiş olduğu dinin en önemli şartı, tağutu reddetmektir. Bu o kadar önemlidir ki ayette tağutları inkâr, Allah’a imandan önce zikredilmiştir. Tağutu reddedip Allah’a iman, kopmaz bir kulpa bağlanmak demektir.

Tağut; “tuğyan” (azgınlık) kökünden mübalâğa kipiyle bir cins isimdir. Tekile-çoğula, erkeğe-dişiye söylenir. İbn Cerîr et-Taberî’nin tarif ettiği gibi Allah’a karşı isyankâr olup zorla veya gönül rızasıyla kendisine tapınılıp mabud tutulan gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şey demektir. Bunun tefsirinde “şeytan veya sihirbaz yahut kâhin ya da insanların ve cinlerin inat edip büyüklük taslayanları veya Allah’a karşı mabut olarak tanınıp buna razı olan Firavun ve Nemrud gibiler veya putlar diye çeşitli rivayetlere rastlanır.

Kâdî Beydavî bu hususa: “Allah yolundan menedenler” fıkrasını da ilave etmiştir ki, daha genel bir tarifi içerir. Çünkü bunu yapanlar, mabud tanınmış olmayabilir.[2] Ancak yaptıklarıyla mabudlaşmışlardır.

Yusuf el-Karadavî’ye göre Allah’ın şeriatı ile çatışan bütün gelenekler, rejimler, zatında güç görülen eşya, insan ve putlar tağuttur. Tağut; kulun haddi tecavüz ederek ibadet ettiği, tâbi olduğu ve itaat ettiği şeydir. Her kavmin tağutu, kendisine hüküm götürdükleri, huzurunda muhakemeleştikleri, ibadet ettikleri, tâbi oldukları, yalnız Allah’a itaat edilmesi gerektiği yerde itaat ettikleri kimse veya varlıklardır.[3]

Tâğut Allah’tan başka ibadet edilen her şey olduğuna göre sayısını belirli bir şekilde ifade etmek kesinlikle mümkün değildir. İbn Kayyım’ın başını çektiği âlimlerimizin belirttiğine göre tağutların başında 5 grup gelir.

1-İblis: Dalalete, küfre, ateşe ve Allah’ı kabul etmemeye çağırır. Şeytan tüm fitnelerin müsebbibidir ve kişiyi Allah’a ibadetten men etmesi itibarıyla tâğutların başıdır.

2- Allah’ın indirdiği şeylerin dışında bir şeyle hükmeden ve bu hükümlerin insanlar için daha uygun olduğunu iddia eden kimsedir.  

3- Allah’a değil de kendisine kulluk edilmesine razı olan kimselerdir.  

4- İnsanları kendisine zorla ibadet ettiren kimsedir.

5- Gayba ait konulardan haber verdiğini iddia eden kimselerdir. Çünkü gaybı Allah’tan başkası bilemez. Böyle bir iddia sahibi gaybı bilen Allah’a ortaklık etmeye kalkışmış olur.

Hakk’a iman ancak küfür ve batıl ehlinden uzaklaşmakla açığa çıkar, belli olur. İbrahim (a.s.), kavminin tanrılarından, putlarından beraatını, onlara olan düşmanlığını ilan etmiştir. Allah Teâlâ, şöyle buyurur: “İbrahim, babasına ve milletine, beni yaratan hariç, sizin ibadet ettiklerinizden uzağım. Beni doğru yola eriştirecek olan şüphesiz O’dur, dedi.” (Zuhruf 43/26-27) Böylece öğreniyoruz ki gerçek tevhid; Allah’a iman ve O’na ibadete, tağutu inkâr ve dostlarından uzaklaşma eklenmeyince tamam olmaz. Bundan dolayı, bütün peygamberlerin kavimlerine daveti, daha önce de belirttiğimiz gibi Allah’a ibadet, tağuttan kaçınmaktır.(Nahl 16/36)[4]        

Tağutların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tağutlar varlıklarını korumuşlardır. Tağut, sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan bir güç değildir; bugün de Müslüman’ın en büyük düşmanıdır. Tağut; devlet sistemlerini, ahlâkî değerleri ele geçirerek onları Müslüman’a zarar verecek bir hâle dönüştürür. Mücadele hem tağutu ret hem de bozduklarını düzeltmek olmalıdır.

Mele’

Âdem’in (a.s) eşiyle yeryüzüne indirilmesinden sonra çoğalan insan, toplu halde yaşamaya ihtiyaç hissetmiştir. Topluluklar içinde öne çıkan ve toplumları olumlu yönde olduğu gibi olumsuz da etkileyen şahıslar hep olmuştur. Şeytan kendisine düşman bildiği varlığa her türlü kötülük ve zulmü yaptırabilecek yolları fısıldamıştır. Rabbimiz(c.c) insanoğlunu şeytan karşısında yalnız bırakmamıştır. Onlara peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği mesajlarla şeytanın hile ve tuzaklarından korunma yollarını öğretmiştir. İnsanoğlu vahyin göstermiş olduğu doğru yoldan ayrıldıkça Allah Teâlâ sayısı kendince bilinen peygamberler göndererek onları tekrar mutluluk yoluna davet etmiştir.

Allah Teâlâ kullarından bazılarına diğer kullara nazaran daha fazla ve çeşitli nimetler ihsan etmiştir. Nimeti vereni unutan ve bu nimetlerle şımaran kullar hem kendileri Allah’ın yolundan sapmış hem de içerisinde bulundukları toplumu felakete ve helâke götürmüşlerdir. Her peygamberin karşısına kendini beğenmiş bir grup dikilip bu davete engel olmak istemiştir. Haktan sapmış topluluklarda maddi gücü ve iktidar gücünü elinde bulunduranlar Allah’ın emirlerine ve O’nun gönderdiği elçilerine muhalefet ederek iman etmemişler ve diğer insanların iman etmelerini engellemişlerdir. Kendilerinin sahip bulunduğu menfaatleri korumak için her türlü kötü yola başvurmuşlar ve bunun için insanlara zulmetmekten çekinmemişlerdir.

İnsan tabiatında başkalarını veya eşyayı kontrol etme, yönetme isteği çok güçlü bir eğilimdir. Bağımsızlık, üstünlük, hâkimiyet, lider olma, başkalarını sevk ve idare etme, onların kaderinde söz sahibi olma, onları istenilen eylem ve davranışlara zorlama arzu ve isteği insanda doğuştan gelen bir özelliktir. Kendinde tamlık ve mükemmellik bulunduğunu vehmeden veya sahip olduğu bilgi, sanat, mal ve makama başkalarının muhtaç olduğunu düşünen kimselerde bu duygu çok güçlüdür. Bu çok güçlülük ve tamlık duygusu diğer insanlarla ilişkilerde eşitlik ve ortaklık kabul etmeyi imkânsız hale getirebilir. Çünkü iktidarın başkaları üzerindeki etkisi, her zaman tek yönlü belirleme biçiminde ortaya çıkar.[5]

Kur’an-ı Kerim, milletlerin yıkılış sebeplerini anlattığı birçok ayette ilahî gazabı ve azabı toplumlarının başına getiren, bu yıkılışın öncülüğünü yapan insan gruplarından bahseder. Bu insanlardan Mele’ ve mütref diye bahsedilir.

Arapça ملأ “melee” “dolmak, doldurmak, bir kimseye yardım etmek” anlamındaki kökünden türeyen ‘mele’ kavramı; bir görüş, bir anlayış üzerinde birleşen kişiler, bir toplumun ileri gelenleri; yöneticilerin görüşlerine başvurup danıştığı, toplumun yönetiminde ve yönlendirilmesinde söz sahibi olan grup anlamına gelmektedir. Ayrıca sözcük olarak hırs, zan, şüphe ve ahlak gibi anlamları da vardır. Yaklaşık otuz ayette geçen ‘mele’ kavramını, Kur’an genellikle toplumu etkileyip yönlendiren ve yöneticilere danışmanlık yapan kimseler için kullanmaktadır.

 “Mele’“ kelime olarak bir olumsuzluğu bünyesinde taşımamakla birlikte; Kur’an-ı Kerim’de bu kelime ile genel olarak toplumlarını, Allah’a ve peygamberine, dinine karşı kışkırtıp, onlara uymaktan alıkoyan ve oldukça kibirli tiplerden oluşan zümre kast edilir.

İlk müfessirlerden Mukâtil (ö.150/767): “Mele’ kelimesi Arapçada toplumun eşrafı, liderleri ve büyükleri manasına gelmektedir.” dedikten sonra Kureyş asilzadelerinden yirmi altısının ismini saymaktadır.  Taberi (ö.310/922): “Toplumun ileri gelenleri, eşrafı, önderleri, idarecileri, beyleri ve uluları…”, diğer tefsirciler de aynı kelimeye: “Cemiyetin eşrafı, önderleri ve beyleri…” manalarını vermişlerdir. Razi (ö.606/1209), mele’ teriminin açıklamasını yaparken şöyle bir ifade kullanmıştır: “Peygamberlere karsı çıkan beyler ve büyüklerdir. Meclislerin önlerinde yer almaları, heybetli görünüşleri, göz ve gönülleri doldurmaları, toplantılarda bütün gözlerin onlara yönelmesi sebebiyle dolgunluk ifade eden bu ismi almışlardır. Bu da ancak reislerde olur. Bütün bunlar, mele’den muradın, reisler ve ekâbir olduğunu gösterir.” Çağdaş müfessirlerden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (ö.1361/1942) mele’ kelimesi için ilk ciltlerde “cemaat” manasını tercih etmiş fakat sonraki ciltlerde: “Kavmin kodaman güruhu, göz dolduran kodamanları” ifadesini kullanarak cemaatten kastının toplumdaki ileri gelenler olduğunu açıklamıştır. Seyyid Kutub da, peygamberlere uymayı kibirlerine yediremeyen bu grubun “hükümdarlar, aşiret reisleri ve kavim üzerinde nüfuzu olan kişiler” olduğuna işaret etmiştir.[6]

Kur’an-ı Kerim’de zikredilen, İslâm’a itirazda bulunmayan tek mele’ Hz. Süleyman zamanındaki Sebe Melikesi Belkıs’ın Mele’idir (Neml 27/29-33).

Peygamberlere karşı çıkmada önde giden ve kavimlerini de arkalarından götüren bu gruplar, Kur’an’da bazı ayetlerde bolluk ve bereketten şımarıp refaha dalarak azmış “mütref” kelimesiyle de isimlendirilmiştir.  

“Onun kavminden, inkâr edip ahirete kavuşmayı yalanlayan ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz ileri gelenleri ise şöyle dedi: “Bu sadece sizin gibi bir insandır; yemekte olduğunuzdan yiyor; içmekte olduğunuzdan içiyor.”[7]

Mü’minun suresi 33. ayette geçen mele’in özellikleri arasında, Allah’ın kendilerini “refahtan azdırdığı” da anılmaktadır. Ayeti kerimede “nimet verip azdırdı, refahtan şımarttı” anlamına gelen اترف (et-ra-fe) fiili kullanılmıştır. Şirk toplumlarında mele’ nimetle şımartılanlardandır; bu tür insanlara “nimetle şımartılıp azdırılmış” manasında “mütref” de denilir.

Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu göz önüne aldığımızda her toplumda İslam’dan rahatsız olacak bir bedbaht grup bulunacaktır. Sahip oldukları bütün imkânları İslam’ın nurunu yok etmek uğruna harcayan, tarihin her döneminde sürekli tevhide karşı şirki ayakta tutmaktan yana tavır alan  “mele” takımına karşı dikkatli olunmalı ve gerekli tedbirler alınmalıdır.

 


 


[1]- Tâğut kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 8 yerde kullanılmıştır: Bakara 2/ 256, 257; Nisâ 4/ 51, 60, 76; Mâide 5/60; Nahl 16/36; Zümer 39/17.

[2]- Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, II/143-144.

[3]- Yusuf el-Karadavi, Tevhidin Hakikati, Özgün Yay.,s.37.

[4]- Yusuf el-Karadavi, Tevhidin Hakikati, Özgün Yay., s. 36.

[5]- Hayati Hökelekli, “Güç İsteği, Siyaset ve Değer İlişkisi”, DEM Dergisi, Yıl 2, Sayı 5.

[6]- Emrullah Avşin Ulus, Kur’an’da Mele’ ve Mütref Kavramları, Yüksek Lisans tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007,s. 9 -10.

[7]Mü’minun 23/33; Mütref kelimesinin geçtiği bazı ayetler Sebe’ 34/34; Hud 11/116; İsra 17/16; Mü’minun 23/33,64; Zuhruf 43/23.

Yazar: 

Yorumlar

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.