En Mükemmel Din

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قِيلَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ الْأَدْيَانِ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ قَالَ : الْحَنِيفِيَّةُ السَّمْحَةُ

Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ demiştir ki:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Allah katında hangi din daha sevimlidir?” diye soruldu. O sallallahu aleyhi ve selem:

Kolaylaştırılmış Haniflik (İslâm) buyurdu.[1]

Tabiî Bir Merak

Hadisin mevcut rivâyetlerinin tamamında soruyu soranlar açıklan­mamış sadece ‘soruldu’ veya ‘denildi’ şeklinde dolaylı bir anlatım yer almıştır. Böyle olunca soranların sahâbîler veya diğer din mensupları olma ihtimali ortaya çıkmaktadır. Bu iki ihtimalden birincisini dikkate alırsak, o takdirde bu sualin İslâm’ın ilk dönemlerinde sorulmuş olmasını düşünebiliriz. Yani yeni dinin tebliğe başladığı adının açıkça henüz ilân edilmediği ve öteki dinlerin de toplumda ağırlıklarını henüz sürdür­dükleri dönemde… Bu esnada konunun inananlar tarafından merak edilmiş olması pek tabiîdir. Bu düşünceyi, Hz. Peygamber’in verdiği cevap da doğrular görünmektedir. Zira Haniflik, o günün toplumunda yaşanmasa bile bilinen bir dindi. Hz. İbrahim’in dini idi. Hz. Peygamber onu “kolaylaştırılmış” sıfatıyla niteleyerek ismini söylemeden İslâm’a işaret etmiş olmaktadır.

Eğer soruyu diğer din mensupları sormuşlarsa, bu biraz da kendi dinleri lehine bir pay çıkarabilme ümidine dayalıdır. Aldıkları cevaptan memnun oldukları ise pek tabiî ki söylenemez. Zira Allah katında en sevimli dinin, yeni bir din yani “İslâm” olduğu ortaya çıkmıştır.

Peygamberin Yetkisi

Bilinen bir gerçektir ki, Hz. Peygamber’in “Allah katında din, İslâm’dır,”[2] “Sizin için din olarak İslâm’ı seçtim ve ondan razı oldum”[3] âyetle­rine ters düşecek bir beyanda bulunması mümkün değildir. İslâm’ı din adı olarak açıkça belirleyen âyetlerin, Medine’de nâzil olan sûreler içinde yer alması ile din olarak İslâm’ın seçildiğini bildiren âyetin, Vedâ Haccı esnasında inmiş olması birlikte hatırlanacak olursa Rasûlullah’ın “kolaylaştırılmış Haniflik” derken “İslâm” demek istediği anlaşılacaktır. Öte yandan Hz. Peygamber, Hz. İbrahim’in tevhid esasına dayalı Haniflik dinini anmak suretiyle, Hz. İbrahim’in Yahudi veya Hristiyan olduğunu iddia ederek kendilerine yok yerden bir şeref payı çıkarmak isteyenlere cevap vermiş olmaktadır. Bu noktada da Peygamberimiz “İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan’dı, fakat oHanif bir Müslüman’dı, müşriklerden de de­ğildi.”[4] âyetine paralel bir beyanda bulunmuş olmaktadır. Bir başka âyet de İslâm ahkâmının henüz kesinlik kazanmadığı dönemler için en mak­bul dinin, Hz. İbrahim’in dini olduğunu şöylece bildirmektedir: “İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim edip Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine uyan­dan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrahim’i dost edinmişti.”[5]

Tarihî Gerçek

Tarihî bir gerçektir ki, Hz. İbrahim’in dini, tevhid dini idi. Adı Haniflik’ti. Bu yüzden de âyet Hz. İbrahim’iHanîf” ve Müslim” olarak nitelemiştir. Zaten Hanif ve Müslim aynı manada kullanılmaktadır. Yahudilik ve Hristiyanlık da aslında tevhid dinleriydi. Ne var ki, daha son­raları biri tahsis’e diğeri teslîs‘e düşürülmüşlerdi. Bu yüzden de Haniflik vasıflarını yitirmişlerdi. Bütün bu olumsuz durumlarına rağmen, kendi­lerine tarihî bir köken bulma ihtiyacı ile olacak ki, Hz. İbrahim’i kendile­rinden gösterme gayretlerine düşmüşlerdi. Kur’an onların bu asılsız id­dialarını en açık şekilde reddetmiş, Hz. İbrahim’i tevhid inancı içinde teslimiyeti bütün bir peygamber olarak tanıtmıştır. Onun Müslim oldu­ğunu ve İslâm ümmeti için Hz. İbrahim’in dininde hiç bir zorluk bırakıl­madığını bildirmiştir. “Allah yolunda gereği gibi cihad edin. O, sizi seçmiş, babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için bir zorluk bırakmamıştır.”[6]

Bu son âyet de Hz. Peygamber’in “kolaylaştırılmış Haniflik” cevabının Kur’anî dayanaklarından biridir.

Kur’an ve hadisteki tespitlere bakıldığı zaman Haniflik’in iki manada kullanıldığı intibaı edinilmektedir:

1. Bütün Peygamberlerin tebliğ ettiği tevhid inancı, gerçek din ki Al­lah insan fıtratına bu din duygusunu koymuştur.

2. Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği din.

Bu ikinci manaya göre Haniflik müstakil bir dindir. Nitekim bir âyette de onun Hz. İbrahim’in dini anlamında olduğunu görmekteyiz: “Kendini bilmez (sefihler)den başkası İbrahim’in dininden yüz çevirmez. “[7]

Ancak bu son âyetin sebeb-i nüzulü, Müslüman olması istenen bir kişinin İslâm’ı kabul etmemesidir. Böyle olunca, İslâm ile Hz. “İbrahim’in dini” aynîleşmiş olmaktadır. Zaten bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “Sonra sana; ‘hakka tapar olarak İbrahim’in dinine uy; o ortak koşanlardan de­ğildi.’ diye vahyettik.”[8] Bir âyette de İslâm ile Haniflik, Müslümanlarla Hanifler arasındaki yakınlık şöyle ifade buyrulmaktadır: “Doğrusu İbra­him’e en yakın olanlar,(zamanında ona) uyanlar, şu peygamber ve ona iman edenlerdir. Allah inananların dostudur.”[9] Bir başka âyet ise, konuyu bir başka açıdan belirlemektedir: “(Yahudi ve Hristiyan olanlar) Yahudi veya Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız, dediler. De ki, “doğruya yönelmiş olan ve Allah’a eş koşanlardan olmayan İbrahim’in dinine uyarız.”[10]

İslâm’ın Karakteristiği

Haniflik ile İslâm arasındaki paralelliği ve aynîliği böylece tespit et­tikten sonra Hz. Peygamber’in bu hadîs-i şerîf ile İslâm’ın ana karakte­ristiğini belirlemiş olduğunu söylememiz mümkündür: Kolaylaştırılmış olmak… Nitekim Hz. Peygamber bir hadiste açıkça “Ben kolay Haniflikle gönderildim.” buyurmuştur.[11]

Kolaylaştırılmışlığın hem gayr-i müslimlere hem de Müslümanlara yönelik mesajı ve çağrısı bulunmaktadır. Ehl-i Kitab’a, dinlerindeki bazı ağır hükümlerin çağdaş problemlerle çatışması ve neticede dinî esastan tamamen vazgeçilmesi sonucunu doğuran uzlaşmalardan kurtulmanın yolunun aynı kökene sahip fakat pratikleştirilmiş, güncelleştirilmiş, ha­reket ve hâkimiyet imkânları arttırılmış bir dinin, İslâm’ın geldiğini bil­dirmekte ve onları bu dine girmeye davet etmektedir.

Zaman ispat etmiştir ki İslâm’ın diğer dinler karşısındaki öz mü­kemmeliyeti, ne kadar kabiliyetli ve şöhretli olursa olsun hiçbir müsteş­rikin kamufle edemeyeceği kadar açık-seçiktir. Önemli olan onun bu öz mükemmeliyetinin, ona inananlarca ne ölçüde algılanıp aslına uygun olarak yaşanabildiğidir. Hadisimizin Müslümanlara yönelik mesajı da İs­lâm’ı, temel niteliği olan kolaylaştırılmışlığa ters düşecek şekilde onu katılığa, kabalığa ve donukluğa alet etmemek, onun daima çağa yön verecek ilke ve esas­lara sahip, uygulanabilir, kolaylaştırılmış esnek bir yapıya sahip olduğunu unutmamaktır.

Onun kolaylaştırılmış ve bütün zamanlara hitabeden esaslarını pra­tiğe dönüştürmek, değişik şartlardaki Müslümanlar için değişik usul ve metotları zorunlu kılabilir. Ama daima İslâm’ın farkında olmak ve o çer­çevede kalmak kaydıyla. Gayr-i müslimler arasında azınlık statüsünde yaşayan işçilerimizin dinî açıdan karşı karşıya bulundukları problemler, kabul etmek gerekir ki, yer yer çözümsüzleşebilmektedir. Bazen de tersi olmakta, daha rahat çözümlenebilmektedir. Bilinmelidir ki, şartların olumsuzluğu arttıkça, inancının adamı kalabilmenin de değeri artmakta­dır. Ağırlaşan şartlarda “kolaylaştırılmış Haniflik,” hem Müslüman kalmayı hem de şartları uygun hale getirmeyi mümkün kılabilecektir. Yeter ki bu imana sahip bilinçli kişilerin sözü geçer olsun.

Burada hemen şu noktaya da işaret edilmelidir. Ahmed Naîm mer­humun ifadesiyle “semahat ve suhulet üzerine kurulmuş” yani “kolay­laştırılmış” Haniflik ifadesi, her akla gelen kolaylığı hoş gören, kolaylık türünden her şeye önceden kapılarını sonuna kadar açan anlamına gelmez. Kendi temel esasları çerçevesinde ve hükmedeceği zamanların gündeme getireceği problemlerin kolayca çözüm prensiplerini önceden tespit etmiş, geçmişte tevhide dayalı dinlerin ihtiva ettiği ağır hükümler­den arındırılmış anlamındadır. Katılıktan, kuruluktan, donukluktan uzak Haniflik, hiçbir zaman her isteğe şer’i bir kılıf hazırlamaya müsait bir Haniflik olarak anlaşılamaz ve uygulanamaz.

“Çözümsüzlük” ile “kolaylaştırılmışlık” bir araya getirilemez. Yani Müslümanlar, problemlerini çözümleyebilecek İslâmî prensiplere sahip­tirler. Bu prensipleri kavrayıp problemlere tatbik edebilmekte veya ede­memektedir sıkıntı. Yoksa İslâm’da ve İslâm’ca çözümsüz denebilecek bir mes’ele kâideten yoktur. Kıyamete kadar yürürlükte olması ve kendisin­den sonra bir başka dinin gelmeyeceği gerçeği, onun her iklim ve şartta uygulanabilir bir seyyaliyet ve özelliğe kavuşturulmuş olmasını gerek­tirmektedir. Cihanşümulluk ya da güncel ifadesiyle evrensellik de böyle bir niteliğigerekli kılmaktadır.

İnsan tabiatına ve kıyamete kadar tüm zaman ve mekânların prob­lemlerine ilâhî irade istikametinde çözüm bulmayı mümkün kılan “ko­laylaştırılmış Haniflik”, elbette belli dönem ve kesimlere hitabeden dinlere göre Allah katında daha sevimlidir.


 


[1]      Buhârî, İman 29 (bab başlığında); el-Edebu’l-Müfred, hds. no. 287; Ahmed b. Hanbel, Müsned, l, 236; Abdurrezak, Musannef, XI, 292.

[2]      Âl-i İmrân 3/19.

[3]      el-Mâide 5/3.

[4]      Âl-i İmrân 3/67.

[5]      en-Nisâ 4/125.

[6]      el-Hac 22/78.

[7]      el-Bakara 2/130.

[8]      en-Nahl 16/123.

[9]      Âl-i İmrân 3/68.

[10]     el-Bakara 2/135.

[11]     Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 266.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.